Marko Paşa’ya Dert Anlatmak*: Sosyo-Linguistik Açıdan Türk Siyasalının Bunalımı
Aynı dili konuşamayanlar, birbirlerinin dışında kalırlar. Tıpkı toplumsal bir dizgenin dışında kalmak gibi. Dert anlatmak, psiko-linguistik (analiz) süreçte oldukça merkezi bir rol oynar fakat ‘Marko Paşa’ya dert anlatmak’ tan kastedilen şey; herkese mâlûm olduğu üzere Psiko-linguistik bir eksende yeralmaz, daha ziyade Sosyo-linguistik bir eksende yeralır. Yani bu darbımeselin ortaya çıkış şartlarına bakıldığında onun altında neden gerçek bir dertleşmenin (sîne-i yareye merhem olacak bir işlem) olmadığı iyice anlaşılır. “Modernleş(tiril)me” vetiresiyle başlayan gelişmeler dahilinde devletin dönüşümü ve uygulamış olduğu ceberût politikalar, halkın devletle olan siyasal münasebetini sorunlu hâle getirmiş, ortaya devlet ile problemler yaşayan bir tebaayapısı çıkmıştı. Birçok Siyasetbilimci ve Sosyolog bu katı uygulamaları (siyasal söylem olarak karşılığı= “Devrimler”i ) siyasal ve toplumsal etkileri bakımından analiz ve tendit etmiştir fakat resmi söylem tarafından yapılanlar, bu tür çalışmaların istenilen hedeflere ulaşmasına, bir mâkes bulmasına, yeni bir düşünce ufkunun oluşmasına engel teşkil etmiştir. Bazı düşürnürlerin ifade ettikleri gibi, “Modernleş(tiril)me” nin Türk siyasi hayatında kazanmış olduğu anlam, onun ontolojik karakterini gölgelemiştir. “Modernleş(tiril)me” altında yapılan bütün köklü değişimler, ontolojik bir mecburiyetin ya da ‘devleti kurtarmak’ şeklinde özetleyebileceğimiz bir gerekçe altında vuku bul(durul)du fakat durum öyle olduğu ve kaldığı sürece, bazı problemlerin aklı selîm bir tarzda ele alınıp analiz edilmesi engelleniyordu. Şayet böyle ise; ya varlığın dayattığı bir zorlama karşısında bu icrââtleri uygulamak zorundan başka bir suçu günahı olmayan aracı/alet hükmüne giren icraatler ve icrâcılar( devlet büyükleri) ya da ortaya ‘devleti her türlü mezalimden kurtarmaya çabalayan bir siyasi irade’ çıkacaktı. Böylelikle ‘Marko Paşa’ya dert anlatmak’, sadece anlamını kaybetmekle kalınmamakta aynı zamanda onun doğuşunu temin eden şartlar gözden kaçırılmaktaydı. 'Marko Paşa'ya dert anlatma'nın varlık şartlarını tesbit etmek, ortaya çıkarmış olduğu tesirleri tesbit etmekden önemsizdir. Yani herhangibi söylenceyi hangi zaman dilinde hangi şartlar altında ortaya çıktığını aydınlatmak, tarihsel semantiğin verileriyle bağlantılarını vuzûha kavuşturmak vb... tesirlerinin yanında bir kıymet-i harbiye arz etmez. O hâlde burada kastettiğimiz şey; bir söylencenin linguistik şartlar altındaki değeri değildir, siyasal şartlar altındaki değeridir.
‘Marko Paşa’ya dert anlatmak’, tek yönlü bir harekettir. Bu hareketin dönüşümü ve karşılığı yoktur; aşağıdan yukarıya doğrudur(yönetilenden yönetene doğru) fakat bu, Prof.dr Toshihiko İzutsu’nun ‘Dua’nın iletişimsel sürecini açıkladığı tarzda bir yönelime sahib değildir. Yani ‘Dua’da gözlenen iletişimsel süreclerin temel karakterlerini vermez. Aynı zamanda O ‘Dua’ olmadığı gibi bir ‘Dilek’ bir ‘İstek’ kategorisine de dahil değildir. Çünkü ‘Marko Paşa’ya dert anlatmak’, siyasal bir konumun dilsel (sosyo-linguistiksel) bir konumdan daha önde ve daha belirgin olduğu bir konumdur.
Marko Paşa'ya dert anlatma’nın kavuştuğu anlam göstergesi; bazen devletin içindeki unsurların (yöneten sınıfın) değişimini, bazen de devletin konumunun değişimini (yapısal türden) gösteren bir ekseninde durur. Marko Paşa’ya havele edilenler ise, yönetilenleri temsil eder.
