Rejimin değiştirilmeye değil tamire ihtiyacı var

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Yargıtay Başkanı Sayın Hasan Gerçeker gazetecilerin ısrarlı soruları üzerine samimi düşüncesini belirterek rejim tehlikesinin var olduğunu söyleyemeyeceğini ifade etti.

Gizli bir psikoloji yasası vardır.

Ortada bir ihtiyaç varsa talep oluşur. Oluşan talep zamanında karşılanmazsa talep büyür ihtiyaç daha şiddetli olarak hissedilir. Böyle durumlarda üç türlü tepki vardır.

Birincisi, negativist cevaplardır, ihtiyaç görmezlikten gelinir. Bu durum radikal arayışları besler, yani kırılmaları ve tepkileri doğurur.

İkincisi, ihtiyaç ve durum analizi yapılmadan, risk hesapları düşünülmeden hemen giderilir. Bu uygulama aşırı liberal uygulamadır. İdealist cevaplardır. Bir çocuğun sonucu düşünmeden tutturması gibidir.

Üçüncüsü ise realist cevaplardır. Durum analizi yapılır. Zamanlama ve sıralama yapılır. İmkânlar, fırsatlar ve tehditler hesaplanır. Stratejik planlaması yapılıp adımlar atılır.

Konumuza dönersek, Türkiye’de rejim tartışmaları var. Bunu bazı ihtiyaçlar başlatıyor. 1930’ların Türkiye’si ile 2010’ların Türkiye’sinin ihtiyaçları ve beklentileri değişti. Artık yeni sorular soruluyor. Sorulan bu yeni sorulara eski cevaplar yeterli gelmiyor. Yeni cevaplar, analizler ve yorumlara ihtiyaç var.

Türkiye’de yaşanan rejim tartışmalarında yukarıda özetlediğim üç türlü tepkiyi de görüyorum.

Birincisi negativistik tepkidir. Bu tepki tutucu tepkisidir. Şirketlerde bir zamanlar şirketi başarıya ulaştırmış yöneticilerin yeni kan, yeni fikir ve yeni yetenekleri tehdit olarak algılamalarına bağlıdır. Yönetim düzenine fazlasıyla sarılırlar. Genellikle yaşlı baskıcıları bugünün CHP’si temsil ediyor. Mevcudu korumayı doğru hareket etmekten daha önemli gördükleri için statükocu olurlar. Konfor ve refaha düşkündürler. Politikada da böyledir. Roma ve Osmanlı'yı düşünün. Konfor ve refaha kapılmış üst yönetimin yıkılmadan bir önceki yaşamlarını bize gösteriyor. Yeni şartlara uyum sağlayamadıkları için yıkılmaya maruz kalan rejimler buna örnektir.

İkinci uygulamaya şirketlerden risk hesapları yapmadan idealist davranan genç kuşakların aşırı yatırım yapıp şirketi batırması bir örnektir. Politikada da aşırı liberal politikalar izleyenler bu tepkileri verirler. Osmanlının son döneminde İttihatçılar'dan önce liberaller daha aktif oldular. 31 Mart hareketini başlatan Ahrar Fırkası olarak bilinen o günün liberal idealistleriydi. Prens Sabahattin’in başı çektiği idealist grup padişah gitsin de ne olursa olsun diyerek imparatorluğu destabilize ettiler. Bugünde aynı tepkiyi İkinci Cumhuriyetçilerin bazılarında görüyoruz. Fazla idealist özgürlük talepleri Türkiye’deki rejimi destabilize edebilir. Ama bu durumu önemsemiyorlar. Aşırı ve aceleci taleplerin karşılanması hoş olurdu ama özgürlük zehirlenmesi sadece baskıcıların kimliğini değiştirmesine neden olur. Osmanlı’da padişahın istibdadı gitti İttihat Terakki’nin daha acımasız ve tecrübesiz istibdadı geldi.

Üçüncü yol ise realist yaklaşımlardır. Toplumsal talebi ciddiye alıp bilimsel analizler ve tartışmalarla belirleyip adımlar atmaktır. Hesaplanan riskleri alabilmek, büyüyen şirketlerin stratejisi olmuştur. Profesyonel yöneticilerle ortak çalışan yönetim kurulları bu şekilde aldıkları kararlarla şirketlerini uluslar arası alanlara yayılabilmişlerdir.

Günümüz politikasında realist ve rasyonel çözümler üretilmezse abartılı korkularla tutucu reflekslerle hareket edilirse birçok fırsat kaçacaktır. Osmanlının son döneminde mülkiye, ulema, askeriye ve sultanlık ortak bir zeminde tartışa tartışma ilerleseler ne olurdu? İngiltere’nin küçülüp ama gücünü kaybetmemesi gibi daha güçlü bir Türkiye ortaya çıkardı. 1920’lerde yaşanan kendi kimliğini terk ederek modernleşme metodu seçilmezse Japon modeli seçilse bugün Japonya gibi bir güç olup bugünkü kısır kimlik çatışmaları ile vakit geçirmezdik. Bölücülük ve irtica sorunu çok az tehdit değeri taşırdı.

Bugün Türkiye’de rejim evrensel standartlara uygun değildir. Sivil asker ilişkisi, totaliter bir anayasa, resmi ideolojisi kutsallaştırmış, bir eğitim sistemi hep korku üretiyor. Korkutarak itaati sağlama yerine çağdaş değerler olan özgürce birlikte yaşama bilinci oluşturarak itaati sağlama felsefesine ihtiyacımız var. Topluma ahlaki normları öğreten tasavvuf sistemi kaldırılmış. Yeraltına girmiş dini gruplar kontrolsüz çalışıyor. Ortaya çıkan boşluk seçenekler sunan dini özgürlüklerle doldurulması gerekirken, buyurgan , özel tanımlanmış totaliter Müslümanlık anlayışına devam edilmesi rejim kırılmalarına zemin hazırlıyor. Siyasi talebi olmayan dini gruplar desteklenirse dinin siyasallaşması önlenmiş olur!

AB ölçütleri olan çoğulculuk, katılımcılık, özgürlükçülük gibi demokratik değerler hem askeri hem sivil bürokraside ve eğitim sisteminde öğretilebilmelidir.

Özgürlük korkusun ilerlemenin önündeki en büyük engel olduğunu tutucu düşünenler anlayabilmelidir.

Rejimden memnun olmayanlar kendileri gibi düşünmeyen insanları değiştirmeye çalışmak yerine, “dünyayı değiştirmek değil kendimizi değiştirmemiz gerekiri, tebliğe değil, temsile ihtiyacımız var” felsefesini benimsemeye çalışmaları gerekir.

Böylece herkes kendi yaşam alanlarından kendisini güvende hissettiği, birbirini tolere ettiği otoriter ve totaliter buyurganlığın olmadığı, eleştiriye tahammül edilebilen çağdaş bir rejim haline geliriz.

Bugün Türkiye’yi yönetme talebinde olanların, karar mekanizmasının başında olanların bu psikoloji yasasına uymaları kazan-kazan sonucunu doğurur. Böylece rejim tehdidi en aza iner, aksayan yönler tamir olur. Kamu düzeni bozulmadan kendini yenileyen bir rejim haline geliriz. Aksi takdirde Lenin, Napolyon gibi devrimciliğe özenen dini veya modern görünümlü totaliterleri beslemiş oluruz.

HABER7.COM

ntarhan@gmail.com

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.