THERAPIAGROUP Köşesinde Bugün

Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu öncülüğünde Radikal sayfasında hazırlanan THERAPIAGROUP köşesinde bugün önemli başlıklar sade bir anlatımla ele alındı.

Duyguları anlamanın güçlüğü ile önemi, Çevrimiçi yaşamın zararları ve iPad'in bebeklerde kullanımının yararlı olduğunu öne süren tartışmalı bir araştırmanın ele alındığı THERAPIAGROUP köşesinde bu hafta ele alınan içeriğin ayrıntıları şöyle:


Duyguları anlamak

Duygu en genel tanımı ile bireyde içsel ve dışsal bileşenlerin etkisi ile oluşan psikolojik ve fiziksel değişimdir. Evrensel bir tanımı olsa da duygular her kültürde farklı biçimlerde var olur. Duyguları tanımlamak için her ekol ya da teorisyen farklı yollar kullanır.
Duygular sağ beyin yarı küresinin büyük resme bakarak ürettiği çok boyutlu ve karmaşık oluşumlardır. Matematiksel sol beynin ve dilin tek boyutlu bir çaba ile bunu anlaması her zaman pek mümkün olmayabilir. John D. Mayer duyguların psikolojik boyutu kadar fiziksel boyutunun ve geçmişe uzanan köklerinin de anlaşılması gerektiğini vurgular; duygular, düşünceler ve davranışlar arasında çok boyutlu bir köprü kurar.
Dr. Maurice Elias ise duyguların bireyin çevresinde olan biteni anlamlandırması için bir alarm sistemi olduğunu söyler. Duygular, düşünce ve algılarımız dışında bize olup bitenleri anlamamız için güvenilir veriler sunar.
Dünyayı algılarken bilişsel filtreler, diğer adıyla şemalar kullanırız. Bu şemalar olayları nasıl duyduğumuzu, yorumladığımızı ve hatta akılda tuttuğumuzu belirleyen biliş ve inanç sistemleridir. Bu sistem doğduğumuz günden itibaren çok boyutlu bir şekilde inşa olur. Örneğin, öfkeli bir ebeveyn ile büyüyen biri, öfke duygusunun korkulması ve kaçınılması gereken kötü bir şey olduğunu öğrenir. Benzer biçimde birçok yeteneği olan biri bunu değerlendirme fırsatı hiç olmadığında ve yüreklendirilmediğinde,  yetersiz ve başarısız olduğuna inanabilir.
Çocukluk yıllarımızda çoğunlukla çevre tarafından gerçekleştirilen bu inşa, yetişkin yaşamımızda artık bizim kontrolümüzdedir. O yıllarda içe aldığımız birçok bilgi şu anki algımızı şekillendirir.  “Beni çok kızdırdın.” ya da “Bu olay beni çok üzdü.”… Bu cümleler duyguların sorumluluğunu diğerlerine ve dış faktörlere yüklediğimizi gösterir. Oysaki ne hissedeceğimizi genellikle başımıza gelen olaylar ve hayatımızdaki kişiler değil, bazen bilinç düzeyinde bazen de bilinç dışı düzeyde biz belirleriz. Yani olay ve kişiler ne hissedeceğimizi belirlemez, ancak vesile olabilirler. Yeni bir araba ya da yeni bir ilişki nasıl hissedeceğimizi temelde değiştirmez. Sadece başa çıkmakta zorlandığımız duygularımız ile başa çıkmak için bize fırsat sunar. Temel değersizlik duygusunu tanımayan ve bununla kendi ekseninde başa çıkmayan biri, çok değer gördüğü bir ilişkiye de bu duygusunu taşır. Yani temel duygularımızı nereye gidersek gidelim yanımızda taşırız.
Duygularımızın kökenlerini anlamak çaba gerektirir. Ancak bunun yolu öncelikle bu bilişsel sistemi anlamaktan geçer. Çünkü duygu bir sonuç, bir oluşumdur. Duygu ortaya çıkaran faktörler değişmeden yok olmaz. Yani gerçekte neye üzgün olduğumuzu bilmeden, üzüntü duygunuzu ortadan kaldıramayız. Ancak bastırabiliriz ki bu da kendini davranışsal ya da fiziksel bir formda gösterir.
Bilişsel farkındalık olmaksızın duyguları kontrol altında tutma çabası, kontrol kaybı hissi doğurarak bir kısır döngüye yol açabilir. Duyguları bastırma ve aşırı kontrol çabasının sonuçlarını ve alternatif yollarını sonraki yazılarımızda aktarmaya devam edeceğiz.  
Kaynak: Kurus, M. (2003) How To Understand, Identify and Release Your Emotions.

