Sadece Sınav Sistemi Mi Değişmeli? Yoksa Algılarımızda Birlikte Mi Değişmeli?
Yılardır ülkemizde sınav sistemleri hatta eğitim sistemimiz tartışıla gelen konulardan olmuştur. Zaman zaman çağın değişimine ve gelişimine bağlı olarak eğitim sistemimizde ve sınav sistemlerinde değişiklikler yapılmaktadır. Ancak sınav sistemi eğitim sistemine bağlı bir ölçme değerlendirme aracı olmasına rağmen, eğitimde yapılan değişikliklerden daha fazla tartışma konusu olmuş ve yapılan değişikliklere daha çok direnç gösterilmiştir. Eğitim sistemi tartışma konumuz değildir. Sınav sistemi konusuna farklı bir açılım getirmek istiyorum.
Acaba tartışılan bizatihi sınavın kendisi mi? Yoksa sınava yüklediğimiz anlam üzerinden kendi algılamalarımız mı? Bunu anlamak için özet olarak konunun bazı teknik detaylarının pedagojik yönünün bilinmesine ihtiyaç vardır.
Bilindiği üzere sınavlar eğitimde; ölçme-değerlendirme işlevi görmektedir. Öğretimde girdileri ve çıktıları karşılaştırmaya yarayan bir araçtır. Bir sınav var ki (eski tabirle YGS ve LYS, daha eski tabirle ÖSS yeni tabiri henüz bilmiyoruz, ileriki günlerde görüp öğreneceğiz) bundan fazla bir işleve sahiptir. Bireylerin yetişkinlik çağlarında toplumsal rollerini yaşarken nasıl bir meslek edineceklerini belirleyen bir etkene sahiptir. Tam da bu noktada eğitimin pedagojik yönü devreye girmektedir. Eğitim-öğretimin öğrenci kişilik hizmetleri boyutunda rehberlik yapılırken bireylere meslek tanıtımı yapılırken veya meslek bilinci kazandırılırken meslek rehberliği ve danışmanlığında beli başlı yaklaşımlara bakmak gerekir. Çünkü konumuzun pedagojik boyutu buradan anlaşılabilir. Konunun anlaşılması için kısa özetini yapalım. Ülkemizde bütün Rehberlik ve Psikolojik Danışma bölümlerinde ve eğitimlerinde, rehberlik görevini üstlenen rehber öğretmenlerin, ders olarak okudukları ve okutulmaya devam eden kuramlardan birkaçını gözden geçirelim.
Özellik-Faktör Kuramı: Paterson’un geliştirdiği meslek seçimi kuramına göre, bireylerin güçlü ve zayıf yönlerini, ilgilerini, yeteneklerini, kişilik özeliklerini belirleyerek mesleklerin niteliği ile karşılaştırarak meslek seçimine yönelme veya yönlendirme olmalı
Roe’nun İhtiyaç Kuramı: Bireyler meslekleri psikolojik ihtiyaçlarına göre seçerler.
Ginzberg ve Mesleki Gelişim Kuramı: Meslek seçimi yaşamın beli bir anına özgü olmayıp yaşamın ilk 20–22 yılarında gelişen bir süreçtir. 7 yaşından başlayıp 22 yaşına kadar devam eden meslek seçimi süreci özelikle 18–22 yaşlarında gelişen araştırma ve belirleme döneminde netleşmekte.
Benlik (Öz) Kavramı ve Mesleki Gelişim: Öncülüğü Super’in yaptığı kurama göre bireyler meslek seçerken o ana kadar geliştirdikleri benlik kavramı ve kendilerini algılama biçimlerini uygulamaya koymaları demektir. Meslek seçimini yerleşmeye kadar değil hayatın sonuna kadar götürmüştür. Araştırma dönemi 15–24 yaşlarını, yerleşme dönemi 25–44 yaşlarını kapsamaktadır.
