Doğan Cüceloğlu, Türkiye'nin önde gelen psikologlarından. Toplumu ince ince süzüyor, inceliyor, anlatıyor ve yazıyor. 17 kitabı var. Büyük bir şevkle de yazmayı sürdürüyor. Biz kendisiyle insan kaynakları ve iş yapma kültürü konusunda konuştuk. Sözü kendisine bırakıyoruz ABD Stanford Üniversitesi'nden iki profesör 120 - 150 yıllık şirketler hakkında 85 bin sayfa doküman incelemişler. Toplam 40 civarında şirket araştırmışlar. Bunların nasıl başarılı olduklarına bakmışlar. Sonunda şunu görmüşler: Bu kurumlar henüz kurulma aşamasındayken hangi değerler üzerinde gelişecekleri belirlenmiş. Bu değerler hala yaşıyor. Ve hiç biri yazılı değil.
Şirket kursam neye dikkat ederdim?
Bu şirketin yürüyebilmesi için çalışanların ve müşterilerin dört temel gereksinmesini karşılaması gerekiyor. Birincisi, içinde bulunduğumuz toplumumun standartları çerçevesinde, biyolojik gereksinmelerin karşılanması lazım. Yani para sorununun halledilmeli. İkincisi akıl ihtiyacı. Ben sürekli öğrenen insan olmalıyım. Benimle birlikte çalışanlar da, müşterilerimiz de öyle... Öğrenmek insanın doğasında var. Üçüncüsü gönül ihtiyacı... Ben şirketimde çalışırken arkadaşlarımın dostlarımın orada olduğunu ve onların benim için önemli olduğunu bilmeliyim. Orada çalışanların birbirlerine güvenen ve değer veren insanlar olduğunu bilmeliyim. Dördüncüsü de büyük resim ihtiyacı... Yaşamın tümü içerisinde benim yaşamımın anlamı ne? Çocuklar 3-4 yaşında bunu idrak etmeye başlıyorlar. Bir arkadaşımın çocuğu 'ben ölecek miyim' diye sormuş. Arkasından da 'siz ölecek misiniz' diye... Sonra da 'ben niye dünyaya bir yaprak olarak gelmedim' demiş. Büyük resim içerisinde - manevi hayat da denilebilir - benim şirketimin anlamı, yani 'benim şirketimin neye hizmet ediyor' konusu kafamda çok açık seçik olurdu. Benim şirketim çalışanlar için ne ifade ediyor? sorusu da aynı şekilde... Benim çalışanlarımın şunu demesi lazım. 'Çok şükür ki ben şu şirkette çalışıyorum.'
İyi bir ceo asla bağırıp çağırmaz
Amerika'nın efsane olmuş bir basketbol koçu var. John Wooden. 101 yaşına kadar yaşadı. Kitabı da Türkçeye çevrildi. Wooden yoksul bir ailenin oğlu. Çocukluk günlerinde babasına yardım etmek için kuyudan su çeken katıra bağırıyor, vuruyor. Katır hareket etmiyor. Babası kafasını uzatıp katıra ismiyle 'Kate' diye hitap ettiğinde, katır yürümeye başlıyor. Küçük John babasına 'bu işin sırrı nedir' diye soruyor. Baba 'gel benimle' diyor. Birkaç havuçla katırın yanına gidiyor, ona havuçları yediriyor, sırtını okşuyor, onunla konuşuyor. Bu olay küçük Wooden'a bir ders oluyor. 'Koçluğumda hep onu izledim, kimseye bağırmadım' diyor. Sadece, oyunculara 'elinizden geleni yaptınız mı?' diye sordum. 'Yaptıysanız başarı budur diyor.' Wodden'ı ilgisiz bir sanmayın sakın. Hangi oyuncunun ayakkabısını nasıl bağladığını bile biliyor. 'Benim hayatta en korktuğum şey babamı hayal kırıklığına uğratmaktı" diyor Wooden". Benim oyuncularımın en korkuttukları şey de beni hala kırıklığına uğratmak...'
Lider her koşulda iyi bir lider olmalı
Seminerlerimde soruyorum: Askerde ağaç diktiniz mi? Genelde pekçok parmak kalkıyor. Peki 'terhis olduktan sonra hiç ağaç diktiniz mi' diyorum, kimseden cevap yok. 'Bu liderlik değil arkadaşlar' diyorum. Ağaçlandırma projesi benim sorumluluğumda olsaydı, siz daha o ağacı dikmeden çok önceden ben sizinle temas kurardım. Ağacın anlamını, insan ağaç ilişkisini, toprakla ağaç ilişkisini, millet olmayla ağaç ilişkisini... Bunu da ben söylemezdim siz keşfederdiniz. Ondan sonra siz ibadet eder gibi dikerdiniz. Ve terhis olduktan sonra her köyde bir dernek oluştururdum ve ülke çapında bambaşka bir ağaçlandırma süreci başlatırdık.
Bu motosikletli kuryeyi kazandınız
Bir arkadaşım anlatıyor: "Geçenlerde araba kullanıyorum. Bir yandan da babam hastaneye kaldırıldı. Aklım onda, telefon bekliyorum. Telefonum çaldı. Babam. Heyecanla açtım. Bu arada istemeden biraz da sağa kaydım. Motosikletli bir kuryeye yanaştım. Yanıma gelip küfretti. Durdum. Kendimi onun yerine koymaya çalıştım. 'Bana laf söylüyorsun ama senin de kaskın yok' dedim. Arkadan geldi. Küfredecek sandım. 'Kaskla ilgili söylediklerini unut, özür diliyorum' dedi. Bir hafta sonra sandviç almak için bir büfeye gittim. Baktım bizim kurye. Sandviççide çalışıyor ve işini titizlikle yapıyor. Tanıdım ama birşey demedim. Çıkarken baktım, motosikletin üstüne kask alıp koymuş." Eğer onun küfürüne küfürle karşılık verecek olsaydım farklı bir durum olacaktı. Herkes bunu bir kere iki kere yapsa, toplumda farklı bir hava esmeye başlayabilir.