ÇEVRİMİÇİ YAŞAM


İnternet alışılagelmiş iletişim biçimlerini değiştiren ve sınırsız olanaklar sunan bir teknoloji harikası ancak yararı kadar zararı da var. İnternet, tüm insanlık ve teknoloji tarihi düşünüldüğünde, o kadar yeni bir buluş ki henüz ruh sağlığı üzerinde ne gibi etkileri olduğu henüz tam olarak anlaşılmış değil. Ne var ki yaşamda neden olduğu değişiklikler gözle görülür derecede belirgin. İnternetin ve cep telefonunun olmadığı zamanlarda insanlar her istediklerine hemen ulaşamaz, planlarını çok önceden yapar ve bu planlara mümkün olduğunca sadık kalırdı. Ulaşılabilirlik bugüne kıyasla çok daha kısıtlı olduğundan bir araya gelindiğinde daha fazla sohbet edilir, daha çok zaman geçirilirdi. Kısacası, yokluğun farkındalığı varlığın önemini arttırırdı. Ne var ki bugün herkese her an ulaşılabiliyor, planlar defalarca değiştirilebiliyor, birlikte olmak sanal ortamdaki iletişim kadar değerli görülmüyor.
İnternetin insan yaşamındaki bir diğer etkisi de konsantrasyon kapasitesini ciddi şekilde sakatlamış ve dikkat süresini giderek kısaltmış olması. İnternette gezinmek için tamamıyla konsantre olmaya gerek yok. Kısa süreli ve salınan dikkat internette zaman geçirmek için yeterli. Bu durum bir süre sonra belirli bir alışkanlığa dönüşüyor ve konsantrasyon kapasitesi ciddi anlamda zarar görüyor. Diğer bir deyişle internette çokça vakit geçirmek kitap okuma, film izleme ya da birisiyle yüz yüze uzun bir sohbet yapma gibi dikkat gerektiren becerileri ciddi şekilde sakatlıyor. Yani internette ya da çevrimiçi olmak ne tam olarak orada olmaya ne de hiç orada olmamaya izin veriyor.
İnternetin yaşam üzerindeki bir diğer olumsuz etkisi de aynı anda farklı şeyler yapan bireyler yaratması. Aynı anda birden fazla şeyi yapabilmenin bir beceriye dönüştüğü dünyada bu belki bir avantaj gibi görünebilir ancak sadece o anda yapılana konsantre olmak kişiyi çok daha huzurlu, sakin ve mutlu kılıyor. Ne var ki artık aileyle zaman geçirirken, iş yerinde bir proje üzerinde çalışırken, arkadaşlarla sohbet ederken ya da sevgiliyle birlikteyken cep telefonları başrolü oynuyor. Herkes karşısındaki kişiye ya da önündeki işe ancak kısa bir süre tahammül edebiliyor ve biraz konuştuktan, bir parça çalıştıktan, biraz bakıştıktan sonra herkes eline cep telefonunu alarak internette gezinmeye başlıyor. Bu sırada kişi, orada olmak yerine internette bir fotoğrafa ya da bir mesaja odaklanıyor; öyle ki bir süre sonra adeta ekranın derinliklerinde kaybolup gidiyor.
Doğru ve sağlıklı olan, internette gezinmek de dahil, her aktiviteye, belirli bir süre tanımak. Gerçek hayatta yaşayacağınız tüm deneyimlerin internettekinden çok daha değerli ve geçerli olacağını unutmamak ve internetteki iletişimin tek iletişim yolu haline dönüşmesine engel olmak önemli. İnternette olmadığınız zamanlarda can sıkıntısı yaşıyorsanız, sıkılmaya da izin vermek ve belki de belirli bir süreyi “boşa geçirmeyi” göze almanız gerek.

