Toplumsal Baskıya Medya Desteği

Psk. Dan. Perihan DEMİRBAŞ

Geçen hafta bir gazetede televizyondaki izdivaç programları ile ilgili röportaj soruları yanıtladım. Bu konu ile ilgili olarak ilk düşündüğüm ise ben bu programları izlemiyorum ki, izlemek istesem de çok az tahammül edebiliyorum ama yine de azıcık izlemek fikir sahibi olmak için yeterli…

 Bir kadın olarak hemcinslerimi kendilerini sundukları ve bunu yaparken de bana baksınlar, sahip çıksınlar diye beklenti içinde olmasını kaygı ve üzüntü ile kısa süreli izleyemiyorum. Belki katılan ve izleyen açısından bu süreç normal algı düzenekleri içindedir, ancak toplumsal olarak ne olup bittiği ile ilgili biraz düşünmek gerekiyor.

Bu programlarla televizyon kanalları izlenme konusunda istediği sonucu yakalarken, toplumsal açıdan verilen zarar gerçekten zihnimde bir paradoks yaratıyor. İzleyen açısından baktığımda da aynı şekilde, izleyen geniş kitle aynada kendini izlediğinin farkında mı diye düşündüğüm de oluyor. Bu noktada program aracılığı ile bütün toplumsal dayatmalar onaylanıyor. Kadın muhtaç, bakılması gereken, bunu ifade etmesi normal algılanan bir konumda…

Her iki cins açısından da eş sahibi olma isteği normal bir süreç. Psikolojik ve sosyal ihtiyaçlar açısından hatta tamamlanması gereken bir süreç. Medyanın bu noktada programı yapsa dahi kişisel süreçleri kişi düzeyinde olmasa da genel olarak tartışması gerektiğine inanıyorum. Belki bu programların sonunda kişisel durumların çevresel boyutları da tartışılması ve toplumun düşünmesi için yol açılması gerekiyor. Yoksa izleyen yalnızca var olan durumu onaylamayı ve kabul etmeyi öğreniyor. Programların kabul ettiği, onayladığı düşünce biçimlerinden bazıları: Kadın yada erkek ama özellikle kadın boşanırsa tekrar evlenmesi zordur, evlenmiş ve boşanmışsa hele de çocuk varsa bir yere sığamaz, ne pahasına olursa olsun evli kalmaya çalışmalı, erkeğin parası olmalı, erkek kadının sığınacağı bir liman,evi olmalı,gücü vs. Toplumun çoğu tarafından kabul edilen düşüncelerden bazıları bu programlar yoluyla iyice yerleştiriliyor. Yalnızca kadını değil, ilişkilerin kaliteli ve anlamlı olması her iki cinsin de hayat kalitesini etkiler. Dolayısıyla kurulacak aileyi ve en geniş anlamda da toplumu etkiler…

Programlarda başka bir boyutta mahremiyet ihlali…  Bu noktada yetişkinler kendi seçimleri ile orada olmak isteyebilirler. Ancak 19-20 yaşında gençleri gördüğümde dehşete kapılmamak elde değil. Bu yaşta evlilik düşünülüyor, hem de çözüm olarak… Bir de hayallerini anlatarak deşifre olduklarında neden birisi dur demiyor diye düşünmeden edemiyorum. Bunun ne zararı var diyenler olabilir, ancak insanın mahremiyet sınırları vardır.

Bu sınırla aile, okul gibi kurumlarda öğretilir, öğretilmesi gerekir. Bu aynı zamanda çocuğun, gencin kendini korumayı öğrenmesi demektir. Aile öğretemiyor, belli ki çevre de… Bu nedenle kendini hiçbir yere ait hissedemeyen genç/çocuk, kendisini ait hissedebileceği bir sistem ve çıkış yolu olarak yeni kuracağı aileyi kurmayı hedefliyor. Ama ne yazık ki kendi istek, hayal ve hayatına sahip çıkmayı öğrenemeyen genç aile kurduğunda daha da mutsuzlaşıyor…

Aile de öğrenilmeyen bir davranış sonradan ancak hatanın fark edilerek düzenli destek alınması halinde değiştirilebiliyor.

Bu konuyu yazarken bir ölüm haberi ve bununla ilgili yorumların gözümüze sokularak dayatılması ayrı bir toplumsal baskıyı da gündeme getirme gereğini ortaya çıkardı.

Bu konuda yazanla yazanı eleştiren ve tüm eleştiriler ne yazık ki herkesin aynı düzlemde olduğunu gösteriyor. Herkes ahlaki boyutu tartışıyor. Hep sonuçlar üzerinde durularak süreç göz ardı ediliyor.  Herkesin çocukluk ve gençliğinde sıkıntılı dönemler var ve bu dönemlerle ilgili süreçle herkesin baş etme gücü olmayabiliyor. Defne Joy un farklı kültürden olan ebeveynleri ve bununla ilgili yaşanmışlıkları, acıları ve neden ölümü seçtiği ile ilgili hiçbir yorum yok. Ben de onunla ilgili yalnızca herkes kadar bilgiye sahibim, ancak mesleki tecrübe ve sezgi düzeyinde de olsa yaşadığı süreçlerin, yaşadığı sonucu hazırladığını düşünüyorum…

Ölüm seçilir mi diye sorana, hastalıkta seçilir diyorum. Hastalığına bakarak bir insanın sorununun ne olduğu bile anlaşılabilir.

Sorun yaşamın bir parçasıdır. Sorunlar çözülmezse hastalıklar ve bunların verdiği mesajlar anlaşılmazsa bağımlılıklar, kazalar, ölüm gibi durumlar meydana çıkabilir. Nedenleri konuşmak yerine olaydaki baskı ,öfke, korku yaratacak yönler konuşulduğu sürece de toplumdaki olumsuz koşullar beslenerek aynı türden durumları şimdilik uzaktan izliyor olsak da hepimiz bir gün yanı başımızda bulabiliriz…
Medyanın bir görevi de eğitimdir… Eğitimin amaçlarından biri de istendik yönde davranış değişikliği yaratmaktır. İstendik yön ise var olan sıkıntıya neden olan süreçlerin desteklenmesi ile gösterilemez…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.