Holland’ın kişilik kuramı: Meslekleri gruplaştırarak meslekleri, bireyleri ayırdığı kişilik tipleriyle eşleştirerek, bireylerin kendi kişiliklerine göre meslek seçtiklerini vurgulamıştır.*
Meslek seçimi bu yazının konusu değil. Kısaca konunun pedagojik boyutunun anlaşılması için verdiğimiz bu bilgiler ışığında değerlendirme yapalım: Buna göre üniversiteye geçiş sınavına bakalım. Bireylerin gelişim basamaklarına baktığımızda, kişilik oluşturma ve kimlik kazanma yaşının ortaöğretim dönemine denk geldiği görülmektedir. Bireyler kendi kimliklerini oluştururken kişiliğine uygun meslekleri de araştırmaya başlarlar. Kuramların belirlediği yaş dilimlerine baktığımızda ortaöğretim ve sonrasını kapsamaktadır. Meslekleri araştırmaya ve tanımaya başladıkları ve kendi kişiliklerine uygun meslekleri seçtiklerinde desteklemek, gönlümüzden geçen veya popüler meslek değil de bireylerin seçimlerine bırakmak gerektiğini pedagoji söylüyor. Mesleklere kaynaklık eden derslerde başarılı oldukları takdirde istedikleri meslekleri seçmelerine yol açacak düzenlemeler yapmak mı gerekir yoksa (1739 sayılı Milli Eğitim Temel kanununda Türk Milli Eğitiminin genel amacı, anlatılırken: 2. madde; Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek; ) duygu ve ruh gelişimini göz önünde bulundurmadan şu ortaöğretimi okudun diye engel mi koymak gerekir. Bunu anlamak için bir öğrencinizin yanınıza gelip duygu ve ruh halini yansıtan gözyaşlarına tanık olmaya gerek var mı?
Bir öğrenciyi bir mesleğe kaynaklık eden (örnek: işletme bölümü için matematik ve Türkçe ) dersleri başararak yeterli puanı almasına rağmen ‘meslek lisesi’ okudun diye bu mesleği okuyamazsın demek akla uygun mu? Ve engel oluşturmak ne kadar haklı bir gerekçedir. Bir insanı, kendini tanıdıkça, kendine uygun meslek seçme veya meslek değiştirme tercihini engelleme olmaz mı? Ya da yanlış tercihine ömür boyu mahkûm etmek olmaz mı? Mesleğimizin duayenlerinden Prof. Üstün Dökmen hocamız, sosyal bilimlere ilgi duymasına rağmen fen alanından yüksek puan aldı diye fizik bölümüne yerleşti. Üçüncü sınıfta kişiliğine uygun olmadığını fark edince, kendi tabiriyle puanı ziyan olmasın diye yerleştiği fizik bölümünü bırakarak, kendisini ziyan olmaktan kurtarmış. Ve yeniden sınava girerek Hacettepe Üniversitesi psikoloji bölümüne girip kendisinin ziyan olmasını engelleyerek hem kendisine hem de bize bir Üstün DÖKMEN kazandırdı.** Eğitimcilerin de bu konuyu tartışırken işin özü olan anlattığımız pedagojik ve kişilik boyutunu gözden kaçırarak sadece okul türlerine indirgemeleri, durumun nereye vardığını göstermektedir
Özetlersek; pedagojik açıdan baktığımızda ki bakmak gerekir. Bireylerin kişilik oluşumu ve gerçekçi meslek seçimi yaşı, orta öğretim ve sonrasına denk gelmektedir. Bu durumu meslek hayatımda ilköğretim dâhil her türden eğitim kademesinde çalışmış biri olarak müşahede ediyorum ve eğitimciler de müşahede etmektedirler. Bu nedenle ‘meslek lisesi’ okumuş bireylerin meslek seçimini engelleyici faktörler kaldırılmalı, fırsat tanınmalı.
Temennimiz şudur ki işin eğitim boyutu, pedagojik yanı, bireylerin gelişim yaşları ve kişiliklerini tanıma faktörleri, duygusal ve ruhsal yanları gözden kaçırmadan politik mülahazalardan uzak, ülkenin gençleri düşünülerek kaynak israfına sebep olmadan, hislerden uzak, akılcı düzenlemeler yapılır. Bu boyut tartışılırsa sanırım daha verimli bir sonuç elde edilir.