THERAPIAGROUP Köşesinde Bu Hafta

Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu öncülüğünde Radikal sayfasında hazırlanan THERAPIAGROUP köşesinde bu hafta önemli başlıklar sade bir anlatımla ele alındı.

Kontrol duygusunun yaşamımızdaki önemi, Peter Pan sendromu, ve Randevularına sürekli geç kalanların ele alındığı THERAPIAGROUP köşesinde bu hafta ele alınan içeriğin ayrıntıları şöyle:


 

Herkes hayatını büyük çoğunlukla kontrol altında tutabiliyor olmak ister, bu kontrol duygusu iyi ve güvende hissettirir. Ne var ki hayatta çok az şey tamamıyla bizim kontrolümüz altında gelişir.
Dr. Erik G. Helzer, bireylerin hayatları üzerindeki kontrol algısının ve değiştirilemez koşullara adapte olma becerisinin genel tatmin duygusu ve iyilik hali üzerindeki etkisini araştırıyor. Helzer, çalışmasını kontrol duygusu ile ilgili tanımladığı iki farklı boyut üzerinden temellendiriyor.
Birincil kontrol, kişinin yaşam koşulları ve geleceği üzerinde algıladığı kontrol hissi ve kontrol etme becerisine işaret ediyor. Bu kontrol hissi yaşam koşulları üzerinde değişim yapabilme gücü ve yeterlilik hissi ile ilgili. İkincil kontrol ise değiştirilemez koşulları kabul etme ve bu koşullara adapte olma becerisi olarak tanımlanıyor.
500 kişi ile yapılan bu araştırmada, birincil kontrol ihtiyacı yüksek olanların olumsuz düşünce ve duygulara daha yatkın oldukları sonucu elde ediliyor. Bu sonuca göre, değişmesi mümkün olmayan koşullarla bile mücadele etme çabası kişiyi daha güçlü hissettirmediği gibi, yaşam tatminini de düşünüyor.
Helzer ve ekibi bu sonuçları, hayatta tatminkâr ve güçlü hissedebilmenin yalnızca birincil kontrol duygusuna dayandırılmasının, tatminsizliğin esas kaynağı olduğu yönünde yorumluyor. Bu kontrol ihtiyacı kişiyi beklenmedik şekilde değişen koşullar karşısında çaresiz ve yetersiz hissettirebiliyor. Başımıza gelenlerin sorumluluğunu alıyor olmaktan öte, tüm olanlardan kendimizi sorumlu tutmak, olumsuz ve beklenmedik durumlarda yenilgi ve kontrol kaybı hissine yol açıyor. 
İkincil kontrol duygusu ise olayları engelleyemesek de üzerlerinde kontrol sahibi olduğumuzu hissetmeyi sağlıyor. Bu kontrol duygusu sayesinde kişi, hayatını, başına gelenleri sığdırabildiği, yerleştirebildiği, kabul edip devam edebildiği, kendine ait bir hikâye olarak algılıyor. Helzer, ikincil kontrolün pasif ve teslimiyetçi bir tutum olarak algılanmaması gerektiğini vurguluyor.
Okulda, işte, ilişkinizde ve hatta evinizde kontrol altında tutamadığınız çok şey olsa da kontrol altında tutabileceğiniz bir şey var. O da bu olayları nasıl yorumladığınız ve verdiğiniz tepkiler. Helzer, bunun her koşulda doğru, güçlü ve haklı olma tutkusundan vazgeçebilmekle başladığını vurguluyor.  
Helzer & Jayawickreme (2015).Control and the “Good Life” Primary and Secondary Control as Distinct Indicators of Well-Being. Social Psychological and Personality Science 
 

