Ruhun Deşifresi Kitabı Üzerine Söyleşi

Mehmet Ali Bulut, Ruhun Deşifresi kitabında ruh ve beden ilişkisini masaya yatırıyor. Bulut, kitabında İslamı referans alarak ruh ve bedenin huzura kavuşma yöntemlerini ve başarıya ulaşmanın yollarını anlatıyor.

HALİME BİRAY / YENİ ŞAFAK Kitap Eki


Gazeteci yazar Mehmet Ali Bulut, Ruhun Deşifresi kitabında ruh ve beden ilişkisini masaya yatırıyor. Bulut, kitabında İslamı referans alarak ruh ve bedenin huzura kavuşma yöntemlerini ve başarıya ulaşmanın yollarını anlatıyor.

Gazeteci Yazar Mehmet Ali Bulut, Ruhun Deşifresi çalışmasıyla alışılmış kişisel gelişim kitaplarının dışına çıkıyor. Beden ve ruh uyumunun ancak dini keşfetmekle mümkün olacağını dile getiren Bulut, Batılı değerlerin insanı yozlaştırdığına dikkat çekiyor. Yazar, mutluluğun, ruh ve beden uyumunda, bu uyumunda dini yeniden keşfetmekte olduğunu söylüyor.

Kişisel gelişim kitapları başarı anlayışı ve insanın başarıya götüren yolda yapması gerekenler noktasında İslam ile örtüşmeyen fikirler sunuyor. Siz kitabınızda Müslüman bir bireyin İslamı referans alarak başarıya nasıl ulaşacağını anlatıyorsunuz. Böyle bir kitap yazma fikri nasıl oluştu?

Size şunu söyleyebilirim ki, bu kitabı yazmaya beni sevk eden, Batıdan çevrilen kişisel başarı kitaplarındaki insana ve yaratıcıya dair küstah ve haddini aşan ifadelerdir.

Bildiğiniz gibi Batıdan bize bir yığın kişisel gelişim önerileri, yoga ve meditasyon gibi ruhu ve bedeni huzura kavuşturma(!) pratikleri, NLP prensipleri transfer ve hatta çoğu kez empoze ediliyor. Üzüntüyle görüyorum ki aslında özünde bizim yüzyıllar önce terk ettiğimiz gerçekleri, inkarcı bir zihniyete de alet ederek önümüze koyuyorlar, üstelik de çuval dolusu paramızı alıyorlar. Batının disipline ettiği ve bilim haline getirdiği bu prensipler, dikkatli incelendiğinde görülecektir ki özünde, bizim yüzyıllar önce terk ettiğimiz usullerden üretilmiş yöntemlerdir. Biz o usulleri uygulamayı terk ettiğimiz için hayatı doğru kurgulamayı kaybettik. Hayatı doğru kurgulayamayınca her şey mihverinden kaymış oldu ve başarısızlık da doğal olarak kadere dönüştü.

Ruh ve beden arasındaki ilişki noktasında ruhun gücünü ortaya çıkarmak günümüz dünyasında gün geçtikçe zorlaşıyor. Mutlu olmanın yolunun ruh ve bedenin birbirini tamamlamasından geçtiğini düşünürsek bu uyum nasıl sağlanabilir?

Bunun tek yolu var. Dini yeniden keşfetmek... Din, bize işlerimizi daha hızlı ve kolay yoldan anlayıp yapmamızı sağlayacak şu dünyevi düzen hakkında da çok reçeteler sunar. Halbu ki bugünkü geri kalmışlığımıza din sebep gösterildi uzun zaman. Medeniyet yarışında geri kalmamızda dinin büyük rol oynadığı sanıldı. Mamafih bu 'sanı'da bir hakikat kırıntısı var. Çünkü dinin mevcut anlatım şekli, kavramların bizdeki ilk çağrışımları ve mevcut izahları bizi cidden atalete sevk etmiş. Oysa Kur'anî kavramların hiç birisi bu ithamı hak etmiyor. Öyleyse yanılgı bizim algı biçimimizde. Yani sorun bizde. İşte o yüzden ben tam da bu sebeple o kavramları yeni bir perspektifle ele almamız gerektiğini söylüyorum. Benim telaşım dini anlamda değil. Hayatı ıskalamamak içindir. Seküler bakıyorum yani Kur'anın kavramlarına... Diyorum ki, doğrularımızı gözden geçirmemiz, kavramları, ta başlangıçtaki algılarıyla yeniden formatlamamız gerekiyor.

