Belit I: Bir resim vardır ortada herkes ona bakmaktadır.
Önerme I: Bu bakışlar önce dışarıdan ve dramatik sonrasında haylaz ve çapkın...
Söylencek çok şey var ama kalbimi yerinde bulamıyorum…
Artık tek başıma hata yapmam gerekecek…
Ön cepheden. Hafifçe kaykılarak oturulan sandalyede, bu kaykılış resmin arkada kalan kısmına görüş açısı sağlamaktadır. İzin vermektedir bir bakıma. Ama bu “izin verme” bir kağıtla veya resmi bir evrakla sağlanan izinlerden değil. Bizatihî olaya müdahil olma kaygılarından kaynaklanmaktadır. Simgesel bir önemi yokmuş gibi görünen resim’de, resmin sahibi, resim üzerine söz söyleyebilmemiz ve hatta tartışarak sorunsallaştırabilmemiz için kapıyı aralık bırakmıştır.
Biraz kaygılı ve umarsız; aslında ikircikli bir mütebessimiyet. Objektife bakılmadan, gözler kaçırılmış. Ya bu bir nevi oyun yahut utangaç bir yüz’ün objektife bakmaktan kaçınması, ya da yol göstericinin merhametine kalmış bir serüven.
Resme baktığımızı zannettiğimizde öne çıkmış, ön taraftaki –resme bakan için ön, resimden bize bakan, resimdeki sima için cephe- siluet ortadan kaybolmaktadır. Acaba bu resim izleğinde kendisine bakılan için, bakanlar, ortadan kaybolmakta mıdır?
Mekanın belirleyiciliği arkaplandaki şekilden mi kaynaklandı yoksa kendisine bir yurd mu edindi mekanı. Mekandan çıkarak kendisine yeni bir yurd edindi ve kendisine bakanların da yurdlarına girerek düşmanın mekanını (ev, ofis, otel, okul v.s) içten patlatarak onu yersiz yurdsuzlaştırdı.* Bu O’na Oedipal tuzaklardan kurtulma şansı vermektedir. En küçük direniş çizgisini veya sızma noktasını kullanaraktan hem de…Deleuze’cü yolgösterici burada yadsınamaz bir şekilde hem kendisini tehlikeye atarak hem de gittiği yolları yok ederek yardım etmektedir. Ve denetim toplumuna doğru adım adım gidişin belki de en kayıtsız örneklerinden bir tanesini yaşıyor gibiyiz de aynı zamanda. Özne’nin kendisini bile-isteye geriye çektiği bir çağda yaşıyoruz. Özne yok ve tarih de yok artık. Bütün çıplaklığına rağmen insanın. Çıplak ve alabildiğine hasta. Ruhumuzun derinliklerinde kaybettiğimiz şeylerin, ki nelerse onlar, peşinde koşmaktan bıkıp usanan, usandıkça yolunu kaybeden, kaybettikçe ayağa kalkmaya çalışan ve ayağa kalktıkça yeniden yere düşen…
Resme kendisini umarsızca yaslayan ve sıradan bir tebeşirle çizilmiş kalp büyüyen bir virüs gibi çırılçıplak çıkıveriyor ortaya. Önce silueti ortadan kaldırıyor sonra da kendisini. Kalakalıveriyoruz. Derrida’cı hayaletimsilik. Güvence vermeyen bir duruş var poz’da. Güvensiz ya da kışkırtıcı. İleri bir provokasyon’a daima açık. Ama kendine has bir hareketin aşkın gücüyle, “modern” aşırı cüreti, yalnızca, bu cüretin varsaymak zorunda olduğunu düşündüğü ve bu düşünüş biçiminin tarihin mitlerle dolu tozlu sayfalarından koparak gelen ortaçağ sonsuzluğuna doğru yeniden çevrimlemek için üstüne abandığı dışlama güdüsünden gelmektedir. Zira bu aşkın güç kaplayamayacağı sonsuz kendisini monoloğun bitimsiz kollarına bırakıverir usulca.
Bir fotoğraf çektirme, poz verme oyunu denilebilir mi? Sol elin işaret parmağı hafifçe çeneye değmiş, gözler objektifte değil. Teatral sayılabilecek sarmal bir oyun…
“ben öyle duruyorsam, sen de bu yazıyı o şekilde oku”
Resim, aracı olmaksızın yüz-yüze; birleşme olmaksızın yüz-yüze’lik. Bakan, okuyan ve daireye girenler. Aracısız ve birleşmesiz, ne dolayımlılık var poz’da ne de dolayımsızlık, nötr denilebilir, alabildiğine sade, başka ile ilişkimizin hakikatidir bu, geleneksel ve teatral oyunda resimdeki kalb’in hiçbir zaman konuksever olmayacağı gibi…
Şüphesiz, belirleyici anlamıyla poz, hep bu yarı-çıplak çatlaklar boyunca hareket etmenin, olumsuzlamalar ve olumsuzlamaya karşı arkadaki/fon’daki kalbi savunmanın olumlanmasıyla bir çifte evet’lemeyle ustaca ilerlemesinin metaforik ve poetik (şiirsel-giz) gücü sık sık reddedilen gerçeğin ve dil’deki pürtüklülük’ün iz’idir.
Aracısız ve birleşmesiz, mutlak yakınlık ve mesafe; başka’nın yakınlığında mesafenin enteresan bir biçimde korunduğu, duygulanım, hem bu yakınlıktan hem de bu ikilik ve mesafeden oluşmuş bir eros…mevcudiyeti olmayanın –resmin- alanı.
İyice bakıldığında içerisinden bir ok geçir(t)ilmiş olmasına rağmen bu kalb.
Sahibine kimbilir hangi ağrıları yüklemesine rağmen bu kalb.
Bu satırların yazarının, eskimiş bir resmin içinden çıkıp gelen sevdaya tutturduğu ağıt’a rağmen bu kalb.
Kalbin “b” si ile isminde yatan b.
Kalb’in sahibine hamdlarımızı sunarak.
* deleuze’yan bir takibe girişen resim kendisini ortaasya steplerine koyuverdi bir anda.
Burada yazar deleuze ve guattari’nin birlikte hazırladıkları “Kapitalizm ve Şizofreni 1, Göçebebilimi İncelemesi: Savaş Makinesi, kitabına gönderme yapmaktadır.