Bir defasında Van Gogh, Rembrandt'ın yaptığı bir fahişe portresinden hareketle şöyle der:
— "Köylü kadın resmi yaptığımda, onun tam anlamıyla köylü kadın olmasını isterim. Yok eğer bir fahişenin resmini yapıyorsam, o takdirde kadının yüzünde fahişeliğin tam anlamıyla görünmesini isterim."
Bu tutum, o dönemin gözde gerçekçiliğinin izlerini yansıtıyor. Bilhassa XIX. yüzyılda, gerçeğin salt görünüşünden elde edilebileceğine inananlar, gerçeği tüm çıplaklığıyla gösterebileceklerini sanıyorlardı. Denediler de nitekim. Hırsla. Heyecanla. Şevkle.
Sonuçta gördükleri ve gösterebildikleri sadece gerçeğin küçük bir kısmı oldu. Gerçeğin bir kısmı. Kendi gerçeklerinin.
Van Gogh, bir ressamın, kadını, çalışmalarının dışında tutmasını 'çağdışılık' olarak tanımlıyor, ve fakat asıl soruyu sormayı unutuyordu:
Hangi kadını?
Zavallı Van Gogh, yüzüne baktığı kadınlarda anne şefkatini aradığını hiç farkedemedi. Hatta acıyla boyadığı o güzelim süsenlerde. St. Rémy'de mavileriyle etrafa hüzün saçan yorgun süsenlerde. Yorgun süsenlerin kararmış mavisinde.
Hep merak etmişimdir, Maison de Santé'den yazdığı bir mektupta sözünü ettiği Meryem Ana tablosundaki Meryem'in elbisesi acaba mavi miydi?
Bilemiyorum.
Ne garip, Van Gogh resmi o denli gözkamaştırıcı bulur ki ona bakmayı bile göze alamaz.
* * *Mekke'nin Fethi'nde Efendimiz (s.a) Kâbe'nin içindeki putları bizzat asasıyla kırıp paramparça eder. Kâbe duvarındaki fresklerin de silinmesini emreder. Ancak sağ eliyle bir freskin üzerini kapatıp şöyle der:
— "Bu müstesna, ona dokunmayın!"
Efendimizin, kendisine dokunulmasını menettiği freskte, Hz. Meryem'le oğlu (çocuk İsa) birlikte resmedilmişti. [Muhtemelen bu fresk Maestà (Ulviyet) adı verilen ikonalar sınıfındandı. Tahminim doğruysa, Hz. Meryem, kucağında, şefkatle bebek İsa'yı tutarken tasvir edilmiş olmalı.]
Bu fresk uzun süre Kâbe'nin içinde öylece muhafaza edilecek, lâkin Emevîler döneminde çıkan arbedelerden birinde tamamen silinip gidecektir.
Unutulmuş bir ayrıntıdır. Yürek burkan bir ayrıntı.
* * *Efendimizin bu freskin silinmesini niçin istememiş olabileceğini düşündüğümde, ilk aklıma gelen sebep, kendisinin bir yetîm oluşuydu.
Anne şefkatine hasret bir yetîmin, yetîm bir peygamberin kalbi, anne-oğul tasvirinin silinmesine razı olmamıştı.
İtalya'da sıklıkla karşı karşıya geldiğim her Maestà tablosunun önünde, âdeta "Ona dokunmayın, bu kalsın!" diyen yetîmin sesini hissetmiştim yüreğimde. Alemlere rahmet olarak gönderilen elçinin sesini. Annesini özleyen bir elçinin sesini. Amine'nin oğlunun sesini.
* * *O freskte Hz. Meryem'in elbisesi hangi renkti acaba?
Acaba mavi miydi? Öyle ya, mavi, —Leonardo'nun da dediği gibi— mesafenin simgesidir. Hürmet ve tazimin. Derinliğin ve yüceliğin. Nitekim mavinin ve gittikçe açılan derecelerinin renk perspektifi oluşturmak amacıyla uzaklığı (ufku) temsilde kullanıldığı XV. yüzyıldan bu yana bilinir. Gök mavidir. Yüksekte olan. Uzakta olan. Yüce olan.
Hegel bile şöyle söyler:
— "Mavinin huzur verici dinginliği derunî bir sükûnet, yumuşaklık ve hafifliğe delâlet ettiğinden, Hz. Meryem mavî bir harmanî giyer; nadiren de gözalıcı kırmızı bir elbise." (Maria z.B. trägt meist einen blauen Mantel, indem die besäftigende Ruhe des Blauen der inneren Stille und Sanfheit entspricht; seltener hat sie ein hervorstechendes rotes Gewand.)
Vasily Kandinsky, hatırlanırsa, mavi'nin hareketini "merkezden çevreye, yani dışa doğru" (exzentrich) biçiminde tanımlıyordu.
Mavi insandan uzaklaşan bir renktir. Göğün rengi. Ulvîdir bu yüzden. Ulaşılmazdır. Uzaktır. Uzaktadır.
Hz. Meryem mavi elbisesiyle mi bambinosunu (çocuk İsa'yı) kucağına almıştı?
Sanmıyorum. Çünkü sevgi uzaklaştırmaz, yakınlaştırır.
* * *Modern bir kültür tarihçisi, Victoria Finlay, "Bakire Meryem hiç mavi giymemiştir." diye iddia eder, ve ekler:
— "Rus ikonlarında daha çok kırmızıdır. Yedinci yüzyıl ressamlarıysa onu çoğunlukla morlar içinde gösterir. Bazen beyaz da girer."
Buna mukabil kırmızı doğumu (sevgiyi ve kavuşmayı) sembolize eder; mor ise gizemi (ulviyet ve ihtiramı). Mavi, göklerin kraliçesinin rengi. Beyaz masumiyet. Siyahsa yas.
Bizanslılar, kralları ve kraliçeleri için acaba neden moru tercih ediyorlardı?
Uzmanlara göre, o dönemde en pahalı boya mormuş. Nitekim XV. yüzyıl Hollandasında Hz. Meryem'e hep scarlet giydirilmesinin nedeni de bunun en pahalı kumaş olmasındanmış.
Hz. Meryem XIII. yüzyıldan itibaren mavi giyinmeye başlamış, zira mavi rengin maddesi 'ultramarin' (ki en zengin kaynak Afganistan'dır), İtalya'ya ancak bu yüzyılda gelebilmiş. Üstelik pazarın en pahalı rengi olarak.
Bu yüzden de ultramarin mavisi, Hristiyanlığın en değerli simgesini giydirmek için seçilmiş. Yani maviye kilise tarafından el konmuş. Hele hele Papa V. Pius, onaltıncı yüzyılda liturjik (ayine özgü) renkleri tasnif ettiğinde, mavi istisnasız olarak Hz. Meryem'e tahsis edilmiş.
Hegel'in, Hz. Meryem'i niçin hem maviler içinde gördüğü, sanırım şimdi anlaşılmış olmalı.
* * *Bu fakire gelince, bendeniz, hayalinde, Kâbe'nin içindeki freskte kucağında yavrusuna sarılan Hz. Meryem'i, içine biraz sarı karışmış (turuncuya yakın) kırmızı bir harmanîyle tasavvur ediyorum. Yani hürmet ve ihtiramdan çok şefkat ve merhametin rengiyle.
Nezdimde şefkatin rengi turuncudur. İçinden sarıyı çekip alınız, karşınıza aşk ve şehadetin rengi çıkacaktır!
Kırmızı: Hallac'ın rengi. Ve dahî, Şems'in...
Ey talib, her makamın bir rengi vardır. Rengini iyi seç!
Makamınca seç!