"Bencil insanın beğenisi olmaz" der Immanuel Kant. Çünkü beğeni, özü gereği toplumsaldır. Toplumsallık duygusunun eşlik etmediği beğeni yargısı bulamayız.
"Ne kadar güzel!" dediğimizde, duyumsadığımız güzelliğin başkalarıyla paylaşılabilir olduğuna da inanırız. Bilinçli veya bilinçsizce.
Güzelliği bilemeyiz, öğretemeyiz de. Ancak his ve ihsas edebiliriz. Duyabilir ve duyurabiliriz.
Yani aynı duyguyu bizimle paylaşacak başkalarının olacağını varsayarız; hissettiğimizin başkalarınca da hissedilebileceğini kabul ederiz.
Başkası yoksa, güzel de yoktur.
Her güzel, ancak başkalarıyla (yargıya başkalarının da katılımıyla) güzeldir.
Kısacası toplumsallık duygusu (paylaşılabilirlik), beğeni yargısının vazgeçilemez koşuludur.
Kendisiyle ilişki kurulabilecek bir ikinci kişi varsayılmadıkça, nasıl intihar edimi çözümlenemezse, beğeni edimi de tek aktöre indirgenemez.
İnsanın katılıma açık en köklü edimlerinden biridir beğeni. Tartılmaya, tartışmaya en elverişli eylemlerinden biri.
En az 'doğru' kadar. En çok 'iyi' kadar.
* * *Güzel'in güzelliğinin tasdiki, ne ilginçtir ki Türkçe'de, umumiyetle, güzele mülkiyet talebiyle koşullanır.
Mülkiyet altına alınamadığı, ele geçirilemediği, kendisine sahip olunamadığı takdirde, 'güzel' hakkında "güzeldir" yargısını dile getirmek, neredeyse bir şeref-haysiyet meselesi hâline getirilir;
VE genç adam "Güzele güzel demem" diye haykırır, ardından da hemen ekler:
— "güzel benim olmayınca!"
* * *İlk bakışta bu yabanî bildiri, çiğ bir "benci"liğin, hatta kösnül bir "bencil"liğin dışavurumu gibi algılanabilir.
Sözün sahibi, belki "uzanamadığı ciğere mundar diyen" düşükler taifesindendir; belki de dudak bükülüp geçilecek hasudlar cemaatinden.
Oysa gerçek hiç de böyle olmayabilir.
En azından, bendeniz, bu yabanîlikte, yeterince empati kurulabilmesi şartıyla tabii, soylu bir ruh hâlinin tezahürünü de görmekteyim.
Şöyle ki:
Öncelikle bu sözün eril karakter taşıdığında ittifak etmeliyiz.
Güzel dişi, güzellikse dişildir. Güzelin güzelliğini onaylamaktan kaçınan kişi de bir er. Erkek.
Bildiri, sadece erkekçe değil, aynı zamanda erkeksidir.
Kendisinin olmadığı takdirde güzele güzel demeyeceğini ilân eden genç adam, aslında, ahlâkî bir bildirimde bulunuyor. Çünkü beğenip beğenmemekten değil, aksine beğenisini açıkça dile getirmekten kaçınacağını vurguluyor. Yani "güzeli güzel bulmayacağını" değil, "güzele güzel demeyeceğini" söylüyor.
Bu beyanın sadece kişisel değil, toplumsal bir anlamı da olacağından, ciddi niyetler (!) taşımadığı takdirde, genç adamın güzele güzel diyememesi, sadece huzurunda değil, gıyabında bile bir kadına iltifat etmekten kaçınması, bu bağlamda, gayet tabii.
* * *Türk erkeği başkasının kadını (eşi?) hakkında estetik beğeni yargısında bulunabilir mi?
Kendisinin olmayan güzele güzel diyebilir mi?
Anadolu'da, ve pek tabii ki umumiyet itibariyle...
Cevap, bu koşullar altında olumsuz olacaktır. Çünkü kendisine 'yasak' olan hakkında, Türk erkeği, estetik beğenisini dile getirmekten kaçınacaktır.
Başkalarınca paylaşılmasının yasak olduğuna inandığı güzelliği ikrar ve ilan edemez Türk erkeği.
Belki itiraf edebilir ama sessizce. Ancak kendi duyabileceği kadar.
Dese dese, en çok, "güzel bakmak sevaptır" der ve susar.
Güzel yargısının dile getirilişi, estetik değil, etik bir sorundur.
Özgürlük işin içine girmedikçe, nasıl ki etik temellendirilemezse, estetik de temellendirilemez.
Tüm toplumsal zorunlulukların 'özgürlük' kavramıyla aklanması ne büyük bir çelişki!
Yapmak zorundasın, çünkü özgürsün arkadaş!
Zorundalığımın teminatı özgürlüğüm.
* * *Bu yargıyı sükûnetle ögelerine ayırıp ayıramayacağınızı bilemiyorum, ama, şayet siz de özgürlüğü zorundalığın (cebrin) teminatı olarak görüyorsanız benim gibi özgürlüğü mümkün kılanın bizzat zorunluluğun kendisi olduğunu da kabul etmek zorundasınız.
Yani?
Yani prangaların yoksa, bil ki özgür değilsin ey talib!