Duygusallık konusuna farklı bir bakış açınız var. Duygusallık, ötekinin kölesi olmaktır diyorsunuz. Bu ifadenizi biraz açar mısınız?

Evet duygusallık konusu, kitapta değişik vesilelerle çokça vurguladığım bir konu. Çünkü duygusallık, 'duygu' dediğimiz ve aslında insanı yücelten bir özelliğin, sinsice insanı yıkan ve içten içe çürüten merhalesidir... Duygusallık, insanın irade kullanımını engelleyen bir beladır. Aklın iptalidir... Aslında insanı yücelten duyguların, onu alçaltmaya neden olan bir hal almasıdır... Elbette duygu ve duyarlılık olmadan bu alemin kahrı çekilemez. Duygular, insana, insanlara, çevreye ve eşyaya karşı saygılı olmamız için bize verilmiştir. Annemizi, babamızı, eşimizi, çocuklarımızı, ailemizi, akrabalarımızı, milletimizi ve insanları sevebilmemiz, üzerinde yaşadığımız şu dünyayı yaşanabilir kılmamız ve yardımlaşmamız için verilmiştir... Ama siz o duygularla oluşturduğunuz ilişkileri, sevgileri, bağlılıkları, sizin doğru karar vermenizi önleyecek ifrat noktalara ulaştırırsanız, o artık sizin tuzağınız ve zaafınız olur...

Ruh, beden, beş duyu hapishanesi, beyin, zihin, zeka, hafıza ve düşünce insanı var eden unsurları tek tek masaya yatırıyorsunuz. Bunlardan birini merkeze koymanız gerekse hangisini seçerdiniz?

Hepsini! Çünkü insan bunların hepsidir. Bir araba kaportası, motoru, benzini, marşı, krankı, direksiyonu vs... hepsiyle birlikte arabadır. Birini önceleyemezsiniz. Ama illa da bir şeyi önceleyecek olursam, ben ego=Ene'yi öncelerdim. Çünkü o, Cenab-ı Hakk'ın bizde tecelli etmiş tüm isimlerinden oluşmuş bir terkip, bir mahiyettir. İnsanı batıran da çıkaran da nefstir. Akıl, yürek, duyular hepsi ama hepsi onun birer fonksiyonudur. Ruh bile, nefsin mahiyetinde var olan kabiliyetlerin tezahürü için şu bedene sıkıştırılmıştır...

Müslüman bir bireyin kamil insan olma yolundaki mücadelesi ve rekabet dünyasının gereklerine cevap vermeye çalışan modern insanın başarı anlayışı arasında ciddi farklar var. Bu noktada Müslüman birey rekabet dünyasında hangi yöntemleri kullanmalı?

Kendi yöntemlerini kullanmalı. Bizi bugün yanılgıya sevk eden bir paradokstur. Bugünün rekabet usulleri tanrı tanımaz, kapitalist ve emperyalist Batının üretip dayattığı usullerdir. Biz, 'şahit' bir ümmetiz. Mesela, Batılılar, 'medeni' olma ididasında oldukları halde, diğer medeniyetlere karşı toleranssızdırlar. Endülüs, Maya, İnka, Aztek, Kızılderili medeniyetlerini yok ettiler. Kesa bizim Balkanlardaki bütün eserlerimizi haritadan sildiler. Şimdi onlar öyle yapıyor diye Müslümanların da katliam yapması veya onların inşa ettiği eserleri yıkması mı gerekiyor. Hayır!Biz vasat ve insanlık için şahit olmak üzere çıkarılmış bir ümmetiz. Biz tahripkar olamayız. Onların yıkıcı ve tahrip edici usullerine rağmen, biz hayatın içinde sıdkiyyetin mümessilleri olmayı başaramazsak, onların usulüne hayat kazandırmış oluruz ve nitekim oluyoruz da. İşte paradoks burada. Biz onların yöntemiyle onlarla mücadele etmeyi sürdürdükçe onların medeniyetine hayat vermiş oluyoruz. Her şeye rağmen, kendi rahmani ve insani yöntemlerimizi geliştirmek zorundayız. Çünkü sıdk, bizim dinimizin de ahlakımızın da medeniyetimizin de üssü'l-esasıdır.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Röportaj Haberleri