Suna Tanaltay İle Anneler Günü (Röportaj)

Türkiye Gazetesi Yazarı Betül Altınbaşak, Pazar Kahvesi köşesindeki yazısında, bu hafta Suna ve Erdoğan Tanaltay çiftini konuk etti...

NETGAZETE.COM - Eğitimde sevgi çok önemli. Öğrenin ve öğretin

Türkiye Gazetesi Yazarı Betül Altınbaşak, Pazar Kahvesi köşesindeki yazısında, bu hafta Suna ve Erdoğan Tanaltay çiftini konuk etti. Betül Altınbaşak, ''İki insan düşünün ama biri diğerinde yaşıyor, sanki bir kalp iki bedende atıyor... Ve o iki beden açmış kollarını milyonları kucaklıyor. Onların insanları bu denli sarışı, ulaşabildikleri her yüreği himaye edişi, sahip oldukları bu sınırsız sevgi, üstadı oldukları psikoloji ilminden mi kaynaklanıyor, yılların ruhlarına üflediği bilgelikten mi? Yoksa büyük bir tevazuyla söyledikleri gibi bunu ailelerinden mi öğrendiler? Belki de hepsi... '' diyor.
Betül Altınbaşak'ın yazısı şöyle:

SUNA VE ERDOĞAN TANALTAY İLE ANNELER GÜNÜ ÜZERİNE

Önce SEVGİ vardı...

Sunuş

İki insan düşünün ama biri diğerinde yaşıyor, sanki bir kalp iki bedende atıyor... Ve o iki beden açmış kollarını milyonları kucaklıyor. Onların insanları bu denli sarışı, ulaşabildikleri her yüreği himaye edişi, sahip oldukları bu sınırsız sevgi, üstadı oldukları psikoloji ilminden mi kaynaklanıyor, yılların ruhlarına üflediği bilgelikten mi? Yoksa büyük bir tevazuyla söyledikleri gibi bunu ailelerinden mi öğrendiler? Belki de hepsi... Ama biz, Suna&Erdoğan Tanaltay çiftini takdim ederken nereden başlayacağımıza bile karar veremiyoruz. Türkiye’nin en değerli psikologlarından Suna Tanaltay ve Türkiye’de psikiyatrinin piri Erdoğan Tanaltay. Bu hafta bize muayenehanelerinin kapılarını açtılar ve anneler gününde sizinle paylaşmak üzere muhteşem bir sohbet imkânı sundular. Karşılıksızca okuttukları, kol kanat gerdikleri yüzlerce çocuk ve gençten mi, çeşitli radyo-tv ve gazetelerde kendi tabirleriyle beş kuruş kazanmadan 50 yıl bize yol göstermelerinden mi, sayısız konferans ve kitaplarından mı, imza attıkları toplum projelerinden mi yoksa o hep gülen gözlerinden mi bahsedelim. Onlar, paranın-pulun, malın-mülkün kimseye vermediği mutluluğu, kimsesiz bir gencin üniversite diplomasında, telefondaki bir sesin heyecanında, memleketin herhangi bir yerinde geçerken gururlandıkları sokağın adında, salonların alkışlarında, bir çocuğun yalnız ama ümit dolu bakışlarında; yani bu ülkenin insanlarında bulmuşlar! Ve onu hâlâ aynı şevkle hepimize dağıtıyorlar. Bu sohbet esnasında bir defa daha gördük ki, onlarda hepimize yetecek sevgi ve mutluluk var.

“İnsanın en yakın örneği kendi annesidir” diyen Suna Tanaltay, “Annem hayatı roman olacak bir öğretmendi. Atatürk Türkiye’sinin ilk öğretmenlerinden. O’nun babası da edebiyat öğretmeniymiş ve Mehmet Akif Ersoy’un da en yakın arkadaşlarındanmış. O dönemin şartları... Dedem Şam’a sürülür. Ve karısı ve iki kızıyla Şam’a göçer. Anneannem, annem 9 aylıkken, çok genç yaşta Şam’daki kolera salgınından vefat eder. Dedem Şam’da öğretmen bir Türk hanımla ikinci evliliğini yapar. Öğretmen hanım da dedeme 3 erkek çocuk verir. Ancak ne acı ki öğretmen hanım da 3. doğumundan sonra ölür. Ve ölüm döşeğinde son arzusu eve ilk geldiği zaman bağrına bastığı o küçük bebeğin öğretmen olmasıdır. Bey der; “Macide’yi öğretmen yap...” İşte benim annem o Macide’dir.

ANNENİN YERİNİ TUTAR MI?

- 5 çocukla yalnız kalarak, çok zor günler geçirmiş olmalı dedeniz.

