Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler tarafından 2008 yılında "Nisan Ayı Otizm Farkındalık Ayı" olarak belirlenmişti. Ben bu yazımda hem önceki bilgilerimizi kısmen tekrar yaparak hem de Nisan Ayının temasına da uygun olacak şekilde bir çalışma yaparak hazırlamayı amaçladım.
Aslına bakılırsa otizm ve özel eğitim gibi alanlar ile ilgilenen eğitimcilerin, psikologların, veya alana ilgi duyan insanların üzerine düşen belli başlı görevler vardır bunların elbette en önemlilerinden biri; toplumu otizm konusunda bilgilendirmektir. Bugün değerlendirildiğinde; sadece otizm için değil özel eğitim gereksinimli bütün çocukların ve onların ailelerinin belli başlı problemlerinin temek kaynağı; "toplumsal bilinç" kavramı ile irdelenebilecek durumdadır.
Otizm ilk olarak 1943lü yıllarda Kanner tarafından tanımlandığında, büyük ölçüde psikolojik faktörlere dayanıldığı düşünülen bir rahatsızlıktı ve sıklıkla o yıllarda ve hatta süregelen uzun yıllar boyunca da soğuk anne modeliyle birlikte anılıyordu. Ancak bu faktörler bilimsel araştırmaların sonucunda kanıtlanamamış ve zamanla kullanımını yitirmiştir. Yapılan son çalışmalarda otizmli çocuğa ve normal gelişim gösteren çocuğa sahip anneler karşılaştırılmış, çocuklarını yetiştirme yönünden bu gruplar arasında hiçbir anlamlı farklılık bulunamamıştır.
Otizm; yaygın sosyal etkileşim ve iletişim farklılıkları, aşırı kısıtlanmış ilgiler ve oldukça fazla tekrar eden davranışlarla tanımlanan beş yaygın gelişimsel bozukluktan (YGB) biridir. Otizm ilk belirtilerini bebeklik ya da çocukluk döneminde göstermeye başlar. Yaşam boyu devam eden, sosyal etkileşim, sözel ve sözel olmayan iletişimde problemler, tekrarlayıcı davranışlar, zaman zaman uyum problemleri, kısıtlı ilgi alanları ile kendini gösteren karmaşık bir süreci kapsayan bir gelişim farklılığıdır. ( bozukluğudur veya rahatsızlığıdır kavramlarını kullanmayı tercih etmiyorum!)
Otizmli çocuğu olan bir aile için elbette en zor aşamalardan biri, tanı koyulma aşamasıdır. Bir uzman tarafından anne ile babanın; sizin çocuğunuz maalesef ki otistik(!) denilerek söze başlayan ve bu yaşam boyu süren bir rahatsızlıktır şeklinde devam eden konuşmaların ardından belki de o ana kadar otizmden katiyen haberi olmayan bir anne ve babanın yıkılması ve ne yapacaklarını bilmez bir şekilde yüksek kaygı ile oradan ayrılması herhalde en sık rastlanılan örneklerden biriydi.
Otizmli çocukları diğer farklı gelişen gruplardan ayırıcı bir özellik; dışarıdan bakıldığında gözle görülür olarak bir farklılığa sahip olmadıklarıdır. Ancak belirli davranışlar ve söylemleri ile iyi bir gözlemci tarafından fark edilmeleri olasıdır. En genel özellik olarak hemen her kaynakta üzerinde durulan konu otizmli çocukların; göz kontağı kurmayışları, el çırpmak ve cisimleri döndürmek gibi takıntılı davranışları tekrarlamalarıdır. Bu bağlamda düşünüldüğünde, toplumsal yaşam içinde bir otizmli çocuğun belli başlı hareketlerinden dolayı tanınma durumu ortaya çıkmaktadır.
Yine bu çocukların duyum eşiklerinin düşük olması yani; beş duyu ile algılanabilen şeyleri normalden daha fazla algılamaları bazı hoş karşılanmayan- tepkiler vermelerine sebep olmaktadır. Örneğin; annesi ile markete giden bir otizmli çocuk istemsiz bir şekilde bağırmaya, elleriyle kulaklarını kapatmaya, sağa-sola koşturmaya başlayabilir ve bu durum çevredekilerin dikkatini çekebilir. Aslına bakılırsa bugün üzerinde en çok düşünmek ve sorgulamak gereken konu; otizm ve toplum veya genel anlamda engellilik ve toplum konularıdır.
Toplumsal yaşayışta rol sahibi bireyler olarak belli başlı görevlere sahip olmuşuzdur. Nasıl ki küçükleri sevmek büyükleri saymak bir tür yazısız kural olmuşsa insanlara saygı göstermek de böyle bir kural olmalıdır. Etik açıdan değerlendirdiğimizde; zaten hayata 1-0 yenik başlamış dezavantajlı bir grup olarak kabul edebileceğimiz otizmli çocukların bir de toplum tarafından ötekileştirilmeleri üstü örtülebilir bir durum değildir. Eğitim hayatında yaşanan sıkıntılar, sağlık alanındaki problemler, insan ilişkilerindeki anlayışsızlıklar hem aileleri hem de çocukları derinden sarsmaktadır. Olması gereken, toplum içinde bir arada, birbirini anlayan ve koşulsuzca birbirini sevebilen bireyler olmamız değil midir?
Aslına bakılırsa otizmli çocuklar ve ailelerinin günümüz koşullarında var olan problemlerini anlatabilmek için; toplumsal bilinç kavramı üzerinde durmak da gerekmektedir. Çünkü bugün bakıldığında, yapılan hatalı davranışların bilinçli olarak değil de bilgi yetersizliğinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Otizmin ne olduğunu hiç bilmeyen insanların, otizmli bir çocuğa veya onun ailesine doğru bir yaklaşım tarzı ile yaklaşmasını beklemek belki çok zordur. Ancak bilinçlendirilmiş bir toplumda, insanı insanlığından utandıracak olaylar da en aza indirilecektir. Burada tek tek bireyler olarak hepimize görev düşmektedir. Öğrenmek! Araştırmak! Bil-mek! Ancak bilerek ve öğrenerek araştırarak doğru olan bilgiye ulaşabilir ve huzurlu bir topluma kavuşabiliriz.
Otizmli çocukların ve ailelerin bizden beklediği de budur! Onları sahip oldukları hayatlarından dolayı yargılamamak, ötekileştirmemek Otizmli çocuklar; hayata hepimizden çok daha farklı bakıyor ve bizim çoğu zaman kaçırdığımız en önemli unsuru onlar hep içlerinde taşıyorlar; Sevgi! Onlar minicik bedenlerine kocaman sevgileri sığdırabilmiş koca yürekli çocuklar, üstelik birçoğu insanı hayrete düşürebilecek düşüncelere ve zekâya sahip Şimdi, bugüne kadar hiç otizmli bir çocuğa sarılmamış - onlar bunu pek istemeyeceklerdir ama- onların ışıldayan gözlerine bir kez olsun bakmamış, sevgi dolu kalplerini hissetmemiş siz büyükler, sorun bir kendinize; hiç mi eksik hissetmediniz kendinizi?
Artık etrafımıza iyi bakalım, belki bir yerde ona sevgiyle gülümsememizi bekleyen bir çocuk vardır
Milliyet / Sıla Paylar