PETER PAN SENDROMU
 

Henüz Dünya Sağlık Örgütü tarafından bir psikolojik tanı olarak kabul görmese de, duygusal olarak olgunlaşmamış kabul edilen yetişkinlerin sayısı her geçen gün artıyor. Fiziksel görünümü yetişkin olsa da, iç dünyasında büyümeyi reddeden bu kişiler, yaşı 30’u geçmiş olmasına rağmen ergenlik dönemi yaşar gibi davranıyor. Erişkin hayatının sorumluluklarına karşı duyarsızlık, sözüne sadık kalmakta zorlanma, görünüşüne gereğinden fazla önem verme veya diğer insanları görmezden gelerek sadece kendi iyilik halini önemseme bu sendromun en belirgin yansımalarından. Genellikle erkekler arasında daha yaygın olan bu tablonun gerisinde, dışarıdan görünür olmasa da büyük bir kendine güven eksikliği mevcut.

1983 yılında yazdığı kitabında, Dan Kiley, Peter Pan Sendromu tanımını ilk defa kullanmıştı. Kiley’e göre, her Peter Pan’ın arkasında onun büyüyememesine olanak sağlayan bir Wendy var. Onun adına kararlar veren ve sorumluluk yükünü sırtından alan anne veya eşler bu davranışlarıyla ona ne kadar güvenilmez olduğunu her seferinde kanıtlıyorlar.
Bu konuda pek çok araştırmaya imza atmış olan Humbelina Robles Ortega, Peter Panların yalnız kalmaktan duydukları endişe sebebiyle etraflarında ihtiyaçlarını karşılayacak insanlar bulundurma çabalarından bahsediyor. Duygusal ilişkiler ciddileşip talepler artmaya başladığındaysa, panikleyip kaçma eğilimindeler. Her zaman daha genç ve daha eğlenceli sevgililer bulmak, yetişkin yaşamının sorumluluklarından kaçmayı kolaylaştırıyor. Günü yaşama ve gelecek planı yapmaktan kaçınma bir anlamda Peter Pan sendromunu özetliyor.
Ortega’ya göre bu sıkıntının en büyük dezavantajı, yaşayan kişinin sorunun farkında olmayıp devamlı etrafındakileri suçlaması. Çözüm için öneri ise, farkındalığı sağlamaya yönelik istikrarlı bir psikoterapi süreci. Ortega, terapiye ailelerin katılımını da gerekli buluyor. Çünkü aşırı korumacı anne faktörünün, hayattaki sorunlarla baş etme becerilerinin gelişmesini engellediği görüşünde.
Dan Kiley, 1983. The Peter Pan Syndrome: Men who have never grown up. Dodd Mead.

“ÜZGÜNÜM, YİNE GEÇ KALDIM”


Kimi zaman hepimiz bir yerlere geç kalırız ancak bazı kişiler hiçbir yere zamanında gidemez. Geç kalmanın çeşitli sebepleri olabilir. Bu sebeplerden belki de en yaygın olanı, büyük kentin öngörülemez trafiğidir. Ne var ki randevularına kronik olarak geç kalan kişilerin gecikme sebepleri bu gündelik olaylardan çok, randevularına erken gitmekten kaçınmalarıdır. Hiçbir buluşmaya zamanında yetişemeyen birisine neden sürekli olarak geç kaldığını soracak olursak geç kalmayı hiç istemediklerini, düzenli ve planlı olmaya çalıştıklarını, sabah uyanmak için alarmı kurduklarını, hatta zamanında uyandıklarını ancak yine de randevularına zamanında gidemediklerini duyarız. Bu, doğrudur da. Kronik olarak geç kalanlar bu alışkanlıklarını değiştirmek için ellerinden geleni yaparlar ancak sonuç nadiren değişir.
İşin ilginç kısmı kronik olarak geç kalanların gecikme sürelerinin aşağı yukarı aynı olmasıdır. Buluşmalara 30 dakika yahut bir saat değil 5, 10 ya da en fazla 15 dakika gecikirler. Sanki ucu ucuna yetişmek ister gibi… Bu kişiler için randevuya zamanında gitme arzusuyla erken gitmekten kaçınma davranışı birbiriyle çatışır. Gecikmelerin küçük süreler olması da bu çatışmanın bir göstergesidir. Peki, bazıları, randevularına erken gitmekten ne sebeple kaçınıyor olabilir? Birincisi, bir yere erken gitmek can sıkıcıdır. Üstelik belirli bir “fırsat maliyeti” vardır. Oturur ve hiçbir şey yapmadan randevu saatinin gelmesini beklersiniz. Bu süre herhangi bir şey yapmak için yeterli uzunlukta değildir, o yüzden bir anlamda bu süreyi “boş boş” geçirmek zorunda kalırsınız. Bu da sürekli bir şeyler yapmak zorunda hissettiğimiz bir dünyada hiç de verimli bir davranış değildir. İkincisi, buluşmaya erken gitmek ve beklemek kendinizi rahatsız hissetmenize yol açabilir. Sanki etraftakiler size bakıyordur ve hatta sizi inceleyip yargılıyordur. Üçüncüsü, bir randevuya sadece birkaç dakika erken gelmek iyi hissettirebilir ancak epeyce erken gittiğinizde başkalarının sizi boş, hatta aylak birisi olarak görmesinden endişe edebilirsiniz. Sanki o randevudan başka bir hayatınız yokmuş ya da o buluşmaya gitmeye can atıyormuşsunuz gibi… Bu da vaktiniz değerli olmadığını düşünmelerinden kaygı duymanıza yol açabilir. Son olarak da, bir randevuya geç gitmek hoş bir şekilde olmasa da dikkatleri üzerinize çekmeye yarar. Şirketteki toplantı odasına, kalabalık bir sınıfa, sinemaya, konsere yahut bir aile yemeğine geç kaldığınızda kapıdan içeri girdiğinizde tüm bakışlar bir anda size çevrilir. Kimileri olumsuz da olsa bu sırada sizden söz edebilir. Dolayısıyla geç kalmak, bilinçdışı düzeyde, kişinin fark edilme ihtiyacını besliyor olabilir.
Her kişi için geç kalmanın anlamı farklıdır. Geç kalma problemi yaşayan kişi terapideyse, bu durum, seanslara geç kalmayla da kendisini gösterecektir. Terapide kişinin kronikleşmiş geç kalışları mutlaka sorgulanmalı, altta yatan nedenlere bakılmalıdır. Geç kalmamak için pratik önerilere başvurmak yerine bu nedenlerin konuşulması ve anlaşılmaya çalışılması kişinin geç kalma davranışına son vermesi için çok daha etkili bir yöntem olacaktır.  


OKUMA ÖNERİSİ
İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon

Basit küçük manipülasyonlar her ilişkinin bir parçasıdır. Ancak tekrarlayan kalıplar şeklinde ortaya çıkan manipülasyonlar önemli bir soruna dönüşür. Örneğin, narsist partner kendi iktidarını yerleştirmek ve eşini kendi istediği kişiliğe büründürmek için baştan çıkartıcı, kurnazca yollara başvurur. Partnerini tüketerek kendisinde eksik olanı çekip alır ve böylece kendisini tamamlar. Kitapta günümüzde gitgide daha sık rastlanan bir ilişki modeli haline gelen narsistik manipülasyon ilişkilerinin yanı sıra, diğer kişilik tiplerinin manipülatif özellikleri de açıklayıcı örneklerle aktarılıyor. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabın yazarlarından Pascale Chapaux-Morelli, Psikolojik Şiddet Mağdurlarına Yardım Derneği başkanı. Pascal Couderc ise psikanalist, klinik psikolog ve bağımlılık uzmanı. Kitabı Türkçeye çeviren Işık Ergüden.


THERAPIAGROUP PSİKOLOJİ&PSİKİYATRİ REHBERİ köşesi Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu öncülüğünde; Uzm. Psk. Burcu Gençer, Psk. Ceylan Özge Kunduz, Uzm. Psk. Şencan Taşkale tarafından hazırlanmaktadır.
SORULARINIZ İÇİN: info@therapiagroup.com

Kaynak:Radikal

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Psikoloji Haberleri