NARSİST MESLEKLER REHBERİ

Rukiye KARAKÖSE

“Narsist meslek olur mu?” demeyin, mesleklerin de birer karakteri olduğunu pek âlâ söyleyebiliriz. Yalnız uyaralım: Bu, bilimsel bir yazı değildir (en azından % 100 bilimsel değil). Nasıl Karadenizliler, Avrupalılar, hatta sıcak ve soğuk ülke insanları için bir takım karakteristik özellikler söyleyebiliyorsak ve ana hatlarıyla birer tanım yapabiliyorsak, meslekler için de bunu yapmamız mümkün. Elbette ancak “genel” yargılara varabiliriz. Söyleyeceklerimiz fikir verir ama tek tek bireyleri bağlamaz. Tespit edebildiğimiz narsist meslekleri çuvaldızı kendimize batırarak sıralayalım efendim:

    Terapistlik: Omnipotans bir meslektir bir kere. Kâdir-i mutlaktır yani. Bir bakıma hayatın anlamını bilen, hayatın sırrını çözmüş olduğu varsayılan ayrıcalıklı bir konumu vardır. Düşünsenize insanlar size gelip kendilerini anlatıyorlar, en mahrem sırlarını paylaşıyorlar. O hassas yolculukta onlara eşlik etmek çok özel bir konum. Bir nevi üstad, şaman, bilge posizyonu… Bir çeşit “havaya girme”, “terapist kibri” geliştirme riski her zaman mevcut. Yalom da buna değinir. Güzel bir şekilde özeleştirisini de yapar. İnsan hem içgörüsünü taze tutmalı hem de bir ustadan süpervizyon almalı ki o tuzağa düşmesin…

  Cerrahlık: Genel olarak doktorluk narsist bir meslektir. Bir klişe olarak ifade edece olursak: “İnsanlar ikiye ayrılır; doktorlar ve diğerleri”. Yani insanların sağlığı üzerinde etkili olabilmek çok ciddi bir ayrıcalıktır ve kendini çok önemli hissettirir. Ancak cerrahlar için özellikle “Tanrı kompleksi”nden söz edilir ki milimetrik müdhaleler, birine yaşam vermek ya da ölümüne şahit olmak çok hassas bir konum. Pek çok filmde de işlenen bu konu, bir kalp ya da beyin cerrahının “parmaklarımın ucunda tanrıyı hissedebiliyorum, tanrı ameliyathanede bizimleydi” gibi ifadeleriyle pekiştirilir.

Avukatlık: Hukuk fakültesinde nasıl yapıyorlar bilinmez ama oradan mezun olana fazlaca bir özgüven geliyor. Adam kanunu biliyor, daha ne olsun? Evini aratmaz, çünkü izin gerektiğini bilir, kimliğini sorana göstermek zorunda olmadığını bilir. Bunları belki biz de biliriz ama “ben emniyetten komiser bilmem kim, çıkar kimliğini!” denilince “ama haklarım, buna hakkınız yok, şey, ehe, buyurun kimliğimi memur bey” diye uzatıveririz. Avukat ise sadece kendi haklarını değil genel olarak “low and order”a hâkim olduğundan rahattır, hafiften de narsisizme yatkındır.

Gazetecilik: “Ben gazeteciyim!” bu ifadeyi, çok duymuşuzdur. Ama tonlaması şunu düşünüdürür: “Bir dakika yahu, beni sıradan fanilerle karıştırmayın, ben o okuduklarınızı yazan, çizen kişiyim. Her şeyden, en önce benim haberim olur. Ben işin mutfağındayım, hazırlayıp servis ediyorum kitlelere, ben ne sunarsam millet onu okuyor, boru değil, “gate keeper” (eşik bekçisi) demişler bize. Heey gidi, siz uyuyun daha, bizler öyle çok şey biliyoruz ki sizin bilmediğiniz, neler neler dönüyor dünyada ve fakat sadece biz, o özel kulüp, birbirinin dilinden anlayan âkildaneler vâkıfız bunlara…”

Tiyatroculuk/Oyunculuk:   Direkt olarak alkışla beslenmesi bile fikir vermiyor mu? Bir ressam, kimse görmeyecek olsa bile resmini büyük zevkle yapabilir ama oyuncunun mutlaka izleyip alkış tutacak, hayran olacak bir kitleye ihtiyacı vardır. Açıkça da söylerler zaten, “biz alkışla besleniyoruz, alkışlar olmadan yaşayamayız” diye. E tabii bir süre sonra da “muhteşemim ben” duygusu uyanır insanda, onay almaya endeksli, sürekli “bravo” denmesini bekleyen bir meslek…

Siyasetçilik: Siyasette öyle bir hiyerarşi var ki astlar sütlerine Tanrı muamelesi yapıyor, üstler de maalesef bir süre sonra bundan etkileniyor. İçinde bulunmadım ancak işim gereği uzun zaman bu tür diyaloglara yakından şahit oldum. Partilerin mahalle başkanlarına bile sürekli “başkanım aşağı, başkanım yukarı” diye hitap edilir. Milletvekillerine ise “sayın vekilim, sayın vekilim”. İlçe başkanları il başkanlarına, il başkanları genel başkana tarif edilmez bir huşu ile itaat eder. İtaat belki gereklidir de kimse üstünün en ufak bir yanlışını dahi dile getiremez, eleştiremez. O zaman da siyaset, kişinin egosunu gereksiz yere besleyen bir yapıya dönüşüyor maalesef.

Sanatçılık/Tasarımcılık: Biz fanilerden çok farklıdırlar. Göremediğimiz şekilde görür, düşünemeyeceğimiz şekilde düşünürler. Yaratma konumunda olduklarından tanrısallığa yakın dururlar. Hayatları bizim gibi sıradan, düz, lineer ve rutin değildir. Sanatçı bunalımı, yaratıcı kaos, gelgitler ve çılgınlıklar onların hakkıdır ve ayrıcalığıdır. Çoğunlukla dış görünüşlerinden tanırsınız. Yarısında gerçekten iç dünyasının farklılığı dışa vurmuştur, yarısında da kurgulanmış bir imaj bağırır size: “Ben var ya ben, farklıyım, sanatçıyım, benzemem kimselere, ona göre, sakın kendinizle karıştırmayın beni!” Genç bir yönetmen arkadaş sigarasını yakarken “ben yönetmenim ya, narsistim, megalomanım” diye güzel güzel de sahiplenmişti vasfını.

Meslek seçimlerinde öğrencilere bu mini rehber ne derece yardımcı olur bilinmez. Ayrıca bu yazdıklarımız mesleklere dair genel ifadeler olup tek tek meslek erbabını bağlamaz, tenzih edelim de sonra başımız ağrımasın. Kişilerden bağımsız, mesleklerin doğasından bahsediyoruz: “Bir ego vardır meslekte, bizden içerû…”

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.