Günümüz modern dünyasında birçok kişinin kendini ispat ve tatmin etmek, farklı olduğunu kanıtlamak, kendisi ve hayatın gerçekleri ile yüzleşmekten kaçınmak , tanınmak ve popüler olmak gibi amaçlarla sanal dünyaya bağımlı hale geldiğini görmekteyiz. Oysa ki, “bağımlılığın her türü zarar vericidir…”
Bazı araştırma ve gözlem sonuçlarına göre oranları her geçen gün daha da artan sayıdaki özellikle gençlerin önemli bir bölümünün sosyal medya denilen “küresel tuzaklara” karşı zamanla “bağımlı” hale geldiklerine; okulda geçirdikleri zamanlarından çok daha fazlasını internet, akıllı telefon ve tv başında harcadıklarına şahit olmaktayız.
İnsanlarda yaygın şekilde gözlenen yalnızlık duygusu, tatminsizlik, duygusal boşluk, amaçsızlık, güven boşluğu, başarısızlık değersizlik, çaresizlik, ne yapacağını bilememe ya da cesaretsizlik gibi gerçeklikler ve öfke, kaygı, üzüntü gibi duygularla yüzleşmek yerine; bazı kişiler özel şeylerini yüz yüze iletişim halindeyken yapamayacağı şekilde başkaları ile paylaşarak kendini; iyi, mutlu, güçlü, başarılı, saygın, dürüst, açık, samimi, içten, vs. şeklindeki olumlu özelliklere sahip birisi olarak sunabilmektedir. Böylece bu insanlar olumlu yönleri ile anılan, görülen, değerlendirilen ve kabul görüp alkışlanan yani, yüceltilen birer insan olarak sanal bir duygusal tatmin yaşayabilmektedirler.
Oysa bu riskli bir durumdur. Çünkü, gerçek hayatın içinde yüz yüze geldiği ve geleceği gerçeklikler ile sanal ortam arasındaki çelişkiler, kişinin zamanla iç dünyasında daha derin bir tatminsizlik, değersizlik , umutsuzluk, çelişki ve çatışmalar yaşayarak mutsuz olması ile sonuçlanabilir. Ve bu durumda da insan duygusal çökkünlük girdabına düşerek, gerçekliğin uzağında kalabilir. Unutulmamalıdır ki, zaten takılan her maske bir gün düşecektir ve yüzleşmekten kaçınılan gerçeklikler halının altına süpürülerek yok olmayacaktır.
Ancak, sözün yanlış anlaşılmaması için şunları da eklemek isterim. Sanal dünyanın takipçisi olmak başka, sanal ortamın bağımlısı olmak başkadır. Çünkü, sosyal medya artık yaşamımızın bir gerçeği ve kullanıcılarının sayısı da her geçen gün daha da artmaktadır. Bu gerçeği görmezden gelmek doğru olmadığı gibi, günün uzun bir zamanını ve özellikle de en verimli saatlerini kesintisiz bir şekilde sosyal medyanın aktif takipçisi, daha doğrusu “aktif bağımlısı” olarak harcamak da o kadar yanlıştır. Elbette ki dünya da olup bitenleri takip etmek, gelişmelerden haberdar olmak, dünyanın ve insanlığın yararına veya zararına olan olayları ve gelişmeleri anlık olarak izlemek, takipçilere evrensel ve insani doğruları ve gerçekleri duyurmak, yaşanan sorunlara dair çözüm önerilerini öğrenmek, yanlış mesajlara karşı doğru mesajlar vermek ve nihayette insanları kaçtıkları gerçekleri ile yüzleşmeye davet etmek önemlidir. Bağımlı hale gelinmediği, teknolojinin kontrolünde sanal bir yaşam alışkanlığına dönüşmediği , önceliklerinizi erteletmediği ve sizi gerçeklikten ve gerçek yaşamınızdan koparmadığı sürece sosyal medya bilgilenme ve haber alımı ya da iletimi için kullanılabilir. Bu ise kullanıcının bilinçli olması yani, kişinin kendi hayatının ve zamanının kontrolünün yine kişinin kendisinde olması, demektir.
İnsanlar sanal ortamda farklı olduğunu göstermek için de gerçekte yapamadığı ya da yapamayacağı şeyleri yapabiliyor, söyleyemeyeceği şeyleri söyleyebiliyor ve paylaşmayacağı bazı özel eşyalarını, resimlerini ya da yaşantılarını paylaşabiliyor. Ve takipçi sayısı arttıkça paylaştığı özellerinin sayısı ve çeşitliliği de artıyor. Aldığı olumlu geribildirimler ve sanal popülerlik ile de kişi de sanal bir özgüven oluşuyor, kendisinin iyi , zeki, başarılı olduğunu düşünebiliyor. Tabi ki bir insan başka insanların hayatlarını bazı özellerini merak edebilir ve bazıları bu tür meraklarını gidermenin bir yolu olarak da kendini tanınır kılmak, değer ve kabul görmek ya da daha da merak edilen birisi olmak adına bazı özellerini başkaları ile paylaşabilir ve mahrem olan bazı şeylerini ifşa edebilir. Bütün bunları yaparken de bazıları sanal ortamda olduklarının farkında olarak gerçek yaşamdakinden farklı bir kişilik sergileyebilir, yani maske kullanabilirler. İşte, tam da bu maskelerin kullanılmaya başlandığı andan itibaren, kişi sanal atmosferin kontrolüne girmiş olmaktadır ki bu başlı başına sanal dünyanın ortaya çıkardığı “gerçek bir insani sorun” alanıdır. Çünkü, eğer bir insan tamamen bir başkasının yada bir başka şeyin etkisi altına girmiş, kendisinin dışındakilerin kontrolüne ve kararlarına bağımlı hale gelmiş ise burada bir insanda olması gereken; “özgürlük, sınırlarını ve mahremiyetlerini koruması” gibi değer alanlarından söz edilemez. Sanal dünyanın bağımlısı haline gelmiş bir insanın ise bağımsız davranabilmesi, gerçeklikten kopmaması, hayat bağlarını güçlendirecek değerleri ilişkilerine yansıtması ve daha da önemlisi kendini yönetmesi ve doğru kararlar alması ne kadar mümkündür?..
Çare, insanın hayatına anlam katan özel ve anlamlı amaçlara sahip olmak; sınırlarının farkında olmak ve sınırlarını korumak, kendine ait özel ve mahrem bir alan oluşturmak ve bu alanını koruyabilmek, genel doğru ve değer olan bir şeyleri paylaşabilmek, kendisi ile yüzleşebilmek; sağlık, gençlik , zaman gibi değerlerin farkında olmak; çaba göstermek, yalnızlık duygusundan da uzaklaştıracak şekilde başkalarının hayatlarına dokunabilmek, kendini geliştirmek; büyüdüğünü , işe yarar olduğunu ve olgunlaştığını gösterebilmek; hak ederek saygı görmek, sevilmek ve “Yaradan’ dan ötürü yaratılanları sevebilmektir.”