Siyaset, Yönetim ve Ruh Sağlığı

Maruf BEÇENE

Siyaset, Yönetim ve Ruh Sağlığı

İnsanlık topluluklar halinde yaşamaya başladığı günden itibaren yönetilen ve yöneten hiyerarşisine ihtiyaç duydu. Tarihin birçok döneminde çeşitli yönetim sistemleri denenerek siyasal olgunlaşmaya dönük yeniden yapılanmalara gidildi. 21. yüz yıl, yazılı kuralların ( yazılı hukukun üstünlüğü) egemen olduğu bir yüzyıldır. Kuralların yazılı olmasıyla beraber herkesin hukuk karşısında eşit olması, yönetime insan iradesinin ortak olması gözlemlenen en belirgin gelişmelerdir. Zahiri açıdan (görünürde) pozitif olarak görünen bu yönetimsel gelişme, sonuçları açsından insanoğlunun davranış ve duygularını doyurma konusunda beklenen ilerlemeyi sağladığını söyleyemeyiz. Gelinen bu noktada yönetimsel ilerlemenin en belirgin sonucu; “iktidar sahiplerinin yönetimsel meşruiyet”lerine katkı sağlamış olmasıdır. Dünyanın birçok ülkesinde halkların yönetime ortak olmaları kısa sürede asla devlet politikalarını değiştirme kudretine sahip olamamıştır. Topluluklar sürekli bir manipülasyon süreciyle karşı karşıya kalarak yönetime talip kurum yada kişiler tarafından yönlendirilmişlerdir. Bu yönlendirmeler bazen ekonomik yada yaşamsal tehditler içerirken bazen de bireylerin dini ve milli duyguları istismar edilerek kendini göstermiştir.

 Dış politikada küreselleşmeye bağlı olarak ortaya çıkan uluslar arası kurumların temel işlevlerini yerine getirirken bariz bir tarafgirlik içinde olmaları uluslar arası yönetim mekanizmalarının da beklentilere cevap vermekten uzak olduğunu göstermektedir.

Demokratik olgunlaşma konusunda gözlemlenebilir bir ilerleme sağlayan gelişmiş ülkelerin çoğunda “kendi halkına karşı demokrat” “dışa karşı saldırgan” olma anlayışı, insanın ve insaniliğin merkezde olduğu bir anlayışın söz konusu ülkelerde de henüz beklentilere cevap veremediğini göstermektedir.

Bunların yanı sıra İslam ülkelerinde yaşanan kavgaların ve çatışmaların sadece “direniş” kavramıyla açıklanması da oldukça zordur. Siyasal duruşun ya da direnişin İslam’ın temel naslarıyla ne kadar uyuştuğu tartışılması gereken önemli bir sorundur.

Ülkemizde ise yönetimsel ilerlemenin geldiği nokta beklentilerden oldukça uzaktadır. Etnik farklılıklardan dini aidiyetlere, sivil toplumlaşmadan gelir seviyesinde ki uçurumlara kadar bir sorun yönetimden yada siyasal yapıdan kaynaklanan problemlerle doludur. Çözülmesi gerek bu tür sorunlar -yazımızın başında ifade ettiğimiz gibi- çeşitli manipülasyonlarla yerini başka suni problemlere bırakmaktadır. Rejim krizleri, laik anti laik çatışmaları olmayan ama oluşturulmak istenen yapay problemlerdir. Ve temel gerekçesi var olan siyasal yönetim modelinin tıkanmasıdır. Cumhuriyetin temel nitelikleri konusunda ortaya atılan kaygıların reel anlamda gözle görülür bir karşılığı olmasa da, bu kavramların yasalar tarafından korunması hasebiyle iktidar ve muhalefet ilişkilerinde birer koz olarak kullanılmaktadır. Farklı duruşu olan siyasal yada sivil girişimler köşeye sıkıştırılmak istenmektedir.

Bu gelişmelerin ruh halimizle ne gibi bir ilişkisi olduğu sorulabilir. Evet siyasal yapılarla ruh halimiz ilişkilidir.  Çünkü insanın tüm hayatını kuşatıcı bir şekilde etkileyen en önemli etkenlerin başında yönetim kurumları gelir. Bizleri yöneten insanların basiretsiz ya da pervasızca yapacakları yanlışlar gündelik yaşamımızın tıkanmasına neden olabilir. Bir çoğumuz iflas edip borçlanabiliriz, çatışmalarda ya da savaş durumlarında çocuklarımızı kaybedebiliriz, hukukun karşısında kendimiz mağdur hissedip kendi adaletimizi arayıp toplumsal bir anarşizmin temellerini atabiliriz. Geleceğe yönelik güvensizlik hissi içinde olabilir ve ümitsizce yaşayabiliriz. Verilen vaatlerin yerine getirilmemesi sonucunda kendimizi aldatılmış hissederiz. İnsanın yönetilmesiyle kötülüğü, aldatmayı, zulmetmeyi eş değer görür insanın yönetsel serüvenine karşı kötümser bir duruş sergileyebiliriz. Hassasiyetlerimize karşı yöneltilen manipülasyonların etkisinde kalıp kendimize ya da başkalarına zarar verici davranışlarda bulunabiliriz.

Bu tür olumsuz etkiler karşısında neler yapılabilir?

Öncelikle normal zekâya sahip her insanın karar verme yeteneği ve potansiyeli vardır. Karar vermek güçlü bir irade gerektirir. Güçlü bir irade ise yeterli bilgi birikimine ihtiyaç duyar. Bu amaçla etkili ve sürekli okumalar yapmak lazım. Tercihlerin bilgi ve birikimle desteklenmesi gerek. Edilgen ve tüketen birey anlayışı yerini etkin ve üreten bireye bırakmalıdır.