Servet Kızılay
Uzun yıllardan beri tabir caiz ise sopa yiyen İslâm coğrafyası, can simidi olarak Postmodernizme sarıldı fakat sarıldığı bu şey, çok geçmeden hem mecazi hem de hakiki manada kendi elinde patladı. Mecazi manada deyince; düşünsel ve kavramsal olarak meşrulaştırılan bir durumun etkileri, hakiki manada deyince; Postmodernizmin anavatanı olarak bilinen ülkenin sözü edilen coğrafyaya attığı bombaları kastedilmekte. Bombalar hangi manada olursa olsun etkileri, yıkımları ve tahribatları bakımından aynı olan tek bir şey ortaya çıkarır. Şüphesiz Postmodernizmin düşünsel yapısı iyice analiz edilmiş olsaydı zaten onun nasıl başka bir tür kolonyalizm için araç-gereç ürettiği açıkça görülebilirdi. Demek ki; Postmodernizmin kendi içindeki gösterge düzeyini kendi dışındaki gösterge düzeyinden bir anlamda ayırmamız gerek. Bizim gibi sömürge mantığının hakim olduğu yerlerde Postmodernizm, “totaliter olandan kurtuluş”tur. “Totaliterizm” kavramı ise; politik gösterge düzeyinden felsefi gösterge düzeyine aktarılan ve nihayi gayesi meşrulaştırıcı bir kazanç elde etmek olan göstergedir. Bu kavram daha sonra her türlü nesnelliği ya da belirli bir çerçevesi ve iddiası olan şeylerin müşterek gösterimi yapılmış, tümüyle olumsuz karalayıcı bir kavram olarak anlam genişlemesine uğramıştır.
Postmodernizm bizim gibi ülkelerde kabul edilen yeğane düşünce türü değildi. Aslında İdealizme benzeyen herbiri kendi arasında diğerinden daha muğlak olan ve muğlak olanı besleyen ‘Yapıbozum’, ‘Etnometodoloji’, ‘Pragmatizm’, ‘Toplumsal inşa teorileri’, ‘Perspektivizm’vb.. sonuç itibarıyle Göreceliğe kapı açan başka can simidlerine sarılma marifeti gösterildi. Asri zamanlarda izafi görüşlerin bu denli güçlenişinin belirli bilimsel ve düşünsel hatta psikolojik temelleri anlaşılabilir ve sınıflanabilir bir taraf taşır: a) Görelilik teorisinin fiziksel açılımı, b) Paradokslar dizisiyle rasyonalitenin kalesi Matematiğin çelişki içerdiği, c) Freudcu psikolojiyle irrasyonelliğin keşfi, d) K.Godel’in eksiklik kanıtıyla Matematik ve Mantığın ilişkisinin ‘ispatlanamayan’lehine kurulması, e) Kuantum mekaniğinin öne sürdürdükleri f) bilimin rasyonelliğinin yıkımı T.Kuhn, P.Feyerabend vb tezleri, g) bunlara ek olarak Antropolojideki kültürel farklılık savları bu temellerden bazılarıdır. Bütün bunlar, sözüm ona “Hakikatin Ölümü”nü ilan etmeyi mümkün kılan görüşler ve gelişmelerdir. Ülkemizde asli bir yapı* olarak takdim edilen Tasavvufi eksen de, izafi görüşlerin yaygınlığını artıran sosyolojik bir nedendir ve bilinçsiz olarak kendilerine destek bulma amacıyla bu tür görüşlere sarılırlar. Bunlarla hesaplaşmanın ve çürütmenin haklı gerekçeleri vardır fakat bu çok uzun ve müstakil bir yazıyı gerektirdiğinden biz sadece Postmodernizmin siyasal göstergelerine yönelmek istiyoruz.
Postmodernizmin herşeyi bulanıklaştıran doğası altında siyasal göstergeler, tanım yapılabilecek bütün ayrımlarını kaybeder. Zalim-mazlum vb.. arasındaki mahiyet farkı yok olur. Şimdi bu ikisi aynı şey ise ya da ortada sadece göstergelerin bitimsiz bir hüküm verilmemezliği var ise ‘Adaletten’ nasıl bahsedilecek? Zaten onların da ‘Adalet’ gibi bir dertleri yoktur. Bu tür kavramlardan kaçınılması gerektiği zira külli kategorilerin, ilke ve ayrımların bizleri tahakküme sürükleyip özgürlükten alıkoyduğunu söylerler. Bugün İslâm coğrafyasındaki siyasal değerlendirmelerde “zülüm-zalim” kavramlarına geniş boyutuyla bakma adına yapılan şey, benzer işlemler olmaktadır. Şöyle ki; bizler kim olursa olsun ve kim yaparsa yapsın zalimin ve zülmün karşısında olmamız ve bunu yeterli bir şekilde anlamamız gerekir deniyor. Dolayısıyla bu coğrafyaya askeri operasyonlar yapanlara bakmak yerine o operasyonlara zemin hazırlayan diktatörlere bakmamız gerektiği telkin ediliyor. Hatta kolonyal hareketleri bırakıp İslâm tarihi içindeki katliamlara yağmalara vb.. eğilmemiz daha doğru olur deniyor. Şimdi bu, bir ve kısmi manada doğrudur fakat başka bir anlamda yanlış hükümlere varmaya yol açar. Zirâ bir şey, bazen formu bakımından benzerdir. Mesela; büyük bir üçgen ile küçük bir üçgene “üçgen” dememiz gibi. Bazen maddesi bakımından, bazen niteliği, bazen niceliği, bazen hareketi, bazen konumu,bazen maksadı bakımından benzerdir, denir. O hâlde İslâm coğrafyasına düzenlenen askeri ve siyasi operasyonları yumuşatma, değerini gizlemeye ya da silikleştirmeye yönelik Postmodern tarza itibar etmememiz gerekir. Zirâ Postmodern tutum, hangi konuda olursa olsun hakkında söyleyebilecek sağlıklı hiçbir şeyi yoktur. Gizemini bozduğunu iddia ettiği tek şey, güce dayanan eğemenlere karşı direnenlerin siperleridir. Oysa Postmodernizmin en temel iddialarından biri; kıyıda köşede kalmış, bastırılmış olan unsurların günyüzüne çıkarılıp itibarlarının iade edilmesiydi. Halbuki yapılanlar, bunun tam da böyle olamayacağını ispatlar gibidir. Buradan hareketle Postmodernizmin askeri siyasi operasyonlar için bize ne tür bir “izah” getirebileceğini sorabiliriz: onun vereceği cevap, bizim o şeyi ya yeterince anlayamadığımız ya da hepimizin rüya-halisünasyon görmüş olduğudur. Şayet Postmoderizmin bu ve benzeri konuda Batı aklını tenkid etmiş olduğu, bize hatırlatılır ise; onun kendi gösterge düzlemi içinde herhangi bir sosyal, siyasal, âhlak sistemini müdafaa edebilmek için temel bulunmadığını söyleriz.
Postmodernizmin bizim gibi ülkelerde yaygınlığını artıran başka unsur, Akademik çevre ve medya yani iletişim alanıdır. Bunlar farklı nedenlere dayanarak aynı şeyleri tekrarlar. Sosyal bilimciler, Akademisyenler yöntem olarak daha dolaylı bir yol kullanırken, medya alanındaki işlemler daha dolaysız bir şekilde ilerler.
Postmodernizmin bir uzantısı olan Yapıbozumculuk ‘yazarın ölümünden’ bahsedip durur fakat görüldü ki; yazarın sanal ölümünden bahsetmekten daha ziyade Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da, Yemen’de, Sudan’da, Suriye’de, Filistin’de hatta Pakistan’da milyonlarca insanın gerçek ölümlerinden-katledişlerinden bahsetmek, hakikat açısından elzemdir. Sonra şu da var: Madem herşey müphem, bilinmez, göreceli o hâlde neden kafamıza yağan bombalar öyle değil?!
* Bir aralar sıkça dillendirilen görüşe göre; Tasavvuf bu toprakların asli evladıdır. Buna mukabil “İslâmcılık”, asli bir şey olmayıp tabiri caiz ise nesebi gayrı sahih bir politik duruştan ibarettir. Bu ve benzer görüşlerin üretimi, ABD nin Afganistan işgali öncesinde hızlanmıştır.