Dr. Aynur Özge, Dr. Ali Karakelle
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji A.D.
Psikiyatride Tanıya Yardımcı Yöntemler, Mersin 2004, 150 - 171
MCATURK.COM - Bu bölümde psikiyatrik hastalıkların tanısında yararlanılan elektrofizyolojik yöntemler tanıtılarak belli başlı psikiyatrik bozukluklarda bildirilen değişiklikler gözden geçirilmiştir.
1. ELEKTROENSEFALOGRAFİ:
Beynin elektriksel aktivitesinin yüzeysel elektrodlar aracılığı ile kaydı anlamına gelen Elektroansefalografi (EBG), psikiyatrik ve organik mental bozuklukları ayırt etmede klinik psikiyatristler için önemlidir. Özellikle son yıllarda konuya olan ilgi giderek artmış ve Amerikan Psikiyatrik Elektrofizyoloji Birliği psikiyatristler için EEG sertifikasını Standard hale getirmeyi önermiştir. EEG psikiyatrik hastalıkların tanısında "trait-marker" niteliğinde tanı koydurucu bir inceleme değildir, ancak "state-marker" kabul edilerek hastalığın ve kullanılan farmakoterapilerin izleminde kullanılabilir. EEG yardımıyla epilepsi, santral sinir sistemi tümörleri, travma, inme, dejeneratif durumlar ve deliryuma neden olan bozulmuş metabolik tablolar gibi organik durumlar değerlendirilebilir. EEG, primer olarak beynin en üst kortikal tabakalarında yer alan nöronlardan kaynaklanan beyin elektrik aktivitesini ölçer. Bu elektriksel aktivite, skalp üzerine standart pozisyonlarda (uluslararası 10–20 sistemine göre) yerleştirilmiş elektrodlarla ölçülür. Elektriksel aktivite, değişik frekans ve amplitüdlerdeki dalgalar olarak kaydedilir. EEG frekansları şu bandlara ayrılmıştır; beta aktivitesi (13 Hz), alfa ritmi (8–12 HZ), teta aktivitesi (4-7 Hz) ve delta aktivitesi (4 HZ).
EEG psikiyatristler tarafından sıklıkla bazı organik beyin hastalıklarını (örn, nöbet bozuklukları, deliryum, demans) fonksiyonel psikiyatrik durumlardan ayırt etmede kullanılır. Lam ve arkadaşları psikiyatri servisinde yatan ve EEG bozukluğu olan hastalarda epilepsi hikâyesi veya geçirilmiş bir nöbet şüphesinin yanı sıra hikâye, fizik muayene ya da mental durum muayenesinde organik mental bir hastalığı düşündürecek deliller bulunduğunu bildirmişlerdir. Yine aynı grup, yatan psikiyatri hastaları üzerinde yaptıkları bir çalışmada EEG ile beklenmeyen organik hastalık saptamadıklarını ve EEG'nin psikiyatrik hastalarda rutin olarak kullanımına karşı olduklarını ancak hikâye ve diğer klinik bulguları organik mental hastalığı düşündüren hastalarda destekleyici bir test olarak EEG kullanılmasını önermişlerdir. Bazı otörler ise epizodik davranışsal ya da mental bozukluk hikayesi olan hastalarda EEG yapılmasını önermişlerdir. Şekil 7-1'de bir psikiyatrik hastada EEG istenmesiyle ilgili muhtemel strateji taslağı mevcuttur. Normal bir EEG olması hastada nöbet bozukluğunu ya da herhangi bir organik hastalığı dışlamaz. Lam ve arkadaşları'nında vurguladığı gibi EEG'nin duyarlılığının ve Özgüllüğünün en fazla olduğu durumlar nöbet bozukluğu ve deliryum, daha az olmak üzere de demans, inme, tümörler veya subdural hematomlar gibi beyin hastalıklarıdır.
Şekil 7–1. Psikiyatrik bozukluğu olan bir hastada temporal lob epilepsisini dışlamak için inceleme stratejisi
Hikâyede Bilinç değişikliği Otomatizm Kafa travması Halüsinasyonlar Epilepsiler EEG bozuklukları Bozuk BT veya MRG | Fizik muayenede Nörolojik defisit |
Uyku deprivasyonlu EEG | |
Serebral BT veya MRG |
Özgül fonksiyonel psikiyatrik bozuklukları tanımlamada EEG'nin tek başına yeterli olduğu düşünülmemelidir. Bu alanda bilgi birikimini artırmak amacıyla değişik psikotropik tedavilerin ve ilaçların EEG'yi nasıl etkilediklerini inceleyen Farmakoensefalogarafi gelişmiştir.
2. BOZUK EEG BULGULARI
Bozuk EEG bulguları birkaç kategoriye ayrılabilir;
Disritmi:
Bu tablo anormal diken dalga burstleri, keskin dalgalar ya da yavaş aktiviteden ibarettir. Diken veya keskin dalgalar, sükûnet halindeki bir EEG örneğinde göze çarpan geçici piklerdir. Bir diken dalga tipik olarak 80 msn'den daha kısa süreliyken, keskin dalgalar genel olarak 80 msn'den daha uzun sürelidir. Burada dikkate alınması gereken nokta, bir EEG kayıtlamasında disritmi olmamasının nöbet aktivitesi varlığını dışlamadığıdır. Daha da ötesi, altta yatan nöbet bozukluklarını araştırmada EEG'nin mutlak bir duyarlılığı yoktur. Örneğin, bazı klinik tablolara cevap olarak oluşan paroksismal elektriksel aktivite, EEG kaydı sırasında her zaman görülmeyebilir. Muhtemel bir kayıtlama hatası var ve bazı nöbet bozukluklarının şüphesi yüksekse, klinik olarak anlamlı olabilecek disritmiyi daha net araştırmak için yapılabilecek işlemler şunlar olabilir; 1) EEG tekrarlan, 2) Uyku deprivasyonlu EEG ya da 3) Muhtemel nöbet aktivitesini daha iyi değerlendirmek için bir video kayıtlamasının da eklenebileceği 24 saatlik ambulatuvar EEG kaydı.
EEG'de yavaş dalga aktivitesi:
Klinik olarak anlamlı yavaşlama, hasta uyanıkken kaydedilen teta ya da delta aktivitesi varlığıdır. Bu durum deliryum hastalarının çoğunda ve demanshlarm bazılarında görülebilir. Genel olarak EEG'de yavaşlama olmasının (örn, teta ya da delta aktivitesinin baskın olduğu bir uyanıklık EEG'si), fonksiyonel psikiyatrik hastalık ile deliryum tablosu ayırımında yararlı olduğundan bahsedilmektedir. Bununla birlikte, alkol veya sedatif ilaç kesilmesine bağlı deliryumda tipik olarak zemin aktivitesi hızlıdır, lityum, fenotiazinler, benzodiazepinler, trisiklikler, antikonviilzanlar ve narkotikler gibi psikoaktif tedavi alan hastalarda EEG yavaşlaması beklenmektedir.
EEG'de amplitüd supresyonu:
Bu tablo beyin ölümü ve subdural hematom gibi durumlarda görülebilir. Subdural hematomlar mental durum değişiklikleri, alkol kesilme sendromu ve dejeneratif beyin hastalığı ile birlikte görülebilir. Amplitüd supresyonu ayrıca anksiyete bozukluklarında da sıklıkla bildirilen bir durumdur.
EEG asimetrileri:
Örneğin, skalpin sağ ve sol tarafındaki homolog bölgelerinden alınan EEG voltaj ve frekansları karşılaştırıldığında, klinik olarak anlamlı asimetriler olabilir (örn, fokal beyin hastalığı). EEG asimetrisi bazı fonksiyonel psikiyatrik hastalıklarda (örn, depresyon, mani, şizofreni) bildirilmekle birlikte şu an için klinik anlamı net değildir.
3. GİZLİ DURUMDAKİ BOZUK EEG AKTİVİTESİNİN ORTAYA ÇIKARILMASI
Bozuk EEG aktivitesi her zaman hastanın skalpine basit elektrodlar yerleştirip EEG kayıtlaması yapılarak saptanamaz. Bazı işlemler latent EEG aktivitesi bozukluğunu ortaya çıkarmada sıklıkla yararlı olur. Bu işlemler fotik slimülasyon, hiperventilasyon, uyku deprivasyonu, nazofaringeal elektrodların kullanımı, uyarılmış potansiyeller ve bilgisayarlı EEG kayıtlarıdır.
I. Fotik stimülasyon:
EEG kaydı sırasında hastanın yanıp sönen bir ışığa maruz kaldığı, provakatif stimülasyonun sık kullanılan bir formudur. Bozuk "fotokonvulzif yanıtlar" ışığın yanıp sönmesiyle senkronize olmayan paroksismal EEG aktivitesi olarak kendini gösterirler.
II. Hiperventilasyon:
Hastadan tipik olarak 3 dk kadar hiperventilasyon yapması istenir. Diken veya keskin dalgalar, ya da yavaş dalga aktivitesi paroksizmlerinin ortaya çıkması bozuk yanıt olarak yorumlanır.
III. Uyku Deprivasyonlu EEG Kayıtları:
Uyku deprivasyonundan sonra, bazı bozukluklar EEG kaydında daha belirgin hale gelirler. İşlem sırasında hasta uykulu olacağından ve bu sırada bilinç seviyesinde değişiklikler olacağından, bazı EEG bozuklukları (örn, diken dalga aktivitesi) uyku deprivasyonu ile daha belirgin hale gelmektedir. Bununla birlikte klinisyen hastanın uykusuz kalma süresi ve çekim sırasında laboratuarın aynı metodu kullandığından emin olmalıdır. Birçok EEG laboratuarı uyku deprivasyonlu EEG Men önce uyku deprivasyonsuz bir EEG çekmeyi tercih etmektedir. Hail ve arkadaşları psikiyatrik hastalar için uyku deprivasyonlu EEG'nin, rutin uyku deprivasyonsuz EEG'den daha duyarlı olduğunu bildirmişlerdir.
IV. Nazofaringeal Elektrodlar:
Psikiyatrik hastalarda nazofaringeal elektrodların kullanılmasının EEG kaydının diagnostik sonuçlarını arttırdığı bildirilmektedir. Grebb ve arkadaşları yeni tanı konan psikotik hastanın araştırılmasında uyku deprivasyonunun ve nazofaringeal kayıtlamanın birlikte kullanılmasını önermektedirler. Ramani ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada özellikle uyku deprivasyonu sonrası uykulu haldeki bir hastada, rahatsızlık verici bir işlem olan nazofaringeal elektrodların değeri tartışılmıştır. Uyku deprivasyonunu takip eden uyku sırasında çekilen HEG'nin nazofaringeal elektrodlara göre diagnostik olarak daha değerli olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Günümüzde psikiyatrik hastalarda nazofaringeal elektrodlarla desteklenmiş EEG'nin değeri hakkında tam bir uzlaşma yoktur. Bununla birlikte, sadece nazofaringeal elekrodlarla görülebilen bozuk EEG aktivitesine sahip hastaların da bulunduğunu okuyucu dikkate almalıdır.
V. Bilgisayarlı EEG Kayıtları ve Uyarılmış Potansiyeller:
Ayrıntılı olarak 9. bölümde incelenmektedir.
4. TEMEL PSİKİYATRİK BOZUKLUKLARDA BİLDİRİLEN EEG DEĞİŞİKLİKLERİ
Mental Retardasyon:
Mental retardasyona eşlik eden sendromlar belirleyici olmakla birlikte entellektüel seviye ile orantılı olarak çeşitli EEG anormallikleri ve nöbet bozuklukları bildirilmiştir. EEG ayrıca bu kişilerde zamanla ortaya çıkan değişiklikleri izlemek açısından da yararlı bir incelemedir. Bazı durumlarda paroksismal EEG anormalliklerinin görülmesi nöbet bozukluklarının başlayacağının habercisi olabilir.
Öğrenme Bozuklukları:
En sıklıkla bildirilen formu disleksi olup Hughes geniş bir seride hastaların %37'dcn fazlasında hafif non-spesifik EEG bulguları saptayarak EEG bozukluğunun öğrenme becerisinde düşme ile korelasyon gösterdiğini bildirmiştir. Bu hastalarda önemli bir ayrıntı hemisfer asimetrisi olup erkeklerde sol, kızlarda ise sağ hemisferik disfonksiyona ait deliller saptanmıştır. Çocukluklarında disleksi bildirilen erişkinlerde yapılan serebral kan akımı çalışmalarında ise anormal sol hemisferik aktivasyon bildirilmiştir. Ayrıca, bu çocuklarda çeşitli derecelerde gelişim bozukluğu saptanmıştır. DSM-IV de karışık reseptif-ekspresif lisan bozuklukları özellikle de Landau-Kleffner sendromunda EEG bozuklukları bildirilmiştir. Normal olgulardakinden farklı olarak bu hastalarda çeşitli epileptiform ve non-epileptiform özellikte EEG anormallikleri rapor edilmiş olup altta yatan serebral disfonskiyon desteklenmiştir.
Yaygın Gelişimsel Bozukluklar:
Bu gruba otistik bozukluklar, Rett's hastalığı, çocukluk çağı disintegralif bozukluğu ve Asperger's hastalığı dahil edilmiştir. Otistik bireylerde eşlik eden EEG anormalliği sıklığı ortalama %50 olup %10–83 arasında bildirilmiştir. Yapılan çalışmalardaki teknik farklılıklara rağmen genel olarak otistik bozukluk ile ağır santral sinir sistemi hasan arasında ilişki bildirilmiştir. Anormal EEG bulguları kantitatif zeka değerlendirmesi ve konuşma ve eğitimsel gelişimdeki prognoz ile anlamlı derecede ilişkilidir. Rett's hastalığı, postnatal fonksiyonlar normal olduğu halde takiben ortaya çıkan multiple gelişimsel bozukluk ile karakterizedir. Ağır mental retardasyon, EEG anormallikleri ve nöbetler otistik bozukluklardan daha sıktır. Çocukluk çağı disintegratif bozukluğu (Heller sendromu, Dementia infallis, disintegralif psikoz), yaşamın ilk iki yılında normal gelişim gösterdikten sonra pek çok alanda belirgin kötüleşme ile karakterizedir. EEG anormalliği ve nöbet sıklığı oldukça fazladır. Asperger hastalığı, sosyal iletişimde ağır ve kalıcı bozukluk, kısıtlı tekrarlayıcı davranış örüntüsü, ilgi ve aktivitelerde anlamlı fonksiyonel kayıp ile karakterizedir. Otizme göre daha ileri yaşlarda görülür ve spesifik EEG değişikliği tanımlanmamıştır.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB):
Temel olarak gelişim ile uygunsuz dikkat eksikliği, impulsivite ve hiperaktivite ile karakterizedir. Etkilenen çocuklarda yüksek oranlarda EEG anormalliği bildirilmiştir. En sıklıkla vakaların %30-60'mda normal sınırları aşacak şekilde yaygın generalize veya intermittant yavaşlama bildirilmiştir. Fotik uyarım hakkındaki bilgiler tartışmalıdır. EEG bozuklukları yaş ilerledikçe kaybolma eğilimindedir. Pek çok araştırıcı EEG bozukluğunun prognoz açısından önemli olduğu görüşündedir. Nitekim Satlerfied ve Shell (1984), DEHB tanısı alan 110 çocuk ve 75 sağlıklı kontrolü 8 yıl süreyle klinik, EEG, işitsel olaya ilişkin potansiyeller ve EEG power spectral data aracılığı ile incelemiş ve EEG anormalliğinin az suç işleyen çocuklarda daha fazla olduğu, bu çocuklarda prognoz tayininde EEG'nin tek başına belirleyici olmadığı, ancak klinik bilgiler ile korelasyonun önemli olduğunu bildirmişlerdir.
Davranış Bozukluğu:
Yaş ve toplumsal normlar göz önüne alındığında normalden farklı olan, şiddet içerebilen tekrarlayıcı ve kalıcı davranış örüntüsü ile karakterizedir. Bu çocuklarda HEG'de temporal ve posterior temporal anormallikler ve paroksismal bozukluklar tanımlanmıştır. Yıllardır 14 ve 6Hz pozitif spike'Iarın antisosyal, impulsif ve agressif davranışlar ile ilişkili olduğuna inanılmakla birlikle kontrollü çalışmalar bu görüşü desteklememiştir. Krynicki (1978) agresif davranışları nedeniyle hastaneye yatırılan gençlerde ilişkili olarak frontal alanlarda paroksismal EEG aktivitesi görüldüğünü bildirmiştir.
Tik Bozuklukları:
Bu başlık altında Tourette's sendromu, kronik motor veya vokal tik bozuklukları, geçici tik bozuklukları ve diğer tik bozuklukları incelenir. Tourette's sendromu bu alanda Önemli bir bozukluk olup bu hastaların; yaklaşık %50 sinde basit nörolojik bozukluklar, üçte birinde solaklık veya iki ellilik, %25-75'inde çeşitli EEG anormallikleri ve çocukluk ya da ergenlik döneminde hiperaktivitesi belirgin olan çocuklarda ise algılama bozuklukları bildirilmiştir. EEG bulguları tipik olarak tek ya da çift taraflı paroksismal keskin dalga aktivitesi ve generalize veya foka] yavaşlamadan ibarettir. Bununla birlikte EKG anormalliğini değerlendirirken kullanılan ilaçlara ait etkiler ve eşlik eden durumlarda göz önüne alınmalıdır. Bazı çalışmalarda (Neufeld-J990) EEG anormalliği açısından bu çocukların normallerden farklı olmadığı bildirilmesine rağmen, diğerlerinde (Staley–1997) nonspesifik EEG anormalliklerinin sıklığının belirgin şekilde fazla olduğu bildirilmiştir. İkiz çalışmaları da bu görüşü desteklemiştir. Bu bireylerde sıklıkla frontosantral alanlarda hakim yaygın teta frekansında yavaşlama bildirilmiştir. EEG anormalliği nöropsikolojik test performansında kötüleşme ve bazal ganglionlar veya talamusa uzanan serebral korteks disfonksiyonu ile ilişkilendirilmiştir.
Deliryum-Demans-Amnestik ve Diğer Kognitif Bozukluklar:
Bu tür bozukluklarda EEG, klinik verilere en fazla ışık tutan noninvazif ve ucuz yardımcı tanı yöntemidir. Özellikle psödodemans ve demans ayırımında EEG yararlı bir incelemedir. Bir çalışmada (Weiner–1991) demans nedeniyle kliniğe başvuran hastaların %6'sında kognitif kusur olmadığı, %42'sinin ise depresyondan yakındığı bildirilmiştir. Deliryumda ise hastalığın derecesi ile orantılı EEG yavaşlaması tipiktir. Bu duruma tek istisna ise deliryum tremens olup, belirgin mental bozukluğa rağmen EEG yavaşlaması gözlenmez. Akut deliryumlu bir bireyde EEG'nin normal veya aşırı hızlı olması alkol yoksunluğu sorusunu akla getirir. Benzer şekilde, deliryum tremensli bir kişide çok belirgin EEG yavaşlaması daha komplike bir etyolojiyi, örneğin hepatik ensefalopati veya Wernicke's sendromunu akla getirir. Deliryumlu bir bireyde aritikolinerjik ilaçların kullanımı EEG'de yavaş dalga aktivitesinde azalma ve desenkronizasyonla seyreden paradoksik EEG bulgularına yol açar.
Demans bozukluklarında Creutzfeldt-Jakob hastalığı dışında EEG'nin demans tipleri açısından ayırt ettirici bir özelliği yoktur. Bu hastalıkta tipik periyodik deşarjlar gözlenir. Bununla birlikte yaşlılarda bazı ağır demans türlerinde trifazik dalgalar gözlenir. Fokal veya lateralize EEG anormalliklerinin ınultiinfarkt demans için daha tipik olduğu bildirilmekle birlikte bir çalışmada anjiografik olarak iskemik lezyonu ve azalmış kan akımı gösterilen hastaların %60'dan fazlasında anlamlı fokal EEG değişikliği gösterilmemiştir. Alzheimer hastalığı tansının otopsi ile desteklendiği bir çalışmada uyanıklık EEG'sinde gözlenen anormalliğin duyarlılığı %87 ve negatif öngörücü değeri % 83 olarak bildirilmiştir. Elektrokonvülzif tedavi sonrasında geçici amnestik durum ve 5 veya daha az uygulama sonrasında EEG'de generalize veya paroksismal yavaşlama bildirilmiştir. Benzer EEG bulguları epileptik nöbetten 24 saat sonrasına kadar da gözlenebilir. Ayrıca epileptik hastalarda gözlenen postiktal amnestik fenomen ile geçici global amnezi ayırımında da EEG hayati önem taşır. Genel tıbbi duruma bağlı men t al bozukluklarda paroksismal EEG anormalliklerinin sıklığının arttığı bildirilmiştir. Katatonide ise muhtemelen değişmiş nitrojen dengesi ve tiroid disfonksiyonu ile ilişkili olarak epilepsi eşiği düşmüştür.
Madde kullanımlarına bağlı bozukluklarda EEG tanı koyma ve hastaların izlenmesi açısından özel bir anlam taşımamakla birlikte özel bazı durumlar incelenmiştir. Örneğin, akut esrar kullanımının EEG'de yaygın zemin aktivitesi yavaşlamasına yol açtığı ve REM siipresyonu yaptığı bildirilmiştir.
Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar:
Yapılan çeşitli çalışmalarda şizofrenik hastalarda yapısal anormallikler tanımlanmış ve bu anormallikler ile nörolojik bulgular ve EEG değişiklikleri arasında ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Ailevi eğilim gösteren şizofreni olgularında EEG genellikle normal bulunurken sporadik olgular da sıklıkla çeşitli EEG anormallikleri gösterilmiştir. Bununla birlikte atipik bir nöroleptik olan klozapin tedavisi sırasında tedavi cevabını destekleyen bir bulgu olarak paroksismal EEG değişiklikleri gözlenir. Bir hipotez olarak şizofreninin primer olarak dominant hemisfer disfonksiyonu ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu yargıyı destekleyecek bir bulgu, şizofrenik hastalarda duygulanım bozukluğu olanlara oranlara göre, iki kat daha fazla sıklıkta sol temporal EEG anormalliği gözlenmesidir. Geçmişte pek çok çalışmada çeşitli EEG anormallikleri özellikle de paroksismal disritminin şizofreni prognozu açısından önemli olduğuna ve genellikle iyi prognozu desteklediğine dikkat çekilmiştir. Bunun tersini destekleyen çalışmalarda bildirilmesine rağmen bu konuda belirleyici çalışmalar kantitatif EEG alanında olmuştur. Burada psikomotor nöbetler ile kendini gösteren temporal lob epilepsilerinin özellikle nöbetler seyrek görülüyorsa psikotik ataklar ile karışabileceğim unutmamak gerekir. Epilepsi ile ilişkili psikotik durumların tanı ve tedavisinde EEG monitörizasyonu değerli bir yöntemdir. Eğer paroksismal EEG anormallikleri ile mental durumun iyileşmesi arasında ters bir ilişki gözlenirse daha sonraki tedavi girişimleri nöroleptik tedavi dengesini değiştirmek, antikonvülzan ilaç dozunu azaltmak, EKT veya diğer girişimler şeklinde olabilir. Bununla birlikte yapılan kontrollü çalışmaların hiçbirinde temporal lob epilepsisi ve diğer nöbetler arasında psikopatolojiler açısından anlamlı fark gösterilememiştir. Bununla birlikte dominant veya bilateral EEG fokusü gösterilen bireylerde psikoza eğilim olduğu ve sağ taraftaki lezyonlarda duygudurum bozuklukları daha sık iken bu hastalarda ağır psikiyatrik bozukluklar daha sık olarak bildirilmiştir. Perez ve arkadaşları (1985) tarafından sol tarafta saptanan fokus ile eski tanımıyla çekirdek (nükleer) şizofreni arasında ilişki gösterilmiştir. Roberts ve arkadaşları (1990) temporal lob epilepsisi olup şizofreni benzeri psikoz nedeni ile başvuran hastalarda medial temporal lobda gelişimsel bozukluk göstermişlerdir. Bruton ve arkadaşları şizofreni benzeri psikoz nedeni ile başvuran epileptik hastalarda daha büyük ventriküller, artmış periventriküler gliozis ve fokal serebral hasar rapor etmişlerdir.
Duygudurum Bozuklukları:
Bu kapsamda majör depresif bozukluk, distimik bozukluklar, bipolar I ve II bozukluklar, genel tıbbi duruma bağlı duygudurum bozuklukları veya madde kullanımı ile ortaya çıkan duygudurum bozuklukları incelenir. EEG depresyon hakkında diğer psikiyatrik bozukluklara göre daha fazla bilgi verir. Bununla birlikte kaba bir görsel analiz ile ortaya çıkarılabilen spesifik ve doğrulanmış bir EEG bulgusu yoktur. Literatürde bildirilen EEG anormalliklerinin çeşitli olması ve bildirilen farklı EEG anormalliği oranları metodolojik farklılıklar ile açıklanabilir. Yapılan klinik çalışmalarda depresif hastalarda EEG anormalliği ile negatif aile öyküsü arasındaki ilişkiye değinilmiştir. Struve ve arkadaşları (1977) küçük keskin dikenler ve 6Hz spike-wave'ler dahil olmak üzere paroksismal EEG anormallikleri ile suisid düşüncesi ve davranışı arasında ilişki bildirmişlerdir. Aynı yazar daha sonra (1985) ora] kontraseptif alan ve EEG'de ritm bozukluğu gösterilen hastalarda EEG'si normal olanlara oranla daha yüksek olan suisid davranışına dikkati çekmiştir. Destekleyici özellikte bilgiler bipolar bozukluk tanısı ile izlenen hastaların EEG incelemelerinde dikkati çekmiş ve hastaların yaklaşık yarısında bir EEG varyantı olan küçük keskin dikenler gösterilmiştir. Bazı çalışmalarda ise manik hastalarda uyanıklık EEG'sinde saptanan uyku iğcikleri şeklinde bazı bozukluklar ile tedavi direnci arasında ilişki kurulmuştur. Son zamanlarda yapılan EEG çalışmaları çoğunlukla duygudurum bozuklukları ile hemisferik asimetri arasındaki ilişki üzerinde yoğunlaşmıştır. Pek çok araştırıcı depresyonun sağ hemisfer veya sağ hemisfer ile dominant hemisfer arasındaki ilişkide bozulmayı yansıtan bir bozukluk olduğunu düşünmektedir. Birçok çalışmada sağ hemisferik EEG anormalliği ve temporal lobda EEG foküsü gösterilmiştir. Bu bilgiler SPECT çalışmalarında (Amsterdam ve Mozley, 1992) sağ temporal lobda artmış aktivitenin gösterilmesi ile doğrulanmıştır. Buna karşın manide, gerek klinik gerekse kantitatif EEG çalışmalarında dominant hemisfer disfonksiyonu gösterilmiştir.
Wada grubu tarafından yayınlanan bir çalışmada (Hunvitz ve arkadaşları,!985) dominant hemisfer ile pozitif duygular ve dominant olmayan hemisfer ile negatif duygulanım arasında ilişki göstermişlerdir. Ayrıca pek çok çalışmada depresyon ile sol frontal disfonksiyon arasında ilişki gösterilmiştir. EEG depresyon ile demans ayırımında Önemli bir yardımcı inceleme olup lateralizasyon bulgusu olmayan organik kökenli durumlarda frontal ve temporal alanlarda fokal EEG anormalliği bildirilmiştir. Ayrıca depresyon ve psikoz ayırımında da EEG önemli bir yardımcı bir inceleme yöntemi olup bu iki bozukluğun EEG bulguları tamamen zıttır. Keza, şizofrenide en belirgin bulgu alfa miktarında azalma iken depresyonda alfa aktivitesi artışı dikkati çeker. Önemli bir nokta EEG değişikliğini değerlendirirken hastanın aldığı ilaçların gözönünde bulundurulmasıdir. Örneğin, lityum EEG yavaşlamasını ve paroksismal aktiviteyi artıran bir ajandır. Lityum kan düzeyi ile ilişkili olarak anteriorda yüksek voltajlı delta aktivitesi ve yaygın zemin aktivitesinde yavaşlama bildirilmiştir. Trisiklik antidepresanlar başta olmak üzere diğer antidepresan ilaçlar da çeşitli EEG değişikliklerine yol açmaktadır.
Anksiyete Bozuklukları:
Bu başlık altında agorofobili ve agorofobisiz panik bozuklukları, panik bozukluğu olmaksızın agorofobi, spesifik fobiler, sosyal fobi, obsesif kompulsif bozukluk (OKB), post-travmatik stres bozukluğu, akut stres bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu, genel tıbbi duruma bağlı anksiyete bozukluğu ve madde kullanımı ile indüklenen anksiyete bozuklukları incelenir. Yapılan pek çok çalışmada genel olarak panik bozukluklara Özel EEG bulgusu gösterilememiş olmakla birlikte panik ataklar ile kompleks parsiyel nöbetler arasındaki klinik benzerliklere dikkat çekilmiştir. Bununla birlikte bu ayırım klinik ve EEG ile her zaman kolaylıkla yapılamaz ve bazı durumlarda EEG monitorizasyonu gerektirir. Panik atak sırasında çekilen EEG'lerde hastaların üçte birinde paroksismal EEG değişiklikleri rapor edilmiştir. Bazı çalışmalarda ise OKB hastalarında frontotemporal bölgelerde spesifik olmayan EEG değişiklikleri bildirilmiştir.
Somatoform Bozukluklar:
Bu kapsamda farklılaşmamış somatoform bozukluk, konversiyon bozuklukları, ağrı bozuklukları, hipokondriazis, vücut dismorfik bozukluğu ve diğer somatoform bozukluklar incelenir. EEG bu bozuklukların nöbetlerden ayırımında hayati Önem taşır. Ancak epileptik nöbetler ile psödonobetlerin ayırımı bazı durumlarda EEG monitorizasyonu gerektirir ve zorlukla yapılabilir. Monitörizasyon tekrarlayan ataklarda uygulanmalı ve aynı EEG bulgularının tekrarında tanı kesinleştirilmelidir. Zira motor fenomenin analizi pek çok vakada tanı için yetersiz kalır. Ayırıcı tanıya gidilirken psödonöbet geçiren bireylerde %8–37 oranında nonspesifik EEG anormalliklerinin görülebildiği akılda tutulmalıdır. Bu bozukluklar nonspesifik değişikliklerden oluşabildiği gibi tipik spike-wave kompleksleri de görülebilir. Bu durum psödonobetlerin biyolojik zemini ile açıklanabildiği gibi psödonobetlere sıklıkla eşlik eden epileptik nöbetler ile de açıklanabilir. Bununla birlikte bir çalışmada interiktal skalp kayıtlarının hastaların %31'i ve iktal skalp kayıtlarının ise hastaların %44'ünde tanıyı doğruladığı bildirilmiştir. Generalize nöbetlerden yarım saat sonra ölçülen plazma prolaktin düzeyi ölçümü giderek artan bir oranda kabul gören bir yöntemdir. Generalize tonik klonik nöbet geçiren %80-90 ve kompleks parsiyel nöbet geçiren olguların %40-60'ında nadirende basit parsiyel ve absans nöbetlerde prolaktin düzeyinin norma] düzeyinin %250-300 düzeyinde arttığı bildirilmiştir. Keza nöbet sonrasında serum kreatin fosfokinaz düzeyi de artar. İktal SPECT önerilen diğer bir yöntemdir.
Dissosiyatif Bozukluklar:
Bu başlık altında dissosiyatif amnezi, füg bozukluğu, dissosiyatif kimlik bozukluğu ve depersonalizasyon bozukluğu incelenir. Bu bozukluklarda EEG tanı ve izlemde önemli bir incelemedir. Dissosiyatif amnezi ile organik mental durum ayırımında EEG'nin önemi başta fokal başlangıçlı nöbetler olmak üzere epileptiform aktivitenin emosyonel stres ile provake olması noktasındadır. İstirahat durumunda ve aktivasyon metodlarını takiben tekrarlayan EEG incelemeleri ile epileptik aktivite gösterilebilir. Coons ve Milstein (1992) çoğul kişilik bozukluğuna benzer özellikler gösteren 25 dissosiyatif amnezi hastasını inceledikleri çalışmalarında olguların hiçbirinde nöbet öyküsü olmadığı halde 3 olguda anormal EEG bulguları gözlendiğini bildirmişlerdir. Bununla birlikte dissosiyatif kişilik bozukluğu olan bireylerde yapılan çalışmalarda anlamlı EEG değişikliği gösterilememiştir. Bu tür bozukluklarda EEG eşlik eden tıbbi durumlar veya madde kullanımına bağlı bozuklukların ayırıcı tanısı açısından yararlı bir incelemedir.
Cinsel Kimlik Bozuklukları:
Bu alanda yapılan sınırlı sayıda EEG çalışması değerli bilgiler vermiştir. Keza, organik mental bozukluklara sıklıkla psikoseksüel disfonksiyonun eşlik ettiği dikkate alınırsa EEG değişikliği beklenen bir durumdur. Ayrıca temporal lob epilepsisi gözlenen bireylerde sıklıkla interiktal hiposeksüalite bildirilmiştir. Cohen ve arkadaşları (1976) Kantitatif EEG (KEEG) incelemesinde orgazm sırasında sağ hemisferik değişiklikler bildirmiştir. Ayrıca pedofilinin diğer parafili alt tiplerine oranla yapısal beyin anormallikleri ve nöropsikolojik test bozuklukları ile ilişkili olduğu bildirilmektedir.
Yeme Bozuklukları:
Anoreksiya nervoza ve bulimia nervoza bildirilen temel bozukluklar olup bu hastaların %59'unda zemin aktivitesi bozukluğu, %31'inde hiperventilasyona unstabl cevap ve %12'sinde paroksismal anormallikler saptanmıştır (Crisp ve arkadaşları- 1968). Ancak daha sonraki çalışmalarda bu bozukluklar açlığın yol açtığı santral etkilenmeye bağlanmıştır. Bir başka bulgu ise uyku EEG'si çalışmalarında gösterilen yavaş dalga uykusu ve fazik REM parametrelerinde değişikliklerdir. Bugün anorektik kişilerde saptanan EEG değişliklerinin açlık ile açıklanabilecek ölçüde basit olmadığı düşünülmekle birlikte fizyopatolojik temeli henüz tam olarak açıklanamamıştır.
Kişilik Bozuklukları:
Bu alanda yapılmış EEG çalışmaları sınırlıdır. Yapılan çalışmalar genellikle hapishanedeki tutuklularda ve anti sosyal kişilik bozukluğu üzerinedir. Bu kişilerde çeşitli nonspesifik EEG değişiklikleri rapor edilmiştir. Ayrıca uzun süreli EEG değişikliklerinin incelendiği bir çalışma (Kaufman–1980) dominant alfa frekansında yavaşlamayı ortaya koymuştur. Bir başka çalışmada ise (Synder ve Pitts–1984) borderline kişilik bozukluğu olan bireylerde depresif bireylere oranla daha sık EEG yavaşlaması bildirilmiştir.
5. KANTİTATİF EEG VE PSİKİYATRİK HASTALIKLARDA KULLANIMI
1931'de Berger'in insan EEG'sini tanımlamasını takiben başlattığı dalga frekanslarının sayısal analizine ilgi zamanla artmıştır. I932'de Dietsch EEG'nin kısa bölümlerinin Fourier analizini rapor etmiş ve bilgisayar teknolojisinde ilerlemeler ile paralel olarak bu yöntem çeşitli hastalıklara ışık tutmaya başlamıştır. Fourier analizi ile EEG dalgaları sinuzoidal komponentlere dönüştürülmekte, böylece zamana bağlı değişkenleri değerlendirme imkânı sağlamaktadır. Bugün Fast Fourier transform (FFT)-power, FFT aproksimasyon analizi ve temel dalga formlarının frekans analizi gibi yöntemler yaygın şekilde kullanılmaktadır. Klinikte uyanıklık EEG'sinin frekans ve amplitüd özelliklerinin kantitatif analizi tanısal olarak Alzheimer hastalığı gibi nörodejeneratif hastalıkların tanısında kullanılabilir. Kantitatif analizler ile antidepresan ilaçların alfa aktivitesinde azalma ve yavaş dalga aktivitesinde artışa yola açtığı gösterilmiştir.
Yapılan çalışmalar ışığında Amerikan Nöroloji Akademisi ve Amerikan Klinik Nörofizyoloji Cemiyetleri, digital EEG'yi deneyimli ellerde geleneksel EEG verileri ile beraber ele alındığında, kaydedilebilirlik ve güvenilirlik açısından avantajlı bir yöntem olarak önermektedir. Bugüne kadar önerilen endikasyonlan arasında epilepsi, serebrovaskiiler hastalıklar, demans, beyin sarsılması sonrası (posteoncussion) sendromu, kafa travması, öğrenme zorluğu-dikkat eksikliği sendromları, şizofreni, depresyon, alkolizm, madde bağımlılığı ve adli psikiyatri bildirilmiştir. Ancak Amerikan Psikiyatri Birliği bu yöntem hakkında henüz depresyon tanısında kullanılabilecek ölçüde bilgi birikimi olmadığını bildirmiştir.
Şizofrenide klinik EEG'de belirgin bölgesel farklılık rapor edilmemekle birlikte spektral analizde farklılıklar gösterilmiştir. Kronik şizofrenlerde ortalama alfa frekansı kontrollere oranla, demanstaki kadar olmamakla birlikte, daha düşük bulunmuştur. Bir çalışmada genişlemiş lateral ventriküller ile yavaş alfa frekansı arasında ilişki gösterilmiştir. Kantitatif EEG çalışmalarında şizofreniklerde kontrollere oranla anlamlı derecede belirgin olan yavaş midfrontal teta aktivitesi bildirilmiştir. Bu çalışmalarda gerek her iki hemisferde gerekse dominant hemisferde anormallikler bildirilmiştir. KEEG çalışmalarında şizofrenide frontostiatal defisitin negatif semptomlar ve dominant temporal lob disfonksiyonunun ise pozitif semptomlar ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Ayrıca azalmış alfa power ve hemisferler arasında azalmış koherans negatif semptomlar ile ilişkilendirilmiştir.
Literatürde depreşil hastalarda istirahat EEG'sinde alfa dalgalarının dağılımı konusunda karşıt görüşler mevcuttur. Volavka ve arkadaşları (1967) görsel EEG analizi ile bipolar bozukluğu olan hastalarda depresif fazda normale göre alfa ve beta aktivitesinin arttığım bildirmişlerdir. Pek çok çalışmada istirahat durumunda kantitatif EEG çalışmasında genel olarak alfa miktarının arttığı, rölatif sağ hemisfer ön bölge aktivasyonunun belirgin olduğu (solda alfa fazlalığı) bildirilmiştir. Kano ve arkadaşları (1992) sol oksipital (P3-O1) alfa artarken, sağ frontal (Fp2-F8) alfanın azaldığını bildirmişlerdir. Konishi (1987) ve Armitage ve arkadaşları (1992) çocuklarda HV sırasında anlamlı oranda delta ve teta aktivitesi artışı olduğunu bildirmişlerdir. Depresyonda uyku EEG'sinin REM dönemi ve uyanıklık EEG'sinde sağ hemisferde hakim beta, teta ve delta dalgalan artmış, alfa aktivitesi azalmıştır. Depresyonda sağ hemisfer lateralizasyonu vardır. Alfa ve betanın yavaş bandında özellikle sağ hemisferde artma gözlenir. Retarde depresyonda sağ hemisfer sola göre daha az alfa aktivasyonu gösterir. Sağ hemisferde delta ve teta yüzdeleri normalden yüksektir. Frontal alfa asimetrisi belirgindir. Graae ve arkadaşları (1996) suisid girişiminde bulunan 16 hasta ve 22 sağlıklı kontrolden oluşan ergenlerde kantitatif EEG'de alfa asimetrisini değerlendirdikleri çalışmalarında, normal ergenlerde sağ hemisferde hakim alfa asimetrisinin hasta grubunda gözlenmediğini bildirmişlerdir. Defrance ve arkadaşları (I996)'da distimide santral teta ve anterior alfanın, siklotimik depresyonda ise anterıor alfanın arttığını ve kısmi beta power'ın düştüğünü bildirmişlerdir. Nystrom ve arkadaşları (1988) depresif bozukluk tanısı almış 25 hastayı antidepresan tedavi öncesinde kantitatif EEG ile incelemişler ve 20 hasta normal iken 5 hastada (%2Q) hafif derecede anormallik saptamışlar. Fehlovv (1974) 200 depresif hastada anormal EEG insidansını %45-50 olarak bildirmiştir. Ancak bu yazarlar disritmi, ve alfa azalmasını da anormal EEG bulgusu olarak kabul etmişlerdir. Özge ve arkadaşları (2001) tarafından depresyon tanısı alan hastalarda yapılan bir kantitatif EEG çalışmasında hastaların %53'ünde nondominant hemisferin frontotemporal bölgelerinde belirgin olan delta ve teta dalgalarında artış ve alfa dalgalarında azalma şeklinde anormal bulgular saptanmıştır.
OKB'da ortaya çıkan KEEG değişiklikleri sınırlı birkaç çalışmada incelenmiştir. Pacella ve arkadaşları (1944) hastalarının %64'ünde belirgin EEG anormallikleri bildirilmiştir. Aynı şekilde Rockwell ve Simons (1947) hastalarının %54'ünde yavaş frekans bandlarında artış bildirmiştir. Bu konuda yapılan çalışmalarda ulaşılan sonuç temporal ve frontotemporal bölgelerde hakim yavaşlama olduğudur. Detaylı bir KEEG çalışmasında Khanna (1988) OKB hastalarında nondominant frontotemporal ve posterior temporal bölgelerde göreceli gücün düştüğünü bildirmiştir. Bu bulgu başka çalışmalarda da doğrulanmıştır. Prichep ve arkadaşları hastaların KEEG bulgularına göre tedaviye cevaplarının değerlendirilebileceğini öne sürmüşler ve bu açıdan hastalarını iki gruba ayırmışlardır. Bu araştırıcılara göre, birinci grup (tedaviye cevap vermeyen hastalar) özellikle frontal ve frontotemporal bölgelerde belirgin, göreceli teta gücünde artış ile karakterizedir ve ikinci grup (tedaviye cevap veren hastalar) göreceli alfa gücünde artış ile karakterizedir. Drake ve arkadaşları (1996) OKB hastalarında frontal bölgelerde modal alfa frekansı ve maksimal alfa frekansı'nın kontrollere oranla anlamlı derecede düştüğünü bildirmişlerdir.
6. POLİSOMNOGRAFİ
Psikiyatristler insomni, parasomni, narkolepsi ve uyku apnesi gibi değişik uyku bozukluklarının değerlendirilmesine gittikçe artan oranda katılmaktadırlar. Polisomnografi böyle bir değerlendirmenin sıklıkla önemli bir parçasıdır. Polisomnografideki "poli"nin ima ettiği gibi, bir polisomnogram sırasında tipik olarak multiple fizyolojik ölçümler yapılmaktadır. Bunlar 1) uyku sırasında ya da uykuya dalarken kaydedilen EEG aktivitesi (uyku EEG'si), 2) REM uykusunu NREM uykusundan ayırmada yardımcı olarak kullanlan elektro-okülogramlar (EOG), 3) noktürnal myoklonusun değerlendirilmesinde ve tipik olarak kas tonusu azalmasının eşlik ettiği REM uykusunun değerlendirilmesinde yardımcı olan elektromiyogramlar ve 4) EKG'dir (uyku apnesinin kardiyovasküler etkilerini değerlendirmede yardımcıdır). Apneye kardiyak aritmiler, bradikardi ve taşikardi eşlik edebilir.
Kan oksijen satürasyonu, solunum eforu (örn, karın ve göğüste lokalize gerginliğin ölçümünü kullanarak), hava akımı (örn, ağız ve burundaki hava akımını ölçerek) ve kan basıncı kayıtlan (kan basıncı REM uykusu sırasında daha değişken hale gelmekte ve uyku apnesi periyodları sırasında oldukça artmış hale gelebilmektedir) diğer polisomnografik ölçümlerdir. Uyku süresi ve vücut ısısı gibi diğer ölçümler de tipik olarak yapılmaktadır (REM uykusuna biraz termoregülasyon kaybı eşlik etmektedir.).
Psikiyatrik hastalarda uyku EEG'si veya polisomnografi için muhtemel endikasyonlar:
Psikiyatri hastalarının uyku EEG'si veya polisomnografi endikasyonları konusunda tam bir uzlaşma yoktur. Jacobs ve arkadaşları (1988) polisomnografinin "tedaviye dirençli" kronik insomnisi olan hastalarda yapılmasını önermektedirler (örn, "uyku hijyeninde" düzelmeye başlama veya uykuyu bozan faktörlerin ortadan kalkması gibi, rutin tedavi girişimlerine cevapta azalma). Bu araştırıcılar kronik insomni şikâyeti olan bir hastada sebebi belirlemede polisomnografinin büyük ölçüde yardımcı olabileceğine dair deliller ortaya koymuşlardır.
Bazı araştırmacılar uyku EEG'sini endojen depresyonda bir biyolojik belirteç olarak değerlendirmektedirler. Depresif hastaların yarısından fazlasında uyku EEG'sinde bozukluklar görülür. Bunlar arasında uyku devamlılığında bozulma, uykunun 3 ve 4.evrelerinde NREM fazında azalma, REM latansında kısalma, fazik REM aktivitesinde artma ve gecenin erken saatlerindeki REM uyku süresinde artma sayılabilir. Son zamanlarda yapılan bir araştırmada (Hudson ve arkadaşları, 1988) manik hastaların depresyonlu hastalarda bulunan uyku EEG'si bulgularını sergilemeye meyilli oldukları bildirilmiştir (örn, kısalmış REM latansı, artmış REM aktivitesi ve artmış REM yoğunluğu).
Nöromedikal hastalığı olan hastaların (örn, endokrinopatiler) büyük oranda azalmış REM aktivitesi ve REM yoğunluğu gösterdikleri yayınlanmıştır. Uyku bozukluğu çalışması sırasında benzer bulgular sergileyen hastaların en iyi, insomni ya da psikiyatrik durumlarına katkıda bulunan medikal hastalıklar araştırılırken saptanmaktadırlar. Reynolds ve arkadaşları (1988) uyku EEG'sinin depresyon ve demansın ayırımında şu dört ölçümün yardımcı olacağını ifade etmişlerdir; 1) depresyonlu hastalarda daha kısa REM latansı, 2) depresyonlu hastalarda daha yüksek oranda REM uykusu, 3) demanslı hastalarda daha yüksek oranda NREM uykusu ve 4) depresyonlu hastalarda sabah erken uyanmanın daha belirgin olması.
Uyku apnesi, somnambulizm (uyurgezerlik), pavor nokturnus (uyku terörü), enürezis, kâbuslar (uykuda kâbus bozukluğu) ve bruksizmin (diş gıcırdatma) değerlendirilmesinde de noktürnal polisomnografi kullanılır. Uyku apneli bir olguda, obstrüktif-santral uyku apnesi ayırımında polisomnografi önemlidir. Obstrüktif apne vakasında havayolu tıkanıklığını ortadan kaldıran "Devamlı Pozitif Havayolu Basıncı"nın (CPAP) kan oksijen satürasyonunda düzelme sağlayıp sağlamadığını görmek için bir polisomnografik kayıtlama yardımcı olabilir. Multiple uyku latansı testi (MSLT) narkolepsi için özel bir gün içi uyku değerlendirmesidir. Tek bir normal uyku EEG'si narkolepsiyi dışlayamadığından, tekrarlayan kayıtların yapılması gerekebilmektedir. Narkolepsinin, hipersomninin sadece bir tipi olduğu akılda tutulmalıdır. Hipersomninin ayırıcı tanısı çok geniş olabilmekte ve psikiyatrik hastalıkları, uyku apnesini, noktürnal miyoklonusu ya da huzursuz bacak sendromunu içerebilmektedir.
Kantitatif analiz ile desteklenmiş uyku EEG'si incelemesi depresyon ve psikoz ayırımında kullanılabilen bir yöntem olup depresyonu olan hastalarda delta gücünde düşme, sağ hemisferde hakim hızlı aktivite ve interhemisferik koherans azalması gibi bulgular tanıyı destekleyici Özelliklerdir. Ayrıca organik kökenli depresyonların majör depresyon ve demans ile ayırıcı tanısı açısından da uyku EEG'si yararlı bir yöntem olarak kullanılabilir. Uyku EEG'sinde epileptik foküs saptanabilir, Parkinson hastalığı olan bireylerde ortaya çıkan depresyon durumunda REM latansının kısaldığı gözlenebilir, Cushing hastalığı gibi önemli bir endokrinopatide REM latansı kısalarak REM yoğunluğu artabilir. Çocukluk veya ergen dönemde görülen depresyonlarda uyku EEG'si ayırıcı tanıda özel bir öneme sahiptir ve genellikle erişkinden farklı bir patern gösterir. Bu dönemde yapılan incelemelerde REM latansında kısalma ve uykuya dalma döneminde çeşitli regülasyon bozuklukları gözlenir. Bu dönemde sıklıkla başvurulan bir yöntem çeşitli indükleyicilere başvurmaktır. Örneğin bir kolinerjik ajan olan arekolin ile yapılan çalışmalarda depresif çocuklarda REM latansının sağlıklı çocuklara oranla daha kısa olduğu gözlenmiştir. Depresyona benzer görsel EEG bulguları gösteren bir bozukluk olan posttravmatik stres bozukluğunda uyku EEG'si incelemelerinde REM yoğunluğu depresyona benzer şekilde artarken REM süresinin depresyondan daha kısa olduğu dikkati çekmiştir. Keza narkolepside de REM latansı depresyondan daha kısa olarak bildirilmiştir.
7. NOKTÜRNAL PENİL TÜMESANS TESTLERİ
Noktürnal penil tümesans (NPT) testleri uyku sırasında sertleşme işlevini değerlendirir. Penil ereksiyonlar REM uykusuna eşlik ederler ve tipik olarak herhangi bir rüya içeriğiyle ilgili değildirler. Tamamen güvenilir olmasa da impotansın organik - fonksiyonel nedenlerinin ayırımında NPT çalışmaları yararlıdır. Örneğin, depresyonda bildirilen impotans için NPT çalışması sonuçlarının bozuk olması organik bir etiyolojiyi desteklemektedir. NPT testleri polisomnografik bir değerlendirmenin tamamlayıcı kısmı da olabilir. NPT testleri genel olarak penis çevresi değişiklikleri (örn, penis kökü ve ucundaki gerginliği ölçerek), penil rijidite (ereksiyon halindeki penisin bükülmesine neden olan gücü ölçerek) ve uyku sırasındaki penil tümesans sıklığı gibi parametrelerin analizinden ibarettir. Tipik bir NPT testi iki üç gecelik kayıt içerir. Uyku laboratuarında ya da hastanın evinde kullanılabilen taşınabilir NPT kayıt sistemleri mevcuttur.
8. EEG VE UYARILMIŞ POTANSİYEL VERİLERİNİN BİLGİSAYARLA TOPOGRAFİK OLARAK HARİTALANMASI
EEG ve uyarılmış potansiyel verilerinin bilgisayarla topografik olarak haritalanmasında, büyük miktarlardaki EEG ve uyarılmış potansiyel verilerini toplamak ve işleme tabi tutmak, birçok bakımdan yararlı olan bu verileri grafik olarak psikiyatriste sunmak için bilgisayarlar kullanılır. Tipik olarak, bilgisayarlar bu verileri çeşitli yöntemlerle analiz ederler ve sonuçta beyin elektriksel aktivitesini iki boyutlu renkli harita olarak yansıtırlar. Günümüzde çeşitli üreticiler tarafından sunulan bilgisayarlı EEG ve uyarılmış potansiyel cihazları vardır ve bunların veri analizi yöntemleri ve yetenekleri üreticiden üreticiye değişmektedir. Günümüzde kullanılan bilgisayarlı EEG ve uyarılmış potansiyel sistemlerinde çeşitli problemler vardır; I) ürünler arasında standardizasyon yoktur, 2) farklı sistemler için normalleştirilmiş (düzgülü, düzgüsel) veriler değişik kalitededir, 3) farklı makinelerden elde edilen haritalar her zaman karşılaştırılabilir özellikte değildirler ve 4) farklı istatistiksel yaklaşımlarla kendi haritalarını oluşturmak için farklı ürünler kullanmaktadırlar. Günümüzde Amerikan Ensefalografi Birliği bilgisayarlı topografik haritalamanın primer bir araştırma yöntemi olarak algılanmasını önermektedir. Bundan dolayı, kullanımı sınırlı ve destekleyici özelliktedir. Amerikan EEG Birliği, kendi kriterlerine göre yapılmış standart EEG ve uyarılmış potansiyel çalışmalarının yayınlanmasını da önermektedirler.
KAYNAKLAR:
Amsterdam JD, Mozley PD. Temporal lobe asymmetry with iofetamine (IMP) SPECT imaging in patients with majör depression. J Affective Disorders 1992; 24: 43–53.
Arıkan M.K. Psikiyatrik Elektrofizyoloji, Lilly ilaç A.Ş. yayınları, 1998: 14–20.
Nuwer M. Assessment of digital EEG, quantitative EEG, and brain mapping: report of the American Academy of Neurology and American Clinical Neurophysiology Society. Neurology 1997: 49(1): 277–92.
Anonymous Quantitative electroencephalography: a report on the present state of computerized BEG techniques. American Psychiatric Associaton Task force on quantitative electrophysiological assessment. Am J Psychiatry 1991; 148(7): 961–964.
Armitage R, Roffwarg HP, Calhoun JS et al. Digital period analysis of sleep EEG in depression. Biol Psychiatry 1992; 31(1): 52–68.
Browman ES. Pseudoseizures. Psychiatric Clinics of North America 1998; 21(3): 649–659.
Bruder GE, Fong R, Tenke CE. et al. Regional brain asymetries in majör depression with or without anxiety disorder: A quantitative electroencephalographic study. Biol Psychiatry 1997; 41(9); 939–48.
Cohen HD, Rosen RC, Goldstein L. Human EEG laterality changes during sexual orgasm. Arch Sex Behav 1976; 5: 189–199.
Coons PM, Milstein V. Psychogenic amnesia: A clinical investigation of 25 cases. Dissociation 1992; 5: 73–79.
Crisp AH, Fenton GW, Scotton LA. A controlled study of the EEG in anorexia nervosa. Br J Psychiatry 1968; 114: 1149–1169.
Defrance JF, Ginsberg LD, Rosenberg BA. et al. Topographical analysis of adolescent affective disorders. Int J Neurosci 1996; 86(1–2): 119–41
Drake ME, Pakalnis A, Newell SA. EEG frequency analysis in obsessive-compulsive disorder. Neuropsychobiology 1996; 33: 97–99.
Fehlow P. EEG-Befunde bei Psychosen mit besondere berucksichtigung des depressiven syndromes. Psychiatr. Neurol. Med. Psychol. (Leip). 1974; 26: 409–415
Graae F, Tenke C, Bruder G. et al. Abnormality of EEG alpha asimetry in female adolescent suicide attempers. Biol Psychiatry 1996; 40: 706–713
Gruzelier R, Burgess A, Baldevveg T, Catalan J et al. Piospective associations between lateralized brain function and immune status in HIV infection; analysis of EKG, cognition and mood a ver 30 months. Int J Psychophysiol 1996; 23(3): 215–224.
Hudson JI, Lipinski JR, Frankenburg FR. Electroencephalographic sleep in mania. Arch Gen Psychiatry 1988; 45: 267–273.
Hurwitz TA, Wada JA, Kosaka BD, Strauss EH. Cerebral organization of affect suggested by temporal lobe seizures. Neurology 1985; 35; 1335–1337.
Jacobs EA, Reynolds CE, Kupfer DJ, et al. The role of polysomnography in the differential diagnosis of chronic insomnia Ann J Psychiatry 1988; 145: 346–349.
Jenike MA, Brotman AW: The EEG in obsessive-compulsive disorder. J Clin Psychiatry 1984: 45; 122–124.
Kano K, nakamura M, Matsuoka T. et al. The topgraphical features of EEGs in patients with affective disorders. Electroencephalogr Clin Neurophysiol 1992; 83(2): 124–129.
Kaufman E. The violation of psychiatric standards of care in prisons. Am J Psychiatry 1980; 137: 566–570.
Khanna S. Obsessive compulsive disorder: is there a frontal lobe dysfunction? Biol Psychiatry 1988; 24: 602–613.
Known JS, Youn T, Jung HY. Right hemisphere abnormalities in major depression: quantitative electroencephalographic findings before and after treatment. J Afect Disord. 1996; 40(3): 169–73
Konishi T. The standardization of hyperventilation on EEG recording in childhood.II The quantitative analysis of build-up. Brain Dev. 1987; 9: 21–25.
Krynicki VE. Cerebral dysfunction in repetitively assaultive adolescents. J Nerv. Ment. Dis. 1978: 166: 59–67.
LopesDe Silva, EEG analysis: Theory and Practice. in: Electroencephalography Basie prineiples, clinical applications, and related fields. Niedermayer E, De Silva L. feds) Fourth edition, Lippincott Williams & Wilkins, USA, 1999; pp: 1135–58
Luthringer R, Minot R. Toussaint M, et al. All-night EEG spectral analysis as a tool for the prediction of clinical response to antidepressant treatment. Biol-Psychiatry 1995; 38(2): 98–104
Neufeld MY, Berger Y, Chapman J, Korezyn AD. Routine and quantitative EEG analysis in Gilles de la Tourette’s syndrome. Neurology 1990; 40: 1837–1839.
Nystrom C, Matousek M, Hallstrom T. Relationships between EEG and biochemical parameters in major depressive disorder. Acta Psychiatr Scand. 1988; 77(4): 457–62
Özge A, Tot Ş, Çömelekoğlu Ü. Depresyonda Bir Biyolojik Belirteç Olarak Kantitatif EEG Analizi. Düşünen Adam 2001; (1)
Pacella BL; Polatin P, Nagler SH: Clinical and EEG studies in obsessive-compulsive slates. Am J Psychiatry 1944; 100: 830–838.