Artık kimse karşısındakini dinlemiyor. Hakikati, hakkaniyeti umursamıyor. Siyasi gerilim toplumu ortadan ikiye ayırdı. Bu psikolojik savaştan nasıl bir toplum çıkacak?
Bu ülkede nasıl bir gelecek kuracağız? Bu acımasız çatışma ortamından ruhumuzu kirletmeden sıyrılabilir miyiz? Yaralarımızı sarabilecek miyiz?
Danıştığım Psikiyatr Cem Mumcu, temel sorunun iyi ve kötüyü ayırmamak olduğunu belirtiyor. “Bir bebek ayırt etmez. Anne meme verirse iyi, vermezse kötüdür. Fakat insan büyüdükçe gelişir. Bir nesnenin içindeki iyi ve kötü yanları görmeye başlar. Biz bunu pek yapamayız. Mesela Lale Belkıs hep kötü, Hulusi Kentmen hep iyidir. Siyasi liderimiz hep haklı, diğerleri hep haksızdır!”
Paranoyak politika
Pınar Öğünç’e konuşan psikiyatr Hakan Atalay, “Türkiye psikolojik bütünlüğe sahip bir birey gibi analiz edilirse ‘sınır’ (borderline) kişilik özellikleri sergilediği söylenebilir” görüşünde.
Hayatımızın bir diğer gerçeği paranoya. Her sorunun arkasında ‘belirli odaklar’ aranması, ‘kötü oyunlar’ın, ‘belli çevreler’ce düzenlenmesi... Bu da ısıtıp ısıtıp önümüze konan bir yemek. “Biz onların kim olduğunu biliyoruz. Zamanı gelince açıklayacağız” gibi.
Toplum teslim olup “Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Hayat bir komplo. Biz hiçbir şeyi anlayamayız ve kontrol edemeyiz” diyecek... Yönetenler de: “Size söyleyemeyiz ama biz hepsinin farkındayız. Bize güvenin, gerisini merak etmeyin. Fazla da karıştırmayın...”
Komploculuğun milli sporumuz olmasından medya da sorumlu.
İnsanlar bilgi kaynaklarına güvenmedikleri zaman görünenin ardında bir şey ararlar.
Kolu kanadı kırık basınımız bugüne kadar Ergenekon’la, Gülen Cemaati’yle, YGS ile ilgili gerçekleri şüphe bırakmayacak şekilde ortaya koyabildi mi? Hayır.
Bu sadece becerememekten değil, gazeteciler de parçası oldukları toplum gibi ‘siyah ve beyaz’ dünya görüşününden mustarip.
‘Gazetecilik ilkeleri’ diye söze başlayanlar artık sınıf kavgasından bahseden eski solcular gibi görülüyor. Söyledikleri geçerliliğini yitirmiş, zamanın ruhunun dışında kalmış gibi...
Bu ilkesizlik yeni bir dil yaratıyor. ‘Alınan bilgilere göre’ diye başlayan manşetler görüyoruz. Ne demekse! Yakında ‘alınmayan bilgilere göre’ haberlerini de göreceğiz sanki.
Ama sorun yok. Çünkü kimsenin derdi ikna etmek değil. Doğrusunu yazsa, karşı cepheyi inandıramayacak, yanlışı yazsa mühim değil, kendi kitlesi ne verse alıyor.
Bu arada 1.7 milyon öğrencinin hayatı mahvolmuş, masum insanlar boş yere hapis yatmış, başörtülü olduğu için eğitim alamamış, aşağılanmış... Bunların önemi yok. Mühim olan kirli savaşı kazanmak. Diğer tarafı ezerek, yok ederek...
Her yol mübah!
Bu da bizi toplumun psikolojisindeki kadar önemli bir soruna getiriyor: Ahlak sorununa...
Çifte standart, iftira, yalan, iki yüzlülük kabul edilebilir. Bizimkiler yapıyorsa... Sadece başkalarının günahı günah.
Şimdi baştaki soruya dönelim: Bu ülkede nasıl bir gelecek kurabiliriz?
Ekonomide dünya 10’uncusu, bölgenin süper gücü olsak, hadi AB’ye bile girsek...
Birbirinden nefret eden sinikler olarak mı yaşayacağız?
Temel duygusu korku, nefret ve ayrımcılık olan bir toplumun ne kendine yararı olur ne insanlığa.
Böyle bir ülke olsa da olur, olmasa da…