S.T: Evet. Babaannem hayattaymış o dönem. Ve neden sonra dedem affedilir, yurda dönerler. Derken yerleşirler ve hayatlarını tekrar düzene sokarlar. Fakat annem her akşamüstü bir bahaneyle bir feryat tutturur ve ağlarmış. Pek çok doktor gezdirmişler, o zamanlar ünlü yabancı doktorlar da yaygın... İçlerinden birisi; “Annesi mi yok bu çocuğun?” demiş. Dedem de “Annesi yok ama omzumuzda taşıyoruz, sürekli şımartıyoruz” diye cevap vermiş. Doktorun cevabı çok manidardır ve belki de anneler gününün özeti; “Siz O’na bir cihan bağışlasanız, annesinin; “Hadi oradan!” diye itmesinin verdiği hazzı veremezsiniz.” Hiç unutmam yıllar sonra bize anlatılan bu hadiseyi. Annem işte bu şartlarda büyür ve teyzemle beraber Çapa Öğretmen Okula giderler. Seneler geçer, annem öğretmen olur; Anadolu’ya gidip, milli mücadeleye katılır. Zorluklarla, işgal altında , ama çocuklara, memlekete hizmetle geçen yıllar içinde annem Mersin’de babamla tanışır, evlenirler ve biz dünyaya geliriz.

- Güçlü ve zor şartlarda yetişmiş bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmişsiniz.

S.T: Evet, ama işte bu şartlarda annesiz yetişen öğretmen Macide eşsiz bir anne olmayı da başarmıştı. Hiç unutmam, daha gözlerimi açmadan odamın mis gibi çiçek kokularıyla dolduğunu hissederdim, sanki çiçek bahçesindeyim Uyanır etrafıma bakardım, annem yastığım çevresini sümbüllerle, nergislerle bezemiş. O zamanlar Mersin’de çiçekçi nerede? Sabah erkenden kalkmış pazardan benim için taze çiçekler almış. Kalkmak isterdim, “sen daha yat, ben sana marmelât yapacağım” derdi. Doğrulurdum, öperdim boynundan, koklardım annemi; bütün nergislerden, sümbüllerden güzel... Anne kokusu... Ben annemden sevmeyi öğrendim, anneliği öğrendim. Sadece kendi çocuklarının değil, bütün çocukların annesi olmayı, hepsini sevmeyi öğrendim. Yıllar sonra annemin bir öğrencisi beni buldu ve Macide Öğretmeni’ni bana anlattı, koca adam olmuş ama Macide öğretmenin öğrencileri için yaptıklarını unutmamış.

BABA BAŞARI İSTER, YA ANNE?

- Çocuk terbiyesinde anne babanın rolleri farklı mıdır?

S.T: Bir kere anne sevgisiyle baba sevgisi birbirinden farklı sevgiler. Baba sevgisi şartlı bir sevgi. Yani baba çocuğundan başarı ister, çocuğu çalışkan olacak, terbiyeli olacak... Babanın istediği gibi olacak. Yani baba sevgisinde bir zorlama var. Anne sevgisiyse tamamen şartsız. Anne ne olursa olsun sever. Çocuk başarılı olsa da olmasa da sever; çocuk ne yaparsa yapsın sever. Anne çocuğundan sadece gülümseme ister. Baba ailede daha otoriter; yeri geldiğinde emreden, yeri geldiğinde tatlı sert olabilen... Anneyse her zaman yumuşak, sıcak, güven telkin edici.

- Peki bu doğru mu, yani bu böyle kabul edilmeli mi?

S.T: Elbette. Yani bir denge sağlanmalı ve bunu bir kişinin yapması çok zor. Bu yüzden ailede rol ayrımı çok önemli. Ailede babanın otoriter olmadığını düşünsenize... Çocuk zayıf almış ve herkesten duyduğu cevap aynı; “olsun, önemli değil vs.” Tamamen hoşgörücü, affedici bir tablo... Burada da çocuğu çalışmaya, başarıya, gayret etmeye yönlendiremeyebilirsiniz. Tam tersine, sadece çalışmaya yönlendiren, katı bir yaklaşımın da çocuğu mutsuz edeceği çok açık. Yani, bu denge çok önemli.

E.T: Ve bu denge çocuğun toplumla ilişkisini de yönlendiriyor. İnsanın topluma ve diğer insanlara karşı hissettiği güven duygusu anneden geliyor. Çocuk bazı kuralları öğrenecek babadan, düzene, kurallara uymayı. Annedense güvenmeyi, sevmeyi öğrenecek.

S.T: Anneyle baba arasındaki bu rol ayrımı çocuğun topluma uyumunu o kadar etkiliyor ki, bu denge bozulduğunda çocukta çok büyük kişilik problemleri gözlemliyoruz. Otorite annede olursa, baba çok yumuşak olursa genelde bir karmaşa oluyor. Yine de iş yürür gider ama anneye çok otoriter olmak, babaya da her şeye “evet” demek yakışmıyor. Burada otorite demek, çatık kaşlı, vurup kıran, sürekli eleştiren bir baba demek değil ama bir erkek çocuk için örnek babası, kız çocuk için de anne; kendi cinsi yani... Parçalanmış ailelerde yahut oğluna çok düşkün, otoriter annelerin olduğu yuvalarda, erkek çocukta kimlik arayışı olur, kimlik karışması olur, dolayısıyla erkekçe yetişmesinde zorluk olur. Onun için cinsel sapmalara dahi rastlıyoruz.

SEVMEYİ ÖĞRENİN, ÖĞRETİN

- Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
S.T: Birbirlerini sevsinler, çocuklarına, yakınlarına her şeyden önce sevmeyi öğretsinler. Vermeyi, almadan vermeyi sevsinler. Vererek mutlu olmayı denesinler. Görecekler ki en kolay mutlu olma yolu vermektir. Her karanlıkta bir aydınlık vardır, ümitlerini asla kaybetmesinler.

SUNA TANALTAY:

Çocuklardan boşanılmaz!

Boşanmaların çocukları çok etkilediğini belirten Erdoğan Tanaltay, Suna’nın bir lafı var; “Eşler birbirinden boşanabilir ama çocuktan boşanılmaz.”
S.T: Anneler yalnız bir gün hatırlanmamalı. Boşanmış bile olsalar, babaların çocuklarına, “anneniz sizi dünyaya getirdi, anneniz sizin için en değerli varlıktır, anne sevgisini ihmal etmeyin” demeli. Onlara anne sevgisini aşılamalı. Ya da çocukların annede kaldığı durumlarda annenin idarede zorlandığını görüyoruz. Babanın yokluğundan doğan bir otorite boşluğu ya da bu boşluğu doldurmaya çalışırken çok fazla sertleşen, şefkatini, anne sıcaklığını hissettiremeyen annelerle karşılaşabiliyoruz. Her iki durumda da çocukların bir ikilemde kalacakları kesin. Anne otoriteyi sağlarken, anneliğin yürek dolusu sevgisini de yansıtabilmeli.

UZUN EVLİLİĞİN SIRRI NE?

S.T: Ben diyorum ki Türkçe’de ve bütün dillerde şahıs zamirleri çok yanlış sıralanmış; “ben, sen, o, biz, siz, onlar” diyoruz. Bu çok ayıp. Sen, o, ben, siz, onlar, biz” olmalı. Bizim evliliğimizde önce sendir. Erdoğan bana “önce sen der; ben de O’na “önce sen” derim. Tartışırsak bile “sen”den tartışırız, “ben”den değil. Yani demin de söylediğim gibi, sevgi bir veriş-alıştır, alış-veriş değil.
E.T: Ben Suna’yı öteki odadayken özlerim, o rahatsızlansa ben bunalıma girerim. İşte uzun ve mutlu evliliğin sırrı bu. Bu zorla olacak bir şey değil. Sınırsız seveceksiniz birbirinizi, bir aradayken bile özleyeceksiniz. Suna da aynı hisleri bana karşı besler, ziyadesiyle... Emek verdik biz sevgimize. Biz çok şanslıydık bu konuda, birbirimizi bulduk. Dilerim herkese böyle bir sevgi nasip olur.

ÇOCUKLAR HER ŞEYİ SİZDEN ÖĞRENİYOR

“Çocuğun kişiliğinin oluşumunda, dünyaya bakışında en önemli etken kuşkusuz aile” diyen Suna Tanaltay, “Çevre ve hatta okul daima aileden sonra gelir. Çünkü hem çocuk okul yaşına, çevreyle etkileşime geçebilecek çağına gelene kadar, kişiliği ailesinden aldıklarıyla büyük ölçüde oluşmuş oluyor hem de, ailenin yerini hiçbir şey tutmuyor” dedi.

AİLELERE ÖNEMLİ TAVSİYELER

“Benim her konuda olduğu gibi çocuk yetiştirmede de en büyük tavsiyem sevgi” şeklinde konuşan Suna Tanaltay şu uyarılarda bulundu: “Her şeyin başıdır sevgi. Çocuklarını çok sevmeliler. Her ebeveyn çocuğunu sever tabii ama bunu onlara hissettirmeliler. Çocuklarını severek, onlara başkalarını sevmeyi de öğretebilirler. Çocuklarını asla cezalandırmasınlar. Ceza yerine ödüle dayalı bir terbiye düzeni sağlasınlar. Bizim tavsiyelerimiz bu yönde ve yapılan araştırmalar da ödüle dayalı eğitimin daha başarılı sonuç verdiğini gösteriyor. Dayağa katiyen başvurmasınlar. Yani çocuk affedilmeyecek bir kabahat de işlese, ona ceza vermek yerine ders almasını sağlamaya çalışın. Mesela ona deyin ki; “gitmek istediğin yere bugün değil, yarın gideceksin. Bugün otur yaptığını düşün.” Bu şekilde onu incitmeden bir ders vermiş olursunuz.”

Psikoloji Haberleri

1. Dalga Terapiler nelerdir?
ABD Kollektif Travmayla Boğuşuyor
Alışveriş Hastalıkları Hangileridir?