Zeren'e göre en büyük hatayı çocuk yetiştirirken yapıyoruz ve sadece kendini düşünen, başarı takıntılı narsist kuşaklar yetiştiriyoruz
Bugünün düşünürleri, psikoloji uzmanları, sosyal bilimcileri yaşadığımız dönem için "narsisizm çağı" diyorlar! Psikolojinin, "Kişinin kendisini özel görmesi ve herkesin de onun özel olduğunu kabullenerek ona göre davranmasını beklemesi ile ortaya çıkan bir çeşit kişilik bozukluğudur.
Toplum içinde zirvede olduğunun kabul edilerek kendisine ona göre davranılması gerektiğine inanırlar. İş birliği onlara göre değildir" diye özetlediği bu rahatsızlık nasıl oluyor da toplumsal bir histeriye dönüşüyor peki? Sosyal medyanın herkesi 'biricik' kılan imkanları, dijital beğenilme tutkusu, yalan yanlış kişisel gelişim metotlarının sürekli insanlara 'sen özelsin, her şeyi başarırsın' dayatması, çocuk yetiştirirken ailelerin hiçbir dönem olmadığı kadar korumacı ve el üstünde tutan yaklaşımı...
Hepsinin narsisizmin yükselişinde payı var elbet... Sosyal psikoloji konularının Türkiye'deki en uzman isimlerinden, Psikiyatr Uğur Zeren'le narsisizmi kişisel ve toplumsal düzlemde, her yönüyle konuştuk. Zeren, narsisizmin artışta olduğunu söyledi ve nedenlerini, 'niçin'lerini, 'nasıl'larını anlattı...
- Gözlemlerinize dayanarak soruyorum, narsisizm artışta mı?
- Üzülerek evet demek zorundayım. Büyük bir köy haline gelen dünya maalesef. Hem takipçiyiz hem de teşhirci. Sürekli onay alma ve kendimizi başkaları ile kıyaslama, üstünlük kurma çabası narsisizmi artıyor. İnsan davranış ve inanışlarına şekil veren iki temel durum var. Birincisi haz almaktır, ikincisi acıdan kaçınmadır. Narsisizmin temeli de hep haz alıp hiç acı çekmeme üzerine kuruludur. Bugün kolay yoldan haz alabileceğimiz çok seçenek var. Acıdan kaçmak da eskisi kadar büyük bedellere yol açmadığı için özellikle gençlerde narsisizm artıyor.
- Çağımızın yaşamı, sosyal medyada sürekli beğenilme isteği ya da başka sosyal durumlar narsisizmin artışına yol açabilir mi?
- Kesinlikle yol açıyor. Günümüz koşulları maalesef bizleri sürekli rakiplerle yarış içinde olmak üzerine kurulmuş. Aileler, okullar, arkadaşlar bile bizi başkaları ile kıyaslayarak yarışmamıza neden oluyorlar. Kısıtlı dünya kaynakları için mesela park yeri, sınav kazanmak, bir ev almak, güzel veya popüler biri ile çıkmak gibi sebepler nedeni ile sürekli kazanmak ve birinci olmak zorundaymışız düşüncesi var.
İkincilik ve üçüncülük bile değersiz hale geldi. Bu başarılara burun kıvrılabiliyor çünkü herkesin gözü, beğenisi ve takdiri sadece birinciye veriliyor. Bugün hiçbir değeri olmasa bile bir sosyal medya hesabındaki takipçi sayısı, bir paylaşıma gelen beğeni kişinin mutluluk hissini direkt olarak etkiliyor. Hep 'en' olabilmek, olamadığında da nedenler üreterek narsisizme merhaba demiş oluyor.
- Bugünün ailelerin çocuklarını yetiştirme tarzı, onları hayatlarının merkezlerine koyması, onların da dünyanın merkezinde hissetmelerine yol açıyor mu?
