'Sekiz', Ezel'in Rüyasında Ne Arıyor?

'Aşk-ı Memnu'dan gelen Behlül ya da dizideki fantazmatik adıyla “Sekiz”, Ezel'in rüyasında ne arıyor? Alın size iyi bir psikanaliz ödevi

Kıvanç Tatlıtuğ, dizinin sonlandığı sahnede görünüp, en “haşin” bakışıyla ekranda donduğu andan itibaren izleyicinin bir “travmaya” uğradığını varsayabiliriz. Örneğin, birkaç dakika içerisinde ‘ekşi sözlük’ün Ezel maddesine onlarca yorum düştü, ertesi gün birçok yazar, o bir anlık bakışın izleyiciyi tekrar diziye kilitlediğini iddia etti. Bir başka dizide (Aşk-ı Memnu) ünlenen bir jönprömiyenin, yine bir başka jön karakteriyle (Kenan İmirzalıoğlu) bilinen, sevilen bir diziye gelmesini nasıl analiz etmek gerekir acaba? Geçerken uğramış gibi bir durum olmadığı ortada, her iki dizinin de gösterimde olduğu sırada, bu iki erkek sürekli olarak karşılaştırılıyor, hangisinin daha yakışıklı olduğu sorgulanıp duruyordu. İzleyicinin merakı senaristleri cezbetmiş olmalı ki, bir senaryo manevrasıyla Kıvanç arzı endam etti. Yasak aşk yaşayan, başta amcası olmak üzere aile kurumuna ihanet eden Behlül’ün kendi dizisinde aldığı ceza izleyicinin öç duygularını yeterince tatmin etmemiş olmalı ki, daha ağır bir infazın bir başka dizide olmasına karar verilmiş olabilir mi diye düşünmeden edemedim. Belki de ancak psikanalizin yardımıyla çözülebilecek bir anlamlar zinciriyle karşı karşıyayız. Sanki elimizde Freudyen bir “rüya anlatısı” ve bu anlatının çerçevesinde biçimlenen bir “rüya-dünya” var. Ezel’e ilişkin daha önce Radikal İki’de yazdığım yazılarda belirttiğim gibi tuhaf ve gıllıgışlı bir anlatısı var bu dizinin. Gerçek hayatta sıkça karşımıza çıkmayacak türden kahramanları (romantik tetikçiler, şiirperver mafya babaları, Türk tipi olmaktan uzak anoreksik kadınlar) abartılı bir oyunculuk ve kesif bir belâgat eşliğinde öç almak için çırpınıp duruyor. Bu sezonun ilk bölümünü izledikten sonra daha iyi anlıyorum ki, Monte Kristo Kontu’ndan apartılan hikâyesinin ardında, Yeşilçam sineması melodramından kaynaklanan bir başka derin anlatı, bu topraklara özgü bir “rüya-dünya” varmış. Yaz arası her diziye iyi gelmez ama Ezel’e yaramış. Senaristler sıcak geçen yazda iyi bir Freud okuması yapmış, dizinin anlatısını iyice “rüyalaştırmışlar”.

Freud’dan önce, aralarında Schopenhauer gibi felsefecilerin de kafa patlattığı bir “art alan” fikri, akla öncel, düşünceyi, davranışı dolaylı olarak ama mutlaka belirleyen görünmez bir anayapı fikri, modern düşünce tarihinin temel sorularından biridir. Keşfetmese de bu fikri olgunlaştıran, ona erişimin yollarını araştıran, ismini “bilinçdışı” olarak tescil eden Freud oldu. Bilinçdışı, farklı bir mantıkla çalışan, bilince göre çok daha derin ve kapsamlı bir alandır. Bilinçdışının mekanizmalarını anlamak için elimizdeki en iyi araçlardan biri rüya analizi. Rüyadaki “aklın” mantığı “haz” ilkesine göre çalışır, çünkü kopuk kopuk da kurulsa rüya anlatısında tüm baskılanan, üstü örtülen, arkaya itilen travmalar ortaya çıkar, mümkünse bir “çözüme” ulaşır. Öpemediğiniz birini rüyada buselere boğabildiğiniz gibi, yanına yaklaşmayı hayal bile edemediklerinizin etrafınızı sardığını şaşırarak fark edersiniz, hatta “siz” de değişmiş, “dünya güzeli” biri oluvermişsinizdir, hayatta elinize dokunamayan her şey avucunuzun içindedir. Böylece, rüyayla gerçek yer değiştirir, hemhâl (“rüya-hakikât”) olur. Size travma yaşatan hakikatlar (arzuladığınız ama erişemediğiniz bir mevki), kişiler (sürekli kötü sicil yazan amiriniz) ve düşüncelerle (sıradan bir “kaybeden” olmanız) hesaplaşır, önce acınızla yüzleşir, o “itilim” (repression) halini tekrar “yaşar”, sonra da ona karşı galebe çalarsınız.

Rüyalar, hazza kavuşma arzusunun göze göründüğü fantezi dünyalarıdır. Rüyanın anlamı doyum arzusu (hoşnutluk, kavuşma vb.) ile yok etme (hınç, ödeşme vb.) arasında tarif bulur. Kardeş duygular, “haz” ve “acıdır” bu süreçte. Bu nedenle, sado-mazoşist duygu fırtınaları yaşanır bilinçdışının melodramatik anlatılarında.

Ruh operasyonu

Bir rüya perspektiften bakarak sorgulayabiliriz artık Ezel anlatısı ve ana temalarını. Ezel, yani önceki hayatından getirdiği personasıyla Ömer, bir “travmalar çocuğu” değil mi? Ancak bir rüyada olabileceği bir çehre ve ruh operasyonundan sonra yepyeni bir karaktere dönüşmedi mi? Bu adamın tek derdi, geçmişle hesaplaşmak, sadistçe bir zevkle, yavaş yavaş öcünü almak değil mi? Ona hapishanede “babalık” yapan Dayı, kendi çocuklarını öldüren, yaşam kaynağını (zürriyetini) kendi elleriyle iğdiş eden “hayalet” bir karakterdir, bu arada, bir rüyada gibi şiirler “sayıklamakta”, düşüncelerini belâgatta gizlemektedir. Ezel’in âmâ annesi ise, efsanelerden fırlamış bir iyilikte resmedilen, olanları önceden “göreceği için” kör olan bir “kurbandır”. Dizinin cengâveri Kerpeten ise, hayatı boyunca yok ettiklerinin bedelini “aşık” olarak, sevdiklerine asla kavuşamayarak ödeyecektir. Ezel’in ebedi aşkı Eyşan’ın “sayrıl” görünümü, annelikten, sevgililikten, ablalıktan ve evlatlıktan hiçbir zaman tam olarak nasibini almamış hali, yapısal (dizide açıkça söylenmese de, “kadınsı”) bir eksikliğe tekâbül etmiyor mu? Maraz, sarsak, baskılanmış, itilmiş, ruhları asla huzura kavuşamayan bir dizi ana karakterle örülü bu dizinin mekânı görünürde İstanbul olsa da, aslında gerçek bir dünyaya ait değildir. Herkes rüyada gibi ya susuyor, boş boş bakıyor ya da tumturaklı sözlerle sayıklıyor. Üstelik karakterlerin tutkuları, aşkları ve kinleri paramparçadır, bir türlü biraraya gelmez. Dizinin yeni “canavarı” Kenan Birkan da rüyadan fırlamış gibidir, mütebessim bir çehreyle, nezaketten kırılarak, salonunu neden çiçeklerle bezediğini anlatırken, onların yok ettirdiği insanlar olduğunu, ancak bir rüyada kabul edilebilir bir inandırıcılıkla anlatıyor. “Bu salon, bu çiçekler, aslında benim kabristanım.” Ezel, klasik Yeşilçam sinemasının en güçlü damarı olan melodram anlatılarına bir isyan gibi. Ama netice, bir başka postmodern melodram halidir. Kazandığın, öcünü aldığın, galebe çaldığın anda da mutlu değilsin! Çünkü, asıl düşmanın gerçek hayattır, orada hazla varolunmaz, fanteziler kısa kalır, arzu körelir. Gitmen, yaşaman gereken yer rüyalardır. Ezel, izleyicisini “rüya-dünyaya” taşıdığı kadar reyting alacaktır.

Peki, yazının başında sözü edilen, diğer diziden konuk gelen Behlül ya da dizideki fantazmatik adıyla “Sekiz”, Ezel’in rüyasında ne arıyor? Alın size iyi bir psikanaliz ödevi. Rüyalar yapıları gereği metinlerarasıdır. Behlül’le Ezel’in karşılaştırılması uzunca bir süredir yapılıyordu zaten. İzleyici fantazması, senaryonun rüya yapısında sırıtmaz bile, Ezel’in öç alması gereken sadece dizideki karakterler değil ki, sırada öteki dizinin jönü Behlül de var. Böylece, iki karakter “rüya-dünyada” karşılaşacak, izleyicinin Aşk-ı Memnu’da eksik kalan hıncı, Ezel tarafından tamamlanacaktır. Ödev soruları şöyle sürüyor: “8”, birbirine dönen iki halka olduğuna göre, bu halkaların anlamı nedir, neye işaret eder? Ayrıca, yeni karakterin dizideki adı olan Kenan, neden Ezel’i oynayan oyunucunun dış dünyadaki adıyla eşleşiyor, neden soyadı “bir-kan” oluyor? Psikanaliz, zor zanaat...

ORHAN TEKELİOĞLU: Bahçeşehir Üni.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Psikolojik Film Haberleri