Şiddet, karmaşık ve tek bir etkene bağlanamayacak bir davranış. Birçok etkenin katkısı ile oluşuyor; bazen, bize sebep gibi görünen etken, bardağı taşıran son damladan ibaret olabiliyor. Bilgisayar oyunları ya da öldürmeli diziler kötülüklerin sorumluluğunu kolayca yıkabildiğimiz ve bir değişiklik yapmadan hayata devam etmemize imkân veren, makbul (ve dayanıklı) hedeflerden.
Şiddete yatkınlığı artıran durumların başında ev içindeki şiddet (ve onun doğal tamamlayıcısı olan ihmal) geliyor. Bu ortamlarda büyüyüp, sağlıkla ‘sıyrılanlar’ olduğu gibi, ihmalin veya şiddetin ailede pek olmayıp, çocuğa ait beyin ve davranış özelliklerinin şiddeti kolaylaştırıcı rol oynadığı durumlar da mümkün. Ev içinde şiddetin yaygın olduğu ortamlarda büyüyen çocukların, zaten yüksek olan Türkiye ortalamasının da üstünde sürelerle TV yada bilgisayar oyunu oynadığını düşünürsek, karşılıklı birbirini besleyen bu iki kanaldan hangisi daha önemli? Şiddetin yaygın ve kanıksanmış bir ‘ev ve sokak hali’ olması mı, adam öldürmeyi veya tecavüz etmeyi sıradanlaştıran, bir yandan da bunu (kendi dışında!) kimseye zarar vermeden gerçekleştirme imkânı sunan oyun ve filmler mi? Herkes mi etkilenir, bir zehirden mi söz ediyoruz? Kırılganlar etkilenir. Kırılganlar, hayal ile gerçeği ayırdetmeyi iyi beceremeyen bir zihinsel yapıya sahip olanlar bir çocuğun hayatında olmasını arzu etmediğimiz durumlara kolayca düşebilir.
Hangisi daha önemli yada hangisi en kötüsü diye araştırmalarımız devam ededursun, amacımız şiddeti azaltmak ise, en kolay kontrol edilebilecek olandan başlamalıyız.Şiddet içeren, şiddeti, kan dökmeyi kanıksatan oyunları oynayanların, küçük bir bölümünün gerçek hayatta uygulayıcı olması riskini küçük olsa bile önemseyerek gidelim. Hiç olmazsa, kamusal alanlar sayılan kafelerde ve benzeri yerlerde, çocukların oynayabileceği oyunlara (sinemalardakine benzer) yaş sınırları getirilmesi bence uygun ve gerekli. Çocukların gelişimini sağlaması gereken kamunun ve yasayı uygulatmakla görevli olanların sorumluluğu. Öpüşme sahnelerinden zarar doğacağını düşünenlerin, adam başına 5 silah hakkı verdiğini düşünürseniz, çocukları koruma sorumluluğunu ne kadar yerine getirebileceklerinden ciddi kuşkuya düşebilirsiniz.
Otoritenin sadece o dönem imtiyazlı sayılan kimse, onun güvenliğini sağlamaktan öte bir önceliği yok. Toplumun üyelerinin birbirlerine yapacakları kötülükleri, kendine dönük bir tehdit içermediği sürece görmezden gelmesi (‘hoşgörü ile karşılaması’), otoritenin toplumun içindeki şiddete müsamahakâr davranması, meselenin sadece psikolojik değil, hatta hiç psikolojik değil, aksine toplumsal yapının bir kuralı olduğunu düşündürüyor. Peki, kamu otoritesinden çocukların şiddete uğramasını önleyici yada şiddetin faili olmasına elvermeyici yönde bir fayda gelmeyeceğini çoktan anladık. Çaresiz miyiz?
Çocukların aileleri basit piyonlar mı, toplumsal hayatın içinde oradan oraya iradeleri dışında sürükleniyorlar mı ? Ailelerin çocuklarının hayatlarındaki sorumluluklarını daha fazla yerine getirmelerini sağlayabilir miyiz ?
Belki şöyle bir başlangıç yapılabilir, evlerimizdeki şiddete müsamaha göstermekten vazgeçmeyi deneyebiliriz. Dikkat edin, şiddetten vazgeçmek bile iddialı bir hedef, ama hoş görmek zorunda değiliz. Toplumun ‘aydın’ sayılabilecek düşünsel ayrıcalıklı kesimlerinden başlayıp aşağıya ve yukarıya yayılan ‘çocuğu özgür bırakma’ eğiliminden, ‘özgür bırakma’ ile başıboş bırakma arasındaki farkı tanımlayana kadar, vazgeçerek devam edebiliriz. Bu adımın zorunlu bir parçası var; anne-baba olarak rahatımızı birazcık bozup, karşılıklı ilişkiye zaman ayırmaya birbirimizi ikna edebilmemiz gerekiyor. Anne-babaların birçoğu çocuklarını televizyon yada bilgisayar oyunu ekranı karşısında hapsetmekten vazgeçtiklerinde, çocuklarını gerçek anlamda özgürleştirdiklerinde onlarla ne yapacaklarını bilmediklerini açık yüreklilikle söylüyor.
Günümüzün ne yapacağını bilemeyen anne babalarının çoğunun 1970’lerde çocukluğunu ve 1980’lerde gençliğini yaşayan insanlar olması, toplumun (hatta aynı dönemde dünyanın diğer bölgelerindeki toplumların) o dönemdeki zorlanmasının ve darmadağın olmasının bedelini bugün mü ödüyoruz sorusunu da akla getiriyor. Soru çok, cevap az.
Not: (Milliyet’ten Mehveş Evin’in Kasım ayında Erzurum’da öldürülen çocuk ile internetteki şiddet oyunları arasındaki ilişkinin abartılıp abartılmadığı sorusu üzerine verdiğim yanıtın tam metni. Konuya makul ve anlamaya çalışan bir perspektif ile bakan yazısı da okumaya değerdi)
Birgün Gazetesi