- Ailelerin çocuklarına hitap şekli ve sorumluluk paylaşım hatası var. Benim çocukluk dönemimde hiç olmayan bir şekilde çocuklara "aşkım, prensim, prensesim, kraliçem, annecim, babacım, paşam" gibi sıfatlarla hitap edilir oldu. Biz bugün biliyoruz ki çocukları bu şekilde etiketlemek onların bu kimliğe bürünmelerine yol açıyor.
Aşkım denen çocuk kendisine çılgınca aşık olunan, ebeveynlerin peşinden koştuğu çocuk oluyor. Kendine prens, prenses, kraliçe, paşa, anne, baba denen çocuk da gerçekten öyle olduğunu zannediyor. O kimliklerin haklarını ve ayrıcalıklarını istiyor. Gel gelelim ev dışı ve aile bireyleri dışındakilerle karşılaşınca sorunlar yaşamaya başlıyor. Artık bu çocuklar adalet değil ayrıcalık isteyen yetişkinler oluyor.
10 KİŞİDEN BİRİ YAŞAM KOÇU
- Bir yandan da sağlam bir zemine oturmamış kişisel gelişim akımı ve metotları da insanları "sadece siz önemlisiniz" gibi sadece "başarıyı" kutsayan bir hale sürüklüyor. Sonu tabii ki çoğunlukla kötü bitiyor bu tür anlayışın. Sizce bu akımın yanlış uygulanmasının da narsistik bozukluk vakalarında bir etkisi var mıdır?
- Son yıllarda kendi mesleklerinden sıkılan, kariyerlerine başka yolda devam etmek isteyen kişilerin önemli bir bölümü psikolojiyi kendilerine iş olarak seçtiler. Psikoloji görüntüsü arkasında. Sahte bir disiplin ve sahte bir bilim doğdu.
Hangi sosyal topluluğa girseniz, bir masaya otursanız sekiz, on kişiden en az biri kişisel gelişimci veya yaşam koçu çıkıyor. Kendi hayatlarında zorluk çeken insanların, bir bölümü başka insanların hayatlarını düzenlemek gibi bir misyon yüklendiler. Maalesef çok fazla tekrarlandığı içinde hiç sorgulanmadan doğru kabul edilen, bir takım sloganlar çıktı. "Başarmak için çok istemek lazım, En büyük yolculuklar ilk adımla başlar, Cesaret edeceksin, isteyeceksin, Açılmamış kanatların büyüklüğü bilinmez, Yeterince denersen istediğine ulaşabilirsin" gibi.
Acar Baltaş'tan duyduğum ve çok hoşuma giden bir söz var. "En tehlikeli yalan içine doğru karışmış yalandır" der Acar Hoca. Tabi başaranların hepsi isteyenlerin arasından çıkar. Ama isteyenlerin çok azı başarılı olur. O başarılı kahramanlara özendirmek insanları hayallerle avutmaktır. Bir sınavı veya bir yarışı kazanana, bir yeteneğin gelebileceği en üst seviyeye gelebilen kaç kişi var. Diğer çabalayanlar? Kendi özelliklerini abartarak yaşamayı özendiren bu sahte disiplinler hem narsisizmi hem de sonuç olarak depresyonu arttırmaktadır.
SORUMLULUK BİLİNCİ VEREMİYORUZ
Ben 40 yaşındayım ve köy ortamında büyüdüm. O dönemde her çocuk karınca kararınca işlere ortak olur sorumluluk alırdı. Şehirde yaşayan arkadaşlarım da öyleydiler. İnek güder, tarlada bağda, bahçede çalışırdık. Şehirdekiler de ya bir yerlere çırak olur ya da babalarının iş yerlerinde çalışırlardı yani hayatın içinde olurduk. Kız çocukları da mutlaka ev işlerine yardım ederlerdi. Bugün çocukların ödevlerine ödevlerimiz, sınavlarına sınavlarımız gibi yaklaşıyoruz. Sorumluluk vermiyor, sonuçlarla yüzleşmelerine izin vermiyoruz. Çocuklarımızı pamuklara sardık sarmaladık. Şımarıklığı özgüvenle karıştırdık.