BEBEKLİK DÖNEMİNDE IPAD


Çocukların tabletle ilişkisi oldukça tartışmalı bir konu. Söz konusu çocuklar olunca yararlı-zararlı çizgisini net bir şekilde çizmek kolay olmuyor. Bu yüzden tablet kullanımı konusunda da sıkça yeni araştırmalar gündeme geliyor. Bebeklerin doğar doğmaz iPad’le tanıştırılması gerektiğini savunan güncel bir araştırma, konuyla ilgili tartışmaları alevlendirdi. Annette Karmiloff-Smith 6-10 ay arası bebeklerin, rakamları iPad’den gösterildiğinde tanıyabildiği sonucuna ulaşmış ve mümkün olduğu kadar erken, hatta doğumdan itibaren kullanılmasını önermiş.
Şüphesiz ki bebekler, çevrelerindeki her şeyden öğrendikleri gibi iPad kullanarak da öğrenirler. Ancak erken tablet kullanımının kazandırdıklarının yanında, bebeklerden götürecekleri de var. Bebeklerin ilk senelerinde çevreleriyle ilişkide olmaları, uyaranlara açık olmaları, sosyalleşip güvende hissetmeleri iPad kullanmayı öğrenmelerinden çok daha önemli. Amerika Pediatri Akademisi’nin 2014 yılında yaptığı açıklamaya göre 2 yaşın altındaki çocukların her türlü ekrandan mümkün olduğunca uzak tutulması gerekiyor. Özellikle 1 yaş altı bebeklerin duyu gelişimleri henüz tamamlanmamış olduğundan, çok sesli ve renkli bu görüntülerin aşırı uyarılmaya neden olduğu biliniyor. Hem fiziksel hem de sosyal ve zihinsel gelişimlerinin ekranla erken tanıştırılmaktan olumsuz etkileneceği görüşü destekleniyor. Tablet karşısında uzun vakit geçiren bebekler, insanlarla etkileşimden, pratik yaparak geliştirecekleri fiziksel becerilerden, çevrelerinde ihtiyaç duydukları diğer uyaranlardan uzak kalıyor.
Günümüz koşullarında bu çok zor bir hedef gibi görünse de, ebeveynler bebeklerini tabletle ne zaman tanıştıracaklarına doğru karar vermeli. Gelişimsel olarak iPad’in çocuklara kazandıracağı zihinsel becerileri kimse inkar edemez, ancak hiçbir teknolojik araç gerçek dünyanın sunacağı, tecrübeye dayalı öğrenmenin ve başka bir insanla iletişimin yerini tutamaz.


OKUMA ÖNERİSİ
Çocuğa Hayır Demek Çözüm Değil

‘Hayır’ kelimesi anne babaların negatif olarak sıkça kullandıkları kelimelerden biri. Çocuğunuzun duygularına 'hayır' demek, onun kötü davranışlarına 'hayır' demekten çok farklı. Bugünün ebeveynleri, çocuklarının gelişim sürecinde onlara ne zaman ve nasıl hayır diyebilecekleri konusunda çok fazla kafa karışıklığı yaşıyorlar. Mark L. Brenner tarafından yazılan Çocuğa Hayır Demek Çözüm Değil, disiplin konusunda anne babalara alternatif çözümler sunuyor. Yürüme döneminden başlayarak verilen önerilerle, çocukların ileriki yaşlarında kendilerini kontrol edebilmeleri için gerekli sınırların ne olduğu konusuna açıklık getiriyor.


 THERAPIAGROUP PSİKOLOJİ&PSİKİYATRİ REHBERİ köşesi Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu öncülüğünde; Uzm. Psk. Burcu Gençer, Psk. Ceylan Özge Kunduz, Uzm. Psk. Şencan Taşkale tarafından hazırlanmaktadır.
SORULARINIZ İÇİN: info@therapiagroup.com

Kaynak:Radikal

Psikoloji Haberleri

1. Dalga Terapiler nelerdir?
ABD Kollektif Travmayla Boğuşuyor
Alışveriş Hastalıkları Hangileridir?