Bir kişinin genellikle nedenini bilmediği ya da çok az bildiği iç ruhsal çatışmalar ile birlikte, toplumsal yaşama uymak için gösterdiği çabalardan kaynaklanan ve hiçbir fiziksel nedeni olmayan ciddi ve sürekli davranış bozukluklarına “nevroz” denir. En basit haliyle “sinirlilik” olarak tanımlanan ve temelinde “kaygı” bulunan nevrozlar, psikolojik ve işlevsel belirtiler gösterir ve “davranış bozukluğu” olarak anılırlar. Bu davranış bozuklukları arasında en sık görülenleri; olgun olamama, yaşça küçük hissetme hali, abartılı suçluluk, günahkârlık, abartılı sorumluluk duygusu, kaygı, korku, kuruntu, huzursuzluk ve cesaretsizlik hissