Uğur İlyas Canbolat / HURRİYET
En korkulan hastalık…
Saklanan kimselerin bilmesi istenmeyen hatta utanılan Şizofreni…Zarar görme tedirginlikleri hemen akla geliveriyor… Yaşanan cinayetlerde özellikle yakın çevre ve aile facialarında en çok suçlanan ve yargılanan hastalık Şizofreni…
İlk çağlarda şizofreni insanların içerisine kötü ruhların girmesi olarak kabul ediliyordu. Batı dünyasında akıl hastalarına çok zalimce davranılıyordu, hatta bu hastalar kırbaçlanıyorlardı. İçlerine şeytanın girdiği kabul edildiğinden onlara yapılan işkenceler mübah görülüyordu.
Kültürümüzde önemli her tutan ‘Bimarhaneleri’ hepimiz hatırlarız. Atalarımız Batı dünyasının aksine onlara burada çok güzel yaklaşımlar geliştirmiş, tedaviler uygulamış. Su sesinden ve musikiden de yararlanmış…
Peki, çağımızda durum ne?
Bilim dünyası bu hastalık konusunda hangi aşamalardan geçmiş ve ne gibi çözümler üretmiş?
Tüm bunları Uğur İlyas Canbolat NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi’nde hafta iki kez ‘Müzikletedavi’ uygulaması yapan ve geçen ay TİMAŞ Yayınlarından ‘Şizofreni / Bin Parça Akıl’ kitabı çıkan Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nden Psikiyatri Uzmanı Dr. Adnan Çoban’a sordu.
Aldığımız cevaplar yeni açılımlar içeriyordu. Yararlanacağınızı umuyoruz.
-Öncelikle ruh sağlığı ve hastalıkları konusunda kısa bir bilgi alabilir miyiz?
-Ruh sağlığı ve hastalıkları konusunda değişen kavramlara öncelikle dikkat çekmem gerekir. Psikiyatriye göre ruh duygu, düşünce ve davranış örüntülerinin genel bir yansımasıdır. Yüzyıllar boyunca psikiyatrideki ruh kavramıyla teolojik ruh kavramı aynıymış gibi algılandı. Ruh hastalıkları cin, büyü, şeytan gibi metafizik etkenlere bağlandı. Bu yüzdendir ki psikiyatri bir pozitif bilim olarak yerini 20. y.y.da almaya başlamıştır. Bilim camiası bile 20.y.y.ın ikinci yarısında yapılan beyin araştırmaları sonrasında psikiyatrinin farkına varabilmiştir. Bu araştırmalar bize ruh hastalıklarının beyindeki fonksiyon bozukluklarından kaynaklandığını gösteriyor. Sorunuzun cevabı bu açıklamalardan sonra netleşmektedir sanırım. Ruh sağlığı beynin arzu edilen işlevsellikte çalışmasıysa ruhsal hastalık bu işlevselliğin bozulmasıdır.
-Şizofreninin diğer psikiyatrik hastalıklar içindeki yeri nedir?
-Şizofreni psikiyatrinin en meşhur ve en kötü hastalığıdır. Onu diğer psikiyatrik hastalıklardan ayıran en önemli özellik tamamen düzelme şansının şu an için mümkün olmamasıdır. Yani bir insan şizofreni hastası olduğu zaman ömür boyu tedavi görmek zorundadır. O yüzden en çok korkulan psikiyatrik rahatszılıktır.
-Çok korkulan bu şizofreni nasıl bir hastalıktır? Nasıl bir seyir izler?
-Şizofreni genetik yatkınlığın neticesinde oluşur. Dopamin adı verilen maddenin aşırı salınımına bağlı bir dizi duygu, düşünce ve davranış bozukluğuyla giden bir sendromdur. Duygusal küntleşme olur kişide. Yabancılaşma, tuhaflaşma, içe kapanma görülür. Acayipleşme, anlamsız konuşma ve hareket tekrarları ortaya çıkar. Çağrışımlarda gevşeme olur, konular arasında irtibat sağlayamaz. Düşüncede fakirleşme başlar. İnisiyatif kullanma yeteneğinde gerileme olur. Saymaya çalıştığım şeklinde şizofreni geniş bir belirti yelpazesine sahiptir.
-Peki en çok bilinen veya sizin uzman olarak gördüğünüz belirti nedir?
- En meşhur belirtisi olmayan seslerin duyulmasıdır. Buna ‘işitsel hallüsinasyonlar’ denir. Bu nedir derseniz, kişi kendi hakkında yorum yapan, emir veren, kendisini yönlendirmeye çalışan sesleri duymasıdır. Bir diğer meşhur belirtiler kümesi daha vardır. Onlar da hezeyanlardır. Hasta çevresindeki insanların, hatta ailesinin kendisini yok etmek istediğini, öldürmek istediğini düşünür. Zehirleyeceklerini, takip ettiklerini, komplo kurduklarını düşünür. Bu kişiler kendilerini bazen peygamber, mehdi, hatta Tanrı zannedebilmektedir. Dünyayı kendisinin yönettiğini sanır. Özel bir dini veya milli misyonunun olduğunu düşünür. Uzaylıların beynine çip yerleştirdiğini ve düşüncelerinin okunduğuna inanır. Bu düşüncelerinin yayınlandığını veya çalındığını iddia eder.
-Şizofreniye giden yolun işaretleri nelerdir?
-Araştırmalar şizofreninin görünür hale gelmeden önce bazı belirtiler verdiğini, ama bunların çoğu zaman fark edilemediğini ortaya koymuştur. Ailelerin aklına şizofreninin gelmemesi, hastalığın kişiye yakıştırılamaması ve bu konuda yeterince bilgiye sahip olunmaması gizli dönemde ortaya çıkan belirtileri fark edememenin başlıca sebepleridir. Nedir bu gizli belirtiler? İçe kapanma ve mülayimleşme.. Cinsel yaşantılarda ve ahlaki durumda kişiye uymayan değişimlerin yaşanması… Davranış değişiklikleri, yanlış anlama ve yanlış değerlendirmeler… Edilgenlik olarak adlandırdığımız pasiflik, çekingenlik ve içe kapanma… Mazbut bir kişiyken alkol ve maddeye başlamış olmak… Tüm bunlar şizofrenin gizli belirtileri yoldaki işaretleri olabilirler.
- Bu işaretleri bilmek önemli sanırım. Erken fark edilmesinin ne gibi yararları vardır? Tedavi şansları nedir? Burayı biraz daha açabilir misiniz?
- Tabii… Öncelikle erken dönemde teşhis edilen şizofreninin tedavi edilme şansının yüksek olduğunu söylemeliyim. Gizli şizofreni döneminde teşhis edilen vakalarda tedavi şansı %100’e yaklaşır. Hastalık tablosu oturduktan sonra bile, şizofreni hastalarının %60’ı tedavi olabilir. Bu oran terapilerle birlikte %70’i bulur. Bir kanser ya da organ hastalığı erken dönemde yakalandığında tedavi şansı artar. Şizofrenide de aynı kural geçerlidir. Bu aileler tarafından hiç unutulmamalıdır. İlerlemişse eskisi gibi olabilme şansı en azından bugünkü şartlara göre kalmamaktadır. Levent Mete “Şizofreni En Uzak Ülke” adlı kitabında şizofreni hastalarını “Alamancılara” benzetir. Nasıl Alamancılar bir değişim yaşar ve ülkelerine eskisi gibi dönemezlerse, şizofreni hastaları da iyileşseler bile eski hallerine tamamıyla dönemezler.
Bilimsel çalışmalar önemli… Genetik ve gizli şizofreni çalışmaları hastalığı önceden kestirebilmeyi vaat ediyor. Bu çalışmalar sayesinde bu karanlık şizofreni ülkesine gitmekte olanların bir kısmını yoldan çevirmek mümkün olabilecektir.
Yeri gelmişken sizin aracılığınızla seslenmek isterim. Anne babalar, bu tür bulgulara sahip çocuklarını mutlaka uzmana göstermelidirler. Uzmanlar da uyanık olmalıdır. Hiçbir bulguyu küçümsemeden değerlendirip mercek altına almalıdırlar. Bu sayede birçok şizofreni hastasının ilerlemeden tedavi şansını yakalayabileceğine inanıyorum.
-Sanırım anneler şizofren çocukların tedavi ve bakımında daha çok yük almaktadırlar. Çocuğunun şizofren olduğunu öğrenen anne öncelikler neler yapmalıdır?
-Hakikaten güç bir durumdur bu. Besleyip büyüttüğünüz, mürüvvetini görmeyi arzu ettiğiniz yavrunuzun şizofreni hastası olduğunu ve bir daha eskisi gibi olamayacağını kabullenmek çok kolay olmamaktadır. Bu noktada psikiyatriste büyük iş düşmektedir. Hastalığı çok iyi anlatmalıdır. Bugünü ve yarını hakkında geniş bilgilendirmeler yapılmalıdır. Olası durumların neler olabileceği detaylı bir şekilde ailelere anlatılmalıdır. Ancak bu sayede kabullenme gerçekleşebilmektedir. Biz psikiyatri uzmanları şunu çok önemseriz. Kabullenme bir hastalığın tedavisinin en önemli aşamalarından biridir. Çünkü kişinin tedaviye uyumunu önemli ölçüde etkiler. Kabullenme aşamasını geçemeyen anne babalar ne yazık ki tedaviyi aksatıyor. Yıllarca süren bir zamanın boş yere harcanmasına sebep oluyor. O yüzden konuda çalışan biri olarak altını çizerek tekrar söylemeyi önemli sayıyorum. Ailelere düşen en önemli görev hastalığı bir an önce kabullenip tedavi ekibiyle işbirliğine girmeleridir.
-Bu çağrınızı bende çok önemli sayıyorum. Yapılması gerekeni söylediniz. Peki çocuğu şizofren olan ailelerin kesinlikle yapmaması gerekenler nelerdir? Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
-Öncelikle hastalığı yadsımamak çok önemlidir. Birincisi budur. Hastalığın getirdiği yük ağırdır. Zorlukları ve hissettikleri suçluluk duygusunun etkisi fazladır. Bu sebeplerle hastaya öfke duymamalılar. Şizofreniyi bir suç, hastayı da bir suçlu gibi görmemelidirler. Bazı aileler hastanın ve kendilerinin bu hastalıkla lanetlendiğini düşünüyorlar. Bazıları hastalığı kara leke olarak görmektedir. Bazıları da bir günaha karşılık verilen bir ceza olarak nitelendirmektedir. Bu tarz düşüncelerden uzak durmalıdır. Hastayı dışlamak yerine kucaklamalıdırlar. Araştırmalar, ailelerin bilerek hastayı/hastalığı gizleme davranışı geliştirdiklerini ortaya koyuyor. Ailelerin %40’ı korkusuzca hastalığın tedavisi için mücadele ediyor. Yüzde 60’ı hastayla ilişkisini gizleme yoluna gidiyor. Gizlemek ailelerin yükünü daha da artırıyor. Hastalardaki suçluluk duygusunu daha da artırmaktadır. O yüzden şizofreninin bir beyin hastalığı olduğunu bilmeli ve gizlememelidirler. Eleştirici tutum, düşmanlık ve aşırı uğraş gibi ‘dışavurulan duygu’lar da şizofreni hastalığının gidişatını olumsuz etkilemektedir.
-Şizofrenlerin çok sigara tükettiğini okumuştum. Bu bilgiyi teyit eder misiniz? Bu fazla tüketimin sebebi nedir?
-Şizofreni hastalarının yüzde 50 ile 90’ının sigara kullandığı tahmin edilmektedir. Bu oran genel nüfustakinin 27 katıdır. Dünya üzerinde yapılan araştırmalar sorunuzu doğrulamaktadır. Diğer psikotik rahatsızlıklara oranla şizofreni hastalığında daha çok sigara içildiği tespit edilmiştir. Bazı çalışmalar hastaların yüzde 85 ile 90’ının hastalıktan önce sigaraya başladığını ortaya koyuyor. Yine aynı çalışmada hastaların yüzde 50’sinin hastalığın birinci atağından sonra günlük sigara içimine başladıkları saptanmıştır. Birçok araştırma şizofreni hastalığından sonra bir buçuk ile iki buçuk kat sigara içiminin arttığını göstermiştir. Sigara tüketimi şizofreni hastalığının gelişebileceğinin bir önbelirtisidir. Hem de hastalık ortaya çıktıktan sonra ortaya çıkan bir belirti olabilmektedir. Hindistan’da yapılan bir araştırma var. Burada da hastalık sonrasında sigara tüketiminin daha fazla olduğu gözlenmiştir. İsveç’te yapılan bir başka araştırmanın bulgularını da paylaşayım sizinle. Genç ergenlik döneminde çok ağır sigara içenlerde şizofreni gelişme riski daha yüksek bulunmuş bu araştırmada. Ailelere yine bir çağrıda bulunalım. Sigarayla hiç alakası olmayan bir gencin aniden aşırı sigara içmeye başlamasına dikkat edin. Bu bir gizli şizofreni bulgusu olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Yani kontrolsüz ve ani başlayan bir sigara içimi bir öngörücü faktör olarak düşünülmelidir. Şizofreni türleri ve belirtileri arasında sigara içimi arasında ilişkilendirme yapılan çalışmalar vardır. Ses duyanlarda, aşırı saldırgan olanlarda, hezeyanları olanlarda, sigara içimi daha fazla olmaktadır. Buna karşı sosyal çekilme yaşayan, hiç kimseyle görüşmeyen, konuşmayan negatif belirtili şizofreni hastalarında sigara tüketimi daha az görülmektedir. Saldırgan olanlarda sakin olanlara nazaran daha fazla gözlenmektedir.
-Sizin müzikle tedavi konusunda da önemli çalışmalarınız var. Şizofrenlerin müziğe ilgisi ne seviyededir? Başarıları var mıdır?
-Şizofreni hastalarının sanata, özellikle resim ve müziğe ilgileri yüksektir. Bu sanatların hastalığın teşhisi, gidişatının tespiti aşamasında faydası vardır. Tedaviye destek doğrultusunda da faydaları vardır. Müzik dinlemek ve aktif müzikal etkinlikler şizofreni hastalarında gerilemiş olan psikolojik, sosyal ve zihinsel becerileri geliştirmeye katkıda bulunmaktadır. Ben Türk müziği sanatçısıyım aynı zamanda. Bu konuda koro çalışmalarım var. Uygulamalı müzikleterapi konserleri veriyorum. NPİSTANBUL Hastanesinde ilk kez Türkiye’de yapılan hastalara canlı müzikle tedavi çalışmaları yapmaktayım haftada iki kez. 2003 yılında da 20 kadar şizofreni hastasıyla bir yıl boyunca çalıştım. Türk sanat müziği eserlerinden oluşan bir konser çalışması yapmıştık. Bu bir yıllık çalışmada çok güzel sonuçlar aldık. Bu sürede hastaların duruşları, yüz ifadeleri, iletişim seviyeleri önemli ölçüde artmıştı. Dünya Şizofreni Derneği’nde bir folklor hocası tarafından bir yıl çalıştırılan hasta gençlerde öyle. Hollanda’da güzel bir folklor gösterisi yapmışlardı. Bu çalışmalar onların hayat kalitelerini önemli ölçüde artırmıştı. Özetle yaptığım bu çalışmaların sonucu olarak şunu rahatlıkla söylüyorum. Şizofreni hastaları kolaylıkla şarkı söyleyebiliyor. Çalgı çalabiliyor ve folklor gibi müzikle hareket aktivitelerini gerçekleştirebiliyorlar.
-Türkiye’de şizofreni hastaları konusunda yapılan çalışmalar ne seviyededir? Yeterli buluyor musunuz?
-Klinik anlamda çalışan ve araştırma yapan birçok değerli hekim arkadaşımız var. Ancak psikososyal anlamda yeterli çalışma yok. Mesela hala Türkiye’deki şizofreni hasta sayısını bilmemekteyiz. Şizofreni hastalarının mali yüklerinin ne kadar olduğunu bilmemekteyiz. Devletin de bu manada araştırma yapması ve hastaları hayata kazandırma ve istihdam ettirme konusunda atılımlar yapması gerekmektedir.
-Kimi ailelerin şizofreni olan çocuklarını gizleme eğilimleri var? Bunun altında yatan sebep nedir? Bu eğilimi nasıl değerlendirirsiniz?
-Buna biz “Gizli Damgalama” adını veriyoruz. Aile direk olarak hastayı damgaladığını gösteren beyanlarda bulunuyor, ama gizleyerek damgalamaya katkıda bulunmaktadır. Bu yaklaşımı doğru bulmuyorum. Hastalığın kabullenilmesini ve dolayısıyla tedavisini geciktiren bir yaklaşımdır. Bu hastanın lehine olan bir süreç değildir. Ailelerin bundan kaçınmasını ve tedavi ettirmenin imkanlarını zorlamalarını öneririm.
-Şizofrenlerde diğer arkadaşlarıyla birlikte zaman paylaşımını gerekli görüyor musunuz? Bunun önemi var mıdır?
-Şizofreni esasen bir iletişim rahatsızlığıdır. Hastaların bazı zihinsel ve işlevsel yetenekleri geriler. Dış dünyayla, yani çevreyle iletişime girmekte zorlanır. Eskiden yanlış bir zihniyetin neticesinde hastalar yıllarca tecrit edilmiştir. Depo hastanelerde toplumdan uzak tutulmuştur. Modern tıp bu uygulamanın yanlış olduğu görüşüdür. Şizofreni hastalarının mutlaka toplumun içinde tutulması gerekir. Araştırmalar bunun tedavi için şart olduğunu ortaya koymuştur. O yüzden hastalarla mümkün olduğu kadar iletişim kurulmalıdır. Diğer insanlarla bir şeyler paylaşmasına izin verilmelidir. Bu onun en temel hakkıdır aynı zamanda. Özetle paylaşımın önemli olduğunu, iletişim kanallarının açık tutulmasının gereğini unutmamalıyız.
-Şizofreni konusunda kurulan mevcut derneklerin işlevlerini ve sayılarını yeterli buluyor musunuz?
-Bu konuda canla, başla, fedakârca hizmet veren derneklerimiz var. Ancak sayısı yetersizdir. Şizofreni aileleri bu tür sivil toplum örgütleri oluşturma yönünde teşvik edilmelidir. Bu dernekler şizofreni hastalarına yardım etmek isteyen insanları organize etmede öncülük yapmaktadır. Hem de devlet imkânlarının yetmediği yerlerde psikososyal programlar oluşturmada etkili olmaktadır. Dernek kuran insanlar sağlık profesyonellerinden daha çok istifade edebilme imkânını yakalayabilmektedir.
-Tedavi konusuna da girmek isterim. Bu konuda ne gibi yeni yaklaşımlar vardır?
-Tedavide rahatlıkla kullandığımız yeni ilaçlar geliştirilmiştir. Eski ilaçlar belki hastalığı tedavi etmede etkili ilaçlardı, ancak yan etkileri sebebiyle kullanımları kısıtlanmaktaydı. Hastaların yaşam kalitelerini bozuyordu. Yeni kuşak ilaçlar uyutmayan, uyuşturmayan ilaçlardır. Eski ilaçlarda görülen hareket bozukluklarına yol açmıyor. Hormonları dengeyi bozmayan, zihinsel fonksiyonları geriletmeyen güçlendiren ilaçlardır yeni kuşak ilaçlar. İlaçların yanında etkili terapi yöntemleri ve psikososyal programlar tedavi başarısını artırmaktadır. Artık yavaş yavaş şizofreni korkulan hastalık olmaktan uzaklaşmaya doğru gitmektedir.