Vatan Gazetesinde Reha Muhtar köşesinde Ünlü Psikiyatr Vamık VOLKAN ve Can DÜNDAR'ın Mustafa filmindeki verileri esas alarak, Atatürk'ün Ruh haliyle ilgili ilginç tespitlerde bulundu. Muhtar'ın köşesine taşıdığı Mustafa Kemal ile ilgili analizlerin ayrıntıları şöyle:
Mustafa” filmi Atatürk’e yönelik psikolojik saldırının bir parçası mı?..
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü’nden Profesör Doktor Mehmet Kerem 18 bin vuruşluk uzun bir makale kaleme almış...
Dün Can Dündar’ın “Mustafa”sıyla ilgili görüşlerimi yazarken, Reşit Çengeloğlu isimli okuyucum “Reha Bey bir de Mehmet Kerem’in makalesini okuyun” demiş...
İlginç noktalar bulduğum makalenin hepsini okudum hem de üç kez...
Yetinmedim sizlerin okuması için bugün özetini bu köşeye almaya karar verdim...
Atatürk’e yönelik saldırıların altında yatan nedenlerle ilgili ilginç analizler var bu makalede...
Bana gelince;
Benim Mustafa Kemal’le ilgili duygularımı ve düşüncelerimi herkes biliyor...
Bir psikolojik harekât değil, bin psikolojik harekât yapsalar, vız gelir tırıs gider bana...
Ama benim Mustafa Kemal’i çok sevmem, bir gerçeği değiştirmez...
Atatürk’ün gücü benim gözümde tabu olmasından gelmiyor...
Tartışılmamasından, insani taraflarının ortaya konmamasından, tanrı katına konmasından kaynaklanmıyor Atatürk sevgim...
“Mustafa” filmi vizyona girdiğinde ben de filmle ilgili eleştirilerimi yazdım...
Ama bir filmi eleştirmek başka, bir filmden dolayı yapımcısını hapislerde süründürmek çok başka...
Aşağıda okuyacağınız makale filmin “Mustafa filminin bir bilim adamınca yapılmış çok ağır bir eleştirisidir..”
Atatürk’e saldırıları eleştiriyi yayınlamak benim için bir yazarlık görevidir...
Bir yapımcının hapse girmesine karşı çıkmak ise bir demokratlık görevi...
İkisini birbirine karıştırmazsak, hayatı doğru algılar, Atatürk’ün Cumhuriyet’ini barış ve demokrasi içinde ilelebet payidar kılarız...
*****
“ATATÜRK’Ü ELEŞTİRMEK MİLLİ REFLEKSİ KIRMAKTIR...”
Can Dündar’ın belgeseli Atatürk’ün kişiliğine ve onun kişiliğinde var olmuş Türk milletine karşı girişilen en kapsamlı psikolojik saldırı örneğidir. Bu nedenle belgeselin yarattığı asıl tahribatın da bu psikolojik cepheden geleceğini görmemiz gerekiyor. Ama nasıl?
Can’ın psikoloji referansı Vamık Volkan adlı bir psikiyatrist.
Nitekim Can Dündar, Hürriyet’ten Ayşe Arman’a verdiği röportajda Vamık Volkan’dan etkilendiğini itiraf ediyor.
İtiraf ettiği etkilenmenin kaynağı bir kitap.
Adı: ‘Ölümsüz Atatürk’
Kitap 1984’te ABD’de ‘Immortal Atatürk’ adıyla yayınlanıyor.
On yıl sonra Türkiye’de yayınlanıyor ve yasaklanıyor.
Fakat 1998’de serbestçe satılmaya başlanıyor.
Kitabın temel tezi Atatürk’ün ne kadar sıradan bir insan olduğunu göstermek.
Yani tıpkı Can gibi Atatürk’ün ‘insani’ yanlarını vurgulamak. Ve onun ‘büyüklüğünü’ böyle göstermek!
“PAVLOV’UN KÖPEKLERİ VE MİLLİ REFLEKSİN KIRILMASI”
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Profesörü Mehmet Kerem Doksat şöyle açıklıyor:
Bilirsiniz, ünlü Rus fizyolog Pavlov, köpeklerine et verirken bir yandan zil çalınca ve bunu defalarca yapınca, bir süre sonra eti görmeden de zil sesini işitince hayvanın salyası akmaya başlar. Bu, şartlı reflekstir: Hayvanın tabiatında olmayan bir uyaran (zil sesi), onu tabiatında olan eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır.
Hiçbirimiz dünyaya Türk, Meksikalı, Sünnî veya Katolik olarak gelmeyiz; bunlar bize öğretilen değerler, yani şartlı reflekslerdir. Eğer pekiştirilmezlerse, zamanla sönerler.
Bir gün Pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kısmı boğulur bir kısmı da günlerce terörize olur çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır. Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır.
Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yok!
Şu müthiş sonuca varır: Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırır. İnsanı veya hayvanı en doğal, en ilkel haline geri döndürür.
Her gün 15-20 şehit, ‘kanları yerde kalmayacak’ denip sürekli kanlarının yerde kalması, bir yandan orada burada araba yakarak, polise taş atarak etnik kalkışmalar...
Hepsini toplarsanız, temel güvenlik duygusu ortadan kalkıyor.
Pavlov’un köpeklerindeki gibi, bu kadar ağır travmalarla şartlı reflekslerimiz (millî duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor.
***
Volkan’a göre Atatürk babasını küçük yaşta kaybedip ilk bunalıma giriyor. Ondan sonra annesi başka bir adamla evleniyor ve eve gelen bu adamla birlikte bunalım kökleşiyor.
Bunun temelinde ise Mustafa’nın annesine olan ‘odipal bağlılığı’ var! Aslında Can’ın belgeselindeki temel ve örtük mesaj da bu.
Atatürk denilen adam sözde bizim atamız, yani bir anlamda hepimizin babası ama aslında onun babası yok!
Ve yine Mustafa’nın annesine darılması anlatılıyor belgeselde, çünkü Atatürk’ün anası, yani bizim o başörtülü gülümseyen fotoğrafından hatırladığımız Zübeyde Hanım, ‘eve başka bir erkek getiriyor’!
Evet, belgeselde anlatılan dil aynen böyle, ortada Zübeyde Hanım’ın ‘yeniden evlenmesi’ne değil ‘eve yeni bir erkek getirmesi’ne vurgu var! Farkındaysanız tez Vamık Volkan’dan aktarılma olduğu gibi.
***
Nitekim belgesel boyunca Atatürk, mutsuz, yalnız, bunalımlı bir tip olarak çizilmiş.
Ancak bunlar anlık ya da dönemsel melankolilikler değil.
Atatürk çocukluğundan ölümüne derin bir melankoli içinde gösteriliyor. Atatürk’ün sürekli içki ve sigaraya olan düşkünlüğü de örtük başka bir mesajı veriyor:
Mustafa sadece annesine karşı odipal bir bağlılık içinde değildir, aynı zamanda oral bir kişiliğe sahiptir!
Şimdi bu iki kavrama bakalım.
Birincisi Freud’un ‘odipus kompleksi’ olarak bilinen ve çocuğun anneye olan bağlılığını cinsel bağlılıkla açıklayan teori.
İkincisi ise yine Freud’un çocukluk evrelerini ayırdığı ilk evre olan ‘oral evre’, yani ağız bağlılığı.
Her iki kavram da Vamık Volkan’ın kitabında Atatürk’ün kişiliği olarak konuluyor.
Şöyle ki:
Atatürk annesine olan aşkının yerine vatanı koyuyor.
Nitekim ‘büyük validemiz’ diye söz ettiği vatana olan aşkı aslında anasına olan aşkıdır!
Yine ana memesine olan hasretini de rakı kadehi ve sigara ile gidermektedir!
***
Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve refleksini nasıl yok edersiniz?
Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır, o ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız.
Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız.
Mesela Türkler kendilerini kahraman bir ulus olarak mı görüyorlar?
O zaman onlara ne kadar korkak bir ulus olduklarını göstermek gerekmektedir!
Ya da Türkler atalarını, yani Atatürk’ü çok mu yüceltiyorlar?
O zaman onlara Atatürk’ün ne kadar sıradan biri olduğunu gösterin.
Farkındaysanız son on yıldır tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz.
Sözde demokratlık, tartışma kültürü adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor?
Sıra Atatürk’e geldi.
Çünkü önemli olan ulusal önderi yok etmektir. O halde tüm önderlere yapılanı Atatürk’e de yapalım. Onun ne kadar zalim bir diktatör olduğunu tartışalım.
Onun aslında zaafları olduğunu tartışalım. Hatta onun anasını bile tartışalım.
Evet, emperyalistlerin gündeminde bu vardır. Tartışın diyorlar, biz sizin atanızın anasını tartışmak istiyoruz!
Ondan sonra Can Dündar çıkıyor ağlamaklı, diyor ki tamam tartışın benim belgeselimi ama biraz insaflı olun, önce izleyin sonra eleştirin!
Acıyacaksınız neredeyse adama.
Sonra dört bir koldan saldırıyorlar; korkacak ne var ki, izleyin önce, inanmazsanız inanmazsınız!
İsterseniz eleştirin!
İşte asıl psikolojik harp cephesi de burada kuruluyor!
Mesela Atatürk’ü sevmek, bayrağı sevmek, İstiklal Marşı’nda duygulanmak, şartlı reflekslerdir ve bunlar tartışma konusu değildir.
Çocukluktan öğrenilir ve ölene kadar da korunur.
Ama bazı haller vardır ki o şartlı refleksleri kaybedersiniz.
İşte Can’ın belgeseli tam da bu iş için yapılmış.
Prof. Mehmet Kerem”
Vatan Gazetesi