İsmail Kara’nın ve temsil ettiği fikir çevresinin Osmanlıya yaptığı ya da Osmanlı etrafında toplanan vurguları –siyasetin yöneten ve yönetilen değişmezleri bakımından değerlendirildiğinde-, ‘Marko Paşa’ya dert anlatma’yı başka bir şekilde üretmiş ve onu yeniden hotlatmış gibidir. İsmail Kara’ya bu konularda yöneltiğimiz en büyük tenkid, ‘Marko Paşa(lar)’ ile ‘dert anlatan(lar)’ arasında herhangibi bir mesafeye izin vermeyişidir. Yani; İsmail Kara’nın açtığı kapıdan girip meseleyi benimseyen kimseler (ki bunlar umumi olarak ‘dert anlatanlar’ sınıfına dahildirler, devletin yüksek büroksasisiyle uzaktan yakından bir bağları bulunmaz vb...) bir zihin bulanıklığıyla ‘Konum ve Kimlik’ dönüşümüne uğramış, daha doğrusu ‘Hulûl’etmiş gibi hareket ederler. ‘Konum ve Kimlik’ dönüşümünden kastedilen; dilsel süreç olarak ( daha ziyade Şizofrenilerde net olarak tesbit edilen) kategorisel kaymalardır. Böyle olunca ‘Marko Paşa(lar)’ gibi konuşmaya başlayan, öyle davranan, öyle hisseden, öyle bakan ve öyle gören kişiler zuhûr etmiştir [Çoğu yerde Hegelyen devlet teorisiyle benzerlik kurmaktan insan kendini alamaz].
'Marko Paşa(lar) sadece içerde değil etrafındaki tüm ülkelerle tarihi ve kültürel yapıyı sistematik olarak tahrib etmiş, hiçbir sorunu ciddi bir şekilde çözememiştir. İçerde sergilediği etnik yapıları körükleyen ve bu etnik problemler üzerinden beslenen yapısı, ülke içindeki hiçbir etnik yapıyı mutlu edememiş( sistematik olarak 'Milliyetçiliği' beslemesine rağmen), tüm muhalif yönelimleri kısacası kendileri dışında kalanları büyük bir cezaya çarptırmışlardır. Uzun bir geçmişleri olan bütün sorunlar*, zaten çözülmek için değil bilakis bunlardan çatışma alanları elde elde etmek ve bunlar üzerinden beslenilen bir rant çarkı üretme maksadı içindir. Bunlar; Dini kullanan fakat dindar olmayan, Milliyetçiliği körükleyen fakat nesebleri bile farklı türden olan, Batıyı-Batıcılığı kullanan fakat bunların dışında olan, yeri gelince herşey olan yeri gelince hiçbirşey olan yeri gelince herşeyi kullanan zevatlardır. Bu kadar değişkenin arasında değişmeyen tekşey, onların konumlarıdır. Yani 'Marko Paşa' olarak "dert anlatılan" makamdır.
'Marko Paşa'ya dert anlatmak'ın eş-süremli anlamı: Göstergelerin zaman içindeki anlam değişimi burada da geçerlidir. Siyasi problemlerin beraberinde çok ciddi başka bunalımları getirmesi, 'devletin varlık durumuna kadar uzanmıştır. Oysaki tüm yapılanlar, 'devletin bekâsı' söylemi etrafında yapılmıştı ( bu da onların diyalektik niteliğinin bir devamıdır) fakat bu kez uzun zamandan beri 'Marko Paşa(lara)'ya havâle edilmiş olanlar değil 'Marko Paşa(lar)'ın kendisi "dert anlatmak" zorunda kalacaklar. 'Marko Paşa'ya havâle edilenler geçen bu süre içinde havâle edildiklerine 'dertlerini anlatamadıkları' tarihi tecrübelerle de sabittir; bakalım 'Marko Paşa(lar)' bunu nasıl başarabilecek.
Türk siyasalında en alttakilerden en üsstekilerine doğru yönelen bütün hakeretleri ‘Marko Paşa’ya dert anlatmak’ şeklinde kısaca hülâsa edebiliriz. Bu istikametteki hareketlerin –hangi tür talebleri kapsarsa kapsasın- nazar-ı îtibara alınmamasının nedeni, formsal ve maksadsal şartlardır. Formsal şartlardan kastedilen; derdi anlatanların –Marko Paşa’ya havâle edilenlerin-, siyasete ait şeyleri yürütebilecek kuvvet ve kudreti ellerinde bulunduramayışı ya da bunları kaybetmiş olmalarıdır. Maksadsal şartlar ise; ‘Marko Paşa(lar)’ın çıkarlarına ters düşen herşeydir. Dolayısıyla anlamanın bazı şartları da dışarda kalmıştır.
‘Marko Paşa’ya dert anlatmak’ darbımeseli, her işitildiğinde kendi siyasi konumunu kaybetmeden dermânı olmadığı hâlde dertlerini anlatmaları için ‘Marko Paşa(lara)’ya’ havâle edilenlerin sosyo-linguistiksel vechesini de duyurmaya devam eder.
* Hâlbuki tarihsel kişiliğiyle ‘Marko Paşa’ kendisine havâle edilen hastaları-derman bulmadığı hâlde- sabırla sonuna kadar dinlemesiyle muşhurdur. [Ayrıca bu paşanın yüzlerce askerin zehirlenerek ölümünden sorumlu olduğunu da söylenir.]
** Bu sorunlar o kadar geniş ve kapsamlı bir niteliğe sahibtir ki; hakkında söylenmiş söz, yazılmış onca eser, bunun (hilkat garibesinin) sadece bir kısmını aydınlatabilmiştir.