Kaygı, genel olarak başa çıkılması güç bir durum karşısında bireyin kendisini yetersiz ve eksik hissetmesidir. Birey kaygılı olmaya devam ettiği müddetçe, belirsiz korku hali ve sıkıntıyı yaşayacak, kendi yetersizlik ve çaresizlik duygularına odaklanacaktır. Böylece kişi kendisini bir alarm durumunda ve sanki bir şey olacakmış gibi bir duygu içinde hisseder.
• Kaygı, kökenini çocukluk yaşantısında verilen eğitimden anne baba, öğretmenler, arkadaşlar ve yakın çevredeki kişilerle ilişkilerden alır. Anne baba ve yakın ilişkide bulunulan kişilerin kaygı düzeyleri de, kaygının gelişmesinde önemli rol oynar.
• Kusurlu ana-baba tutumları kaygının oluşumundaki önemli nedenlerden biridir. Kaygılı ve gergin bir anne bu duygularını çocuğuna yaşamının ilk günlerinde bile geçirebilir. Yapılan bir araştırmada kaygılı çocukların annelerinin de kaygılı insanlar olduklarını ortaya koymuştur. Aynı araştırmada, kaygılı kişilerin anne babalarının çoğunlukla çocuklarından çok şeyler bekleyen ve onlara sevgi ve desteği, ancak bu beklentileri karşılandığında sağlayan kişiler olduğu gözlemlenmiştir. Böyle bir ortamda yetiştirilen kişi, doğal olarak kendisine gerçekdışı amaçlar seçer, sürekli özeleştiri yapar ve kendisinde umduklarını gerçekleştiremediğinden kaygı yaşar.
• Annenin heyecanları ve özellikle kaygıları, bebeklikte otomatik bir tepki yaratır. Çünkü daha bebeklikte, bebek annenin kendisine gösterdiği ilgi, ilgisizlik, sevgi ve olumsuz duygularını sezebilme olanağına sahiptir. Bir bebek tekrarlayan olumsuzlukları yaşar, fiziksel ve psikolojik acılarla yüz yüze gelirse, ileride bu koşullandırmalar nedeniyle aşırı bir kaygı tepkisi verebilir.
• Hangi ortamın hangi tür kaygı yaratacağı bir kültürden diğerine farklı olabilir. Ancak bütün toplumlar için geçerli bazı genellemeler yapma olanağı vardır. Bu genellemeler, kaygı duygusunun ortaya çıkmasına yol açan ortamlardaki bazı ortak yönleri belirtir.
(1) Desteğin çekilmesi: Fatih'in annesi, babası, kardeşi, evdeki odası, çalışma masası, komşuları, arkadaşları, evdeki köpek, kedi onun yaşamının bir parçasıyken, birden bire kendisini yabancı bir şehirde, yabancı bir evde, aile, arkadaş, akraba ve tanıdıklarının hepsinden uzakta bulur. Yeni çevresinde şimdiye kadar alışılagelmiş olduğu "destekler" yoktur. Alışılagelmiş çevrenin ortadan kalktığı böyle durumlarda insanlar kaygı duyar.
(2) Olumsuz bir sonucu beklemek: Pek hazırlanmadan sınava girme, trafik cezasının belirleneceği trafik mahkemesinde duruşmayı bekleme gibi olumsuz sonuçların ortaya çıkacağı durumlarda kaygı duyarız.
(3) İç çelişki: İnandığımız ve önem verdiğimiz bir fikirle, yaptığımız davranış arasında bir çelişki ortaya çıktığı zaman kaygı türünden bir gerginlik duyarız. Çelişkiyi giderecek bir çözüme yoluna ulaşıncaya kadar bir derece kaygı duyarız. Örneğin, nükleer silahların insanlığı yok edecek güçte tehlikeli bir gelişme içinde olduğuna inanan birey, bu silahların geliştirildiği bir laboratuarda çalışmak zorunda kalırsa, kendisini sürekli bir gerginlik ve kaygı içinde bulur.
(4) Belirsizlik: Gelecekte ne olacağını bilememek insanlar için en belli başlı kaygı nedenlerinde biridir. İlerde olumsuz türden olayların olacağını bilmek, ne olacağını hiç bilmemeye yeğlenir.
Kaygının Etkileri
Bedensel değişimler
Tehlike : Kalp vurum sayısının artması, kan basıncının yükselmesi, kas geriliminin artması, sindirim sisteminin çalışmasının yavaşlaması, gözbebeklerinin büyümesi..vb
Tehlike evresinde kaygı düzeyinin yükselmesine bağlı olarak endişe, karamsarlık, öfke, korku sinirlilik, tedirginlik artar. Bunlara bağlı olarak da bilişsel işlevler olumsuz yönde etkilenir. Dikkat toplama, odaklaşma, hatırlama, karar verme zorlaşır. Bu evrede verilen savaş organizmayı zararlı etkeni ortadan kaldırmazsa, direnç evresine bağlı belirtiler ve yakınmalar ortaya çıkar.
Direnç : Ağızda, boğazda kuruluk, bitkinlik, iştahsızlık, çok yemek yeme, baş ağrısı, baş dönmesi, boyunda, belde, ensede gerginlik ve kasılma, ellerde titreme, terleme, dururken, otururken, yürürken dengesizlik, sallanma, uykusuzluk, aşırı uyku, mide ve bağırsak bozuklukları, konuşma güçlüğü..vb.
Bu belirtilerin uzun sürmesi durgunluk, ilgisizlik, isteksizlik gibi duygulanım değişiklikleri yaratabilir. Bilişsel alanda dikkat, bellek, düşünce bozuklukları şiddetlenir.
Çöküntü : Direnç evresinden sonra gelen çöküntü evresinde, bir önceki evrede ortaya çıkan hastalıklara bağlı, geri dönüşü olmayan organik bozukluklar başlar. Bunlara bağlı belirti ve yakınmalar türlü hastalık tablolarına dönüşebilir.
Psikolojik değişimler
• Sürekli tedirginlik duygusu,
• Sürekli ekonomik endişeler,
• Aile bireylerine ve arkadaşlara duyulan öfke, bastırılmış öfke duyguları,
• Hayattan sıkılma,
• Hiçbir işe dikkatini verememek veya birini bitirmeden yeni bir işe başlamak,
• Bayram ve hafta sonu tatillerinden korkmak, tatil isteksizliği,
• Yalnız kalmaktan korkma,
• Sorunlarını hiç kimseyle paylaşamamak, tartışamamak.
Kaygı ve Korku Arasındaki Fark
Kaygı, korkuyla ilgili olan bir endişelenme durumudur. Fakat kaygını nesnesi belirsizdir. Korku daha şiddetli olarak yaşanır.
Kaygı ve korku değişik araştırmacılar tarafından farklı olarak tanımlanmıştır. Beck ve Emery kaygı ve korkunun biribiriyle iç içe girdiğinden ve birbirinden yerine kullanıldığından bahsedilmektedir. Beck ve Emery’e göre korku, gerçek ve potansiyel bir tehlike karşısında hissedilen duygu iken, kaygı fiziksel ve bilişsel öğeler eşliğinde duyulan hoş olmayan bir heyecan hissidir. Barlow yeni bir bakış açısıyla korkuyu açık ve basit bir duygu kaygıyı ise belirsiz, kesin olmayan ve karışık bir heyecan olarak tanımlamıştır.
Bazı psikologlar korku ile kaygı arasında üç önemli fark bulunduğunu söylerler:
(1) Kaynak: "Ben arıdan korkarım!" örneğinde olduğu gibi, korkunun kaynağını biliriz, ancak kaygının kaynağı belirsizdir;
(2) Şiddet: Korku kaygıdan daha şiddetlidir;
(3) Süre: Korku daha kısa sürelidir, kaygı ise uzun süre devam eder.
Korku ve kaygı arasındaki benzerliklere dayanarak psikologlar, korku sırasında ortaya çıkan fizyolojik oluşumların, kaygı anında da gözlenebileceğini ortaya sürmüşlerdir. İddia deneysel gözlemlerle desteklenmiştir. Bu nedenle, psikologlar kalp atışı, kan basıncı, kanın kimyasal yapısı, Galvanik Deri Tepkisi, nefes alış, nefes veriş oranı gibi değişik fizyolojik belirtileri kaygı ölçmede kullanırlar.
Kaygı ayrışmamış bir tepki olup korkuyla arasındaki en önemli fark korkunun spesifik bir tehlikeye karşı ortaya çıkan bir tepki oluşudur. Kaygı ise spesifik olmayan, belirsiz ve objesiz tehlikelere karşı bir tepkidir. Kaygıda en önemli özellik tehlike ve tehdit yaşantısına karşı belirsizlik ve çaresizlik hislerinin varlığıdır.