Anadolu Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Merkezi (PDRM) tarafından 2'ncisi düzenlenen "Yaşam Becerileri" başlıklı seminer kapsamında, sosyal kaygı, sosyal kaygı ile başa çıkabilme ve hayır diyememe konuşuldu.
Öğrenci Merkezi Salon 2009'da gerçekleştirilen ve PDRM Öğretim Görevlisi Uzman Psikolojik Danışmanları Ezgi Ekin Şahin, Ömer Özer ile Işık Sevgi Dönmezel'in konuşmacı olarak katıldığı seminere öğrenciler yoğun ilgi gösterdi. Sosyal kaygının belirlenmesi için bir uzmanla görüşülmesi gerektiğine değinen Öğr. Gör. Uzman Psikolojik Danışman Ezgi Ekin Şahin, sosyal kaygının 10'lu yaşlardan itibaren ortaya çıktığının altını çizdi. Sosyal kaygının ne olduğu ve nasıl farkına varılması gerektiği hakkında bilgiler veren Şahin, şunları söyledi:
"En başta sorunla ilgili olarak duygu, düşünce ve davranışlarımızı fark etmemiz gerekir. Sonrasında ise vücudumuzda oluşan fizyolojik değişimlere dikkat edilmelidir. Sosyal kaygılı bir birey, normalde olması gereken davranışları büyük bir hata gibi algılayarak hareket eder. Sosyal bir ortamda, en iyi davranışını sergilemek zorundaymış gibi düşünür. Psikoloji literatüründe sosyal kaygı, başkaları tarafından gözlenme, eleştirilme ya da yargılanma durumunun söz konusu olduğu durumlarda huzursuzluk veya tedirginlik şeklinde tanımlanır."
Kişilerin kendilerine koydukları yüksek standartların, kaygılarının artmasına neden olduğuna dikkat çeken Ezgi Ekin Şahin, performanslarında ise düşüş yaşandığını belirterek sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Tüm bu süreç içerisinde bir birey, sosyal ortamlardan kaçabilir. Örnek vermek gerekirse; bazı öğrencilerimiz sunum yapmakta sorun yaşayabiliyorlar ve bu durumda da kişi fizyolojik belirtilerine odaklanıyor. Bu anlarda sesimizin titremesi, yüzde sıcaklık, terleme gibi etmenler oldukça normaldir. Bu belirtilere yönelip bütün dikkatini bu yönde toplayan bireylerde sosyal kaygı olduğunu söyleyebiliriz. Sosyal kaygının toplumda yaygınlığı yüzde 12 ile 16 arasında değişiyor. Yaşam boyu görülme oranı ise yüzde 4 ile 12 arasında karşımıza çıkıyor. Böyle bir duruma tanı koymak için belirtilerin 6 ay devam etmesi ve bir uzmanla görüşülmesi gerekiyor."
Ömer Özer: "Dikkatiniz bir şeye yoğunlaşırsa o problem büyür"
Sosyal kaygı ile başa çıkma yöntemleri hakkında bilgiler veren Öğr. Gör. Uzman Psikolojik Danışman Ömer Özer, sosyal kaygı problemi yaşayan pek çok kişinin bu durumu sıfırlamak zorundalarmış gibi hareket ettiklerine dikkat çekti. Ancak sosyal kaygının sıfırlanmasının mümkün olamayacağını ve sadece azalabileceğini dile getiren Özer, iyileşme hızının değişkenlik gösterebileceğine değinerek şu bilgileri aktardı:
"Sosyal kaygının giderilmesindeki birinci basamak, iç sesimizin ne dediğini anlamak ve sonrasında ise kendimize yaptıklarımızın farkında olmaktır. Sosyal kaygılı bireylerden, akıllarına gelen düşünceler üzerine kafa yormalarıdır. Düşünceler üzerine kafa yormak sosyal kaygıyı azaltmada önemli bir unsurdur. Rezil olmayı düşünmeniz bu durumun gerçekleşeceği anlamına gelmez. Bunu fark edip gerçekliği değerlendirmek önemlidir. Bir diğer yöntem ise kaçınılan şeyleri belirlemektir. Herkesin farklı bir davranışı vardır. Göz kontağı kurmamayı veya sadece bir kişiyle göz kontağı kurmayı bu duruma örnek olarak gösterebiliriz. Bu tarz kaçınmalar, uzun vadede problemlerin kronikleşmesine sebep olur. Kaygı hiyerarşisi oluşturmak bir diğer yöntemdir. Yani, sizi kaygılandıran ortamları betimlemelisiniz. Bu ortamlara puan vererek en azdan çok olana doğru üzerine gitmeliyiz."
Bazı insanların küçük, bazı insanların da büyük ortamlardan kaygılandıklarına dikkat çeken Özer, dikkat yönetiminin pratik yöntemler arasında sayılabileceğini belirtti ve ekledi: "Dikkatiniz bir şeye yoğunlaşırsa o problem büyür. Sosyal kaygıya sahip bireylerin dikkati ya kendi vücutlarında ya da karşısındakilerin jest ve mimiklerine odaklanmış haldedir. Dikkatin odağını değiştirmek ve göz teması kurmak ise kaygıyı azaltır" dedi.
Işık Sevgi Dönmezel: "Sesimizi ve beden dilimizi etkili kullanmalıyız"
Son olarak "Hayır Diyebilme" konusunda öğrencilere bilgilendirmelerde bulunan Işık Sevgi Dönmezel, kişilerin pek çok sebepten dolayı hayır diyemediklerine ve bu nedenle de kendilerine kızdıklarına değindi. "Kişiler, hayır diyebilme konusunda ciddi sıkıntılar yaşarken, sürekli söylenen evet cevabından dolayı ise ciddi zararlar görüyor." diyen Dönmezel, "Kendi sınırlılıklarımızı karşı tarafa göstermeliyiz. Tamamen karşı taraftakinin olmasını istediğimiz gibi hareket ediyoruz. Amacımız ilişkiyi kuvvetlendirip, iyi bir kişi olmak. Bunlar biriktikçe kendi içimizde ve karşımızdakine öfke patlamaları yaşayabiliriz. Bu gibi problemlerin yaşanmaması için de öncelikle bahanelerinizden vazgeçmelisiniz. Kendimiz için hayır yerine alternatif bir davranış bulup, olumludan olumsuza gitmemiz gerekir. 'Yapabilmeyi isterdim, gelmek isterdim' gibi alternatif davranışlar üretebiliriz. Kesinlikle tereddüt etmeden, sesimizi ve beden dilimizi etkili kullanmalıyız. Bir diğer yöntem ise zaman yaratıp düşünme fırsatı bulmak, duygu ve düşünceleri iyi ifade etmektir. Hayır diyemeyen bireyler hayatlarının en önemli zamanlarını başkalarına bırakıyor. En temel nokta, kendinizi tanımaktır ve ne istediğinizi iyi bilmektir" diye konuştu. - ESKİŞEHİR