Psk. Hayriye Öztuğrul / Dünya Bülteni
Şeriatta benim olan benim, senin olan senin sınırları belli iken, tarikatta bu benim olan senin, senin olan benim anlayışına dönüşür. Hakikatte ise benim olan benim değil, senin olan senin değildir, hepsi Allahındır. Marifette ben ve sen birizdir.
Musevi iken Müslüman olan psikoloji profesörü Robert Frager 'Ben ötesi psikoloji' üzerine çalışmalar yapıyor. Uzun yıllar üzerine çalıştığı konuları Kalp, Nefs ve Ruh Tekâmül, Denge ve Uyumun Sufice Psikolojisi, Manevi Rehberlik ve Benötesi Psikolojisi Üzerine Yaklaşımlar ve Aşktır Asıl Şarap isimli kitaplarında psikoloji alanında yeni nefesler arayanlara sunuyor.
Prof. Frager Benötesi psikolojisi anlayışı çerçevesinde Şeriat,Tarikat, Hakikat ve Marifet basamaklarından bahsetti:
Şeriat insanın dışını tasavvuf ise içini arındırır.
Başka bir insana yük olarak yaşayan biri danışan olarak geldiğinde şunları söyler: Ben seni hasta olarak göremem. Çünkü sen başkasının hayatı üzerinden hayatını devam ettiriyorsun.
Danışmanlık yaparken ilk aşamada hastanın ahlaklı ve dürüst bir yaşam sürdüğüne emin olmalısınız. Eğer böyle değilse ilk elden yapılacak şey bu durumu değiştirmek olmalıdır.
İnanç ve iç temizliği çok önemli.
Vietnam savaşına katılmış bir asker terapiste gelip şunu söyler; ben çok insan öldürdüm, çok insanın canını yaktım. Şimdi onarlın acısını duyuyorum. Benim içimi, vicdanımı temizleyin lütfen. Terapist ise şöyle der; sen çok can yaktın, çok anayı evlatsız, evladı anasız babasız bıraktın. Şu an sana bir şey yapamam. Git bi bir yıl o yetimler, kimsesizler için çaba göster. Ondan sonra bir şeyler yapılabilir.
Şeriatın asıl yaptığı önce eylemi düzenlemektir. Sonra iç âlemin düzeni gelir.
Jung ve Alfred Adlerin görüşlerini önemsediğini belirten Prof. Frager hangi fikirlerinin ilgisini çektiğini anlattı: Jungun vurguladığı nokta genelde iç alemdir. Adler ise neler yapılıp edildiği üzerinde yani eylem üzerinde durur. Adlerin psikolojik sağlık açısından eyleme verdiği önem şu cümlelerinden anlaşılmaktadır; ben sürekli hizmet eden, yardım için koşturan bir kişiyi görsem, onda nörotik bir yan kalmadığını söyleyebilirim.
Yapılan ibadetler imam dediği için değil, ruhumuzu, bizi onardığı, beslediği için olmalı. İnsanı nörozundan kurtaracak asıl eylem böyledir. Gerçek manada yaptığınız yardımlar ve çabalar. Örneğin; namazı bedenen kılarken onu asıl kalbin nasıl kıldığına dikkat edilmeli. Asıl tasavvuf budur.
Robert Frager, nefs-i emmareyi narsistik ego olarak tanımlıyor ve kavramı şöyle açıklıyor: Ben olgusunun kişiyi dış dünyadan ayıran bir yapısı var. Gençliğimizde ve çocukluğumuzda beni dışarıdan ayrı yaşarız. Ben 20li yaşlardan sonra dışarıyla birlikte hareket etmeye başlar.
Terapide asıl yapılan kişinin dış dünya ile kendisi (egosu) arasındaki ayrımı kırmaktır. Bu algı bir perdedir. Tevhide, hakikate perde. Terapide olması gereken dış dünya ile ben arasında tevhid oluşturmaktır. Tam bir tevhidi yakalamak zordur. Bunu yapamayız. Çünkü terapistler olarak bizler tevhid noktasında değiliz henüz. Fakat, bizim kalbimizde de hastanın kalbinde de Allahın yeri var. Allah bize yakın. Bizden Ona perdeler olduğu halde O bize geldiğinde engel yoktur. Özetle; aramızda engel yoktur.
Tarikatta yapılan da budur; benliğimizdeki bu bencilliği azaltmaktır. Şeriatta benim olan benim, senin olan senin sınırları belli iken, tarikatta bu benim olan senin, senin olan benim anlayışına dönüşür. Hakikatte ise benim olan benim değil, senin olan senin değildir, hepsi Allahındır. Marifette ben sen birizdir. Dolayısıyla benim problemim diye bir sorun da yoktur. Benim yok ki benim problemim olsun.
Terapiye benim problemim şu diyen gelen birine elbette ki şunu söylemiyoruz: Senin problemin diye bir şey yok. Aksine senin problemin nedir, acını tarif et diye iletişim kuruyoruz. İfade ettiklerini çoğu insanın yaşayabileceğini hatırlatıyoruz. Acısını, zihnini boşalttıktan sonra, o anı iyi anlamak gerekir, şimdi kalbinde hissettiğin nedir? Diye soruyoruz. Terapistin yaptığı bir anlamda hastanın kalbini, kalp gözünü açmaktır ve bunu nasıl yapacağını hastaya öğretmektir.
Gelen sorulardan biri çoğunun içini rahatsız eden bir noktaya değiniyordu:
Tüm bunların üzerine karşılığında para almayı, bu işi ticaret olarak yapmayı nasıl buluyorsunuz?
Fragerin verdiği cevap esprili ve doyurucuydu:
Size dört cevap vereceğim. Fakat bunların hepsi birbiri ile çelişkili.
Birincisi, para almayabilirsiniz. Manevi olarak yardımcı olduğunuz birinden neden para alasınız ki?
İkincisi, siz iş olarak psikolojiyi seçmişsiniz. Buna emek harcıyorsunuz. Yaşamınızı nasıl idame ettireceksiniz. Boyacılık yaparak mı?
Üçüncüsü, siz yaptığınız şey için para almıyorsunuz. Zira bir şey yapmıyorsunuz. İnsanın kalbini iyileştirmeye çalışıyorsunuz, ona zaman ayırıyorsunuz. Fakat asıl sonuç ve başarı Allahtan. Bunu o nasip ediyor. Dolayısıyla para işin, sonucun karşılığı değil. Zamanınızın karşılığı. Sonucun karşılığına kim paha biçebilir ki?
Son olarak, para konuşulurken hep utanıyoruz. Neden? Belki ilk oturumda bu konuşulabilir. Siz parayı söylediğinizde danışan ne hissetti? Bir çok terapist bunu konuşmak istemez halbuki hayatın içinden bir şey bu. İnsanlar dışlarını süslemek için, kıyafetlerine vb. ihtiyaçlarına çok para harcayabiliyorlar fakat iş içlerini temizlemek ve süslemek olduğunda bu paradan imtina ediyorlar. Neden?
Amerikada Stanford Üniversitesi'nin karşısında 1975 yılında Benötesi Psikoloji Enstitüsünü kuran Prof. Fragere söyleşi sonunda Türkiyede Benötesi Psikolojisi alanında çalışmalar yapan Benötesi Psikolojisi Derneğinden psikologlar beyaz güllerden oluşan bir demet takdim ettiler.