Yıllar önce bir başka ülkenin vatandaşı olan ve burada yaşayan bir hastam "Ülkenizi çok seviyorum ama sizde komşuluk çok kötü," dediği zaman itiraz etmiştim. "Benim ülkemde komşumu her gördüğümde gülümseyerek 'Günaydın, iyi akşamlar, nasılsınız,' gibi konuşurum. Ama bu, komşuma bana çok yakınmış gibi davranma hakkı vermez. Oysa burada bunu yaptığımda komşum, canı istediği saatte evime gelmek, bana gelenlerin kim olduğunu sormak gibi özel hayatımı öğrenmeye ilişkin hakları olduğunu düşünüyor. O zaman ya hiç selamlaşmıyorsun ya da yaşamına karışılmasına katlanıyorsun." Bu yanıttan kişinin komşuluk kavramından değil, insanların başkalarının sınırlarını geçmek konusundaki rahatsızlığından söz ettiğini fark ettim. Sizin kendi yaşantınızdan kolayca bulabileceğiniz örnekler çoğaltılabilir. Yeni tanıştığınız biri ile biraz gülümseyerek ve yakın konuştuğunuzda hemen isminizle hitap ederek senli benli konuşmaya başlaması, yolculukta yanınızda oturan kişinin özel yaşantınıza ilişkin soruları rahatça sorması, bir yerde bir kez tanıştığınız, hatta adını bile hatırlamadığınız birinin telefon açıp sadece ismini söyleyerek sizden bir şeyler talep etmesi gibi birçok şey sıralayabiliriz.
LAUBALİ OLMAK NE DEMEK?
Türkçe sözlük laubali olmak için; saygısız, çekinmesi olmayan, senlibenli olan, terbiyesiz gibi tanımlamalar yapıyor. Genelde biz kullanırken yılışıklığı algılıyoruz. Oysa en genel tanımı sınırları bilmemektir. Her insanın kişilik özelliklerine, yaşam şekline, yetiştiği ve yaşadığı kültüre göre değişen kişisel sınırları vardır. Bu sınırlar karşımızdaki insana göre farklı yerlere çizilebilir. Ailemiz, arkaşlarımız için daha silik olabilirken başkalarına daha kalın sınırlar koyabiliriz. Karşımızdaki kişinin bizim onun için koyduğumuz sınırı geçmesi bizi rahatsız eder. Çünkü dokunulmasını istemediğimiz, paylaşmaktan hoşlanmadığımız taraflarımız vardır. Karşımızdaki insanın bizim sınırlarımıza saygı göstermesi bize değer verdiğini gösterir. Aynı zamanda başkalarının sınırlarına saygılı olabilmek, kişinin başkalarını anlama, değerlendirebilme, uyum sağlayabilme gibi özelliklere sahip olduğunun da göstergesidir. Sınırlar bazen somuttur. Yani evimiz, odamız, telefonumuz, mektubumuz gibi. Sınırlar somut olduğunda uyum daha fazladır. Birinin evine istenmeden girmenin, mektubunu izinsiz okumanın, telefonunu karıştırmanın uygunsuz, terbiyesiz, ahlaksız hatta yasalara karşı bir davranış olduğunu çoğunluk kabul eder. Bazen ise soyuttur. Birini istemediği halde ilişkileri, işi gibi konularda konuşmaya zorlamak, istemediği halde bir yere götürmek, bir şey aldırmak için ısrar etmek, yapmak istemediği halde bizim davranışlarımıza izin vermesini, hoş görmesini, kabullenmesini beklemek ve bunun için diretmek sınırsızlık olmasına karşın, yapan tarafından bir hakmış gibi görülür. İtiraz edildiğinde, sınırı çizildiğinde haksızlığa uğramış gibi sınırlarını korumaya çalışanı itham eder, ukala, soğuk, duyarsız, hatta kendini beğenmişlikle suçlar.
KİM ÖĞRETİYOR BU SINIRSIZLIĞI?
Önce anne babanın sınırları denenir. Nereye kadar izin veriyorlar? Anne baba bunu algılar ve sınırı doğru çizerse çocuk durmayı öğrenir. Durmayı öğrenen çocuksa başkalarının sınırları ile birlikte kendi sınırlarını da tanımaya başlar. Peki anne baba sınırı uygun çizemediğinde, çocuk her iteklediği zaman sınırı genişlettiğinde, genişletmediği zaman ağlayan, kendini yere atan, onları kötü anne baba olmakla suçlayan, sevmediğini ya da sevilmediğini idda eden çocuk karşısında geri atım atıldığında ne olur? Ne istediğini bilmeyen, hiç bir sorumluluğu olmadan herkesin, adeta ona borçluymuş gibi isteklerini yerine getirmesini bekleyerek büyüyen çocuklar. Büyüdükleri zaman karşısındakinin ihtiyaçlarını anlamayan, sizi pek tanımadan yaşamınıza girmeye çalışan, laubali sorular soran erişkinler olurlar. Sizin çevrenizde böyle aileler, çocuklar ve sınırlarınızı zorlayan erişkinler var mı?
Sabah