Fransız temsilcinin Sarkozy ile ilgili ilginç ve şaşırtan yorumu.
Fransa meclisinde 2001’de kabul edilen “1915’de Ermeni Soykırımı olmuştur” kararından sonra bu yılda “Bu soykırımı kabul etmeyenlere para ve hapis cezası verilmelidir” kararı oylamayla kabul edildi. Eğer karar kesinleşirse, bildiğim kadarı ile Ermeni soykırımını dünyada tanıyan ve yaptırımı olan 21nci ülke olacak Fransa.
Hepimiz biliyoruz ki o tarihlerde yaşanan soykırım değildi ama ittihat yönetiminin hoyrat ve orantısız uygulamaları vardı. Demek ki Türkiye’nin aynaya bakıp resmi politikalarını gözden geçirmesi gerekiyor.
Çünkü bir gerçek ortaya atıldığında savunucu reflekslerle karşılanırsa eğer karşı tarafta da savunma duygusu uyanır ve size belden aşağı vurmak için fırsat kollarlar. Gerçekleri gerçekçi bir özgüvenle tartışabileceğiniz alanlara çekerseniz konu güç çatışmasına dönüşmez.
İşte böyle bir alanda liderlik ön plana çıkıyor.
Sarkozy’nin liderliğinin nasıl bir model olduğunu bilmek gerekir. Dış politika belirleyicileri özellikle ABD’nin insan analistlerinden sıklıkla yararlandığını biliyoruz.
Bizim dış politika geleneği bu konuda ne yapıyor bilemiyorum ancak bilimsel görüşleri göz önüne alırsa işe yarayacağını tahmin ediyorum.
Geçtiğimiz yıl bir Fransız sağlık kuruluşu ile iş görüşmeleri yapıyorduk. Psikiyatrik yaşlı bakımı ve tedavisi konusunda vereceğimiz hizmetin kalitesini vurgulamak için ben bir ara “ Eğer Sayın Sarkozy’nin annesi bile gelse gönül rahatlığı ile yatarak tedavi olacağı şartlar hazırlayabilme imkânımız var” dedim.
Fransız temsilcinin verdiği bu cevap hem bizi hem de mütercimi şaşırttı. “Sayın hocam siz annesini bırakın Sarkozy’i alıp yatırın” dedi. Ciddi konular konuşulurken, tutanak tutulurken söylenen bu söz bize ironik bir mizah olarak gelmişti.
Ancak Sarkozy’i yakından tanıyanlar sağlıklı bir karakterle karşı karşıya olunmadığını düşünüyorlar.
Not: Benim yaptığım bu analiz klinik bir değerlendirme değildir, toplum önünde yaşananlarla ilgili konuyu analiz edenler için farklı bir bakış açısı sağlama çabasıdır. Psikiyatrik tanı koymanın etik duyarlılığına dikkat ettiğimi vurgulamak isterim.
Birincisi; Napolyon kompleksi taşıyor olabilir.
Yani kendisi ile barışık olmayan birisi özgüven eksikliğini gidermek için boy kısalığı veya başka nedenlerle güçlü gözükme ihtiyacı içindedir. Bu içsel neden siyasal bir ihtiyaçla örtüşebilir. Bu gibi sebeplerle kompleks sahibi kişiler rasyonel olmayan davranışlarda bulunurlar.
Napolyon sırf kendi tatmin duygusu için büyük savaşlara girmiş, şartlar lehinde olduğunda kazanmış, aleyhinde olduğunda da herşeyini kaybetmişti.
Bu kompleksi taşıyan insanlar ‘başarısızlıktan korktukları için’ büyük oynarlar. Karşı taraf korkarsa kazanırlar.
İkincisi; Napolyon’un başucu kitabı Makyavelli’nin ‘Hükümdar’ kitabı idi. Makyavelli bilindiği gibi kirli siyasetin kitabını yazmıştı. Sarkozy’e baktığımızda püriten ahlakın dürüstlüğünü göremiyoruz. Tam tersi Napolyon ahlakının “Kifayetsiz muhteris” liğini ve amaç için normalize edilen iki yüzlülüğünü görmek mümkün.
Türk Başbakanı Sayın Erdoğan’ın planlı Libya ziyaretinden önce Sayın Sarkozy’nin plansız Libya’yı ziyaretinin rol kapma davranışı olduğu dikkati çekmişti. Bu kişilerin pervasız risklere girebilme kapasitelerini her zaman göz önüne almak gerekir.
Üçüncüsü; Dünya konjonktürü Sarkozy’nin lehinde değil. Taraf Gazetesi’nin Ermeni kökenli yazarı Markar Esayan bu yasa teklifinin Yahudi soykırımının Nürnberg Mahkemeleri gibi yasal bir temele dayanmadığı için Fransa Anayasa Mahkemesi tarafından bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğunu söylüyor.
Zamanın ruhu daha çok özgürlük ve şeffaflık yönünde gelişirken ifade özgürlüğünü kısıtlayan bu yasanın uzun vadeli olmayacağı kesin denilebilir.
Dördüncüsü; fırsatçı bir şekilde Ermeni halkının acılarından faydalanmaktadır. 1915’li yıllarda Rusya, Fransa ve İngiltere Osmanlı Ermenilerini kışkırttı ‘duygu sömürüsü’ ile özgürlük vaadleri verdi, sonra da onları yalnız bıraktı. Aynı şekilde tarih tekerrür edecek mi göreceğiz.
Siyasi liderler karakterlerinin gereğini yapacaklar. Türkiye bu krizi nasıl fırsata dönüştürebileceğini iyi bilirse siyasi başarı hanesine yazılır. Arkasına, konu gereği eski Osmanlı ve İslam coğrafyasını alabilirse Türkiye tezini anlatmak için yeni bir fırsat yakalar.
Önce kendi insanımızı ve dostlarımızı ikna etmeliyiz.
Tehcir esnasındaki Ermeni ölümleri kusurlarının “sistematik olmadığını” biliyorsak neden uluslararası yargıdan korkuyoruz ki?