Çaresizliğimizin bir tokat gibi yüzümüze vurduğu zaman anlarız: Yapacak bir şey yok. Her şey bitti. Artık yaşamayacak. Acıkmayacak, sevmeyecek. Özlemeyecek, üzülmeyecek.
O güzel çocuk, o hüzünlü gözlerle yarınlara bakamayacak.
Sırtına binen her yeni yükle beraber, yolda yürümeye devam edemeyecek.
Her şey onun için bitti.
Bizim için ise asla aynı olmayacak.
Tanıdığımız, bildiğimiz ama bize uğramayacağını umut ettiğimiz ölüm; her eve, çarpan her yüreğe uğrar. Beklesek de beklemesek de; her zaman habersiz ve erken gelir. Bir şey almadan dönmez. Geldiğini böyle anlarız zaten. Bizden bir şey alır. Bu; zavallılığımızla yüzleştiğimiz, kaybettiğimiz noktadır. Yerlerde sürünür ama kalkmak istemeyiz. Hatıralarımız, birlikte yapacaklarımız, tutamadığımız sözler, ertelediğimiz buluşmalar hepsi birden sivri uçlarıyla yüreğimize dokunurlar. Daha zaman var, her şeyi yoluna sokacağım, onlar için güzel bir dünya, bir liman yaratacağım. Ne büyük aldatmaca! Zaman; her daim yaptığı gibi oynar oyununu. Beklenmedik anları yakalar ve bizi yere serer.
Sevileni kaybettiğimizde eksiliriz. Eksikliğin yarattığı boşluğu inkâr ederiz önce. Bütün hücrelerimizle yaparız bu isyanı. Kolundan, bacağından olmuş insanları bilirsiniz. Hepsinin olmayan bacakları, kolları için duyumsadıkları hakiki acıyı da belki duymuşsunuzdur. Olmayan bacağının ayak başparmağı kaşınmaktadır. Olmayan kolunun dirseği fena halde ağrımaktadır. Ta ki o eksikliğe beden alışsın. Duygular, akıl alışsın. Aslında alışacağımız sadece eksik yaşamaktır. Eksik yaşamayı başarmaktır. İşte ölümün bize yaptığı bu.
Yas, biz yaşayanlar için. İnandıklarımızla bildiklerimiz arasındaki büyük uçurum; isyanımızın sessiz çığlığına teselli değil. Sadece ne kadar küçükmüşüz? Ne kadar dayanıksız ve güçsüz? Ölümün karşısında çaresiz ve acıyı ÖZGÜRce yaşamakta beceriksiz.
Ölümün yaşam gerçeği olduğunu biliriz. Soluduğumuz her nefeste ona doğru gittiğimizi de. Evet, her ölüm erken gelir. Ama bazıları daha da erken gelir. Bizi yaşamakla cezalandıran ölümler gibi. Çocuğundan uzun yaşamak gibi. Anasız kalan yavruların ölümü gibi. Nihayet gülümsemeye başlayanların vedası gibi.
Yaşam akıp gitmiyor. Yaşam bir başlıyor bir bitiyor. Akıp giden sadece zaman. Durmadan, umursamadan yoluna devam ediyor. Yaramaz, şımarık bir çocuk gibi bizi peşinden koşturtuyor. Tam alışmışken koşmaya, elinin tersi ile itip oyun dışı bırakıyor. Ve hep ileri gidiyor. Asla, geri dönüp o anı tekrar yaşamamıza izin vermiyor. Bizi sürükleyip götürürken, kaybettiklerimizi geride bırakıyor.
Bize tek bıraktığı yas tutmak.
Yolda kalana ise, ölümü özgürce yaşamak.
Ölümü Özgürce Yaşamak
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.