"Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm"
Erdem BEYAZIT
Yalom'a göre ölüm ilk anksiyete kaynağı ve bu sıfatla ilk psikopatoloji kaynağıdır. İnsanlık tarihi kadar eski bir yaşam deneyimi, en büyük varoluşsal kaygı "Ölüm" ya da yaşayan canlının son yaşam deneyimi.
Bu farklı bakış açılarının insan yaşamına nasıl etki ettiğini Otto Rank'ın "Borcu (Ölüm) Ödemekten Kaçınmak İçin Krediyi (Hayatı) Almayı Reddeden" cümlesi yeteri kadar açıklar kanaatindeyim. Rank doğum sırasında bedensel olarak anneden ayrılıp kopmanın ve solunum güçlüğünün temel ölüm kaygı ve korkusunu oluşturduğunu ileri sürmüştür. Bu beşeri bakış açısındaki farklılıklar ister istemez kültürel ve dini öğelerden de etkilenmiştir. "Bunun içindir ki ölüm kaygısı dinlere göre farklılık göstermektedir. Bu durum her dinin dünyevi yaşantı ve dini pratik yükümlülükleri arasındaki farklılıklar ve özellikle de ölümden sonraki yaşantılar ile ilgili dini öğretilerdeki farklılıklarla açıklanabilir." (Özkan & Erdoğdu,2007).
Bu izah sözel betimleyici olarak ele alındığında kabul edilebilir. Peki ya sonrası; Ölümün vücut bulmuş haline Yunan mitolojisinde Thanatos denir. Freud da içgüdülerimizden bahsederken ölüm ya da saldırganlık içgüdüsünü Thanatos kavramı ile açıklar. İnsandaki yıkıcı, öldürücü dürtüleri temsil eder. Yaşamı terk etmeye engel olamamanın verdiği hırsla gelir ve gelişi acı ve keder getirir kendinden sonraki dönemlere.
Bireylerin kendilerine özgü davranış, düşünce ve duygu biçimleriyle ilgilenen kişilik psikolojisi, günlük yaşamı içinde her an hem çevresiyle, hem de kendisiyle sürekli etkileşim halinde olan bireyi esas alır. Bu tür etkileşimlerde bulunarak kendine özgü duygu, düşünce ve davranış özellikleri gösterir birey. Kişiliğin nasıl ortaya çıktığını araştıran kişilik psikolojisi, kişiliğin yapılaşmasını etkileyen değişkenleri genetik, biyolojik, kültürel boyutlar gibi çeşitli boyutlarda inceler. Psikoloji bu kadar detaylı bir bakış açısına sahipken neden ölümün psikolojik süreçte gözden geçirilmesi ve araştırma alanı haline gelmesi bu kadar ihmal edilmiştir. Araştırmak ve bilimsel sorgulama yapmak, ölüm gerçeğini meşru bir daire içinde ele almak, psikolojiye yönelik tutumları, kayıpları, yasları, travmaları ve kişisel ölüm kaygısını tanımak, ölümü açıkça herhangi bir disiplin ile ele almak onu anlamak ve anlamlandırmak neden zor geliyor insanoğluna. John Lennon'un dediği gibi "Doğum halinde değilsen, ölüm halindesin demektir" gerçeği ile yüzleşmek mi korkutuyor bizleri.
"Ölüm ve Davranış İlişkisi" kavramı ilk defa Amerikan Psikoloji Derneğinin 1956 yılındaki toplantısında ele alındı. Bundan sonraki süreçte ki çalışmalar yaşlılık, doğa, ölümün anlamı, bağlanma ve buna bağlı olarak da ölümle ilgili tutumların nasıl inşa edildiğini anlamak için yapıldı. Yapılan bu çalışmalar sonucunda dört temel bulgu ortaya çıkmıştır.
Bunlardan birincisi farklı meşguliyetler içerisindeki insanın çok az olarak ölümü düşündüğü ve buna bağlı olarak çok az korku yaşadığı, ikinci olarak kadınların her zaman için erkeklerden daha fazla ölüm korkusu çektikleri gerçeği, üçüncü sırada ölüm korkusunun yaşla birlikte artmadığının tespit edilmesi ve son olarak kendi ölümünü göz önüne alan kişinin bundan rahatsızlık duyduğu ve buna bağlı olarak sevdiklerinin yaşayacaklarına karşı daha duyarlı oldukları görülmüştür.
1956 yılına kadar tam olarak ele alınmayan ve kendisinden kaçanları kaçtıkları yolun sonunda bekleyen bir gayya kuyusu. Vuslatın habercisi, düğün gecesinin baş konuğu ölüm. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. Ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu. Batı psikolojisinin böyle bir vasiyeti tam anlamıyla sindirerek okumasını beklemiyorum. Ancak doğu/sufi psikolojisinin dinsel terminolojiden uzak kalmaması bu mirası iyi okuması gerekmektedir. Hayatın biyolojik bir sürece indirgenmiş olması, yaşamın sadece yaşamak için yaşanması, sonucu ortadan kaldırdığı gibi sürecide anlamsız kılmakta ve insanoğlu ölümü hayatında yok hükmünde ele almaktadır. Ancak yokluk bir gün aslına rücu edecektir. Siz şimdilik Mevlana'nın şu beyitini sessizce tefekkür edin...
"Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret, güneşle aya gurûbdan hiç ziyân gelir mi?
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?" (Mevlana)
Yazılanların ışığında söylenecek son söz "Doğum halinde değilsen, ölüm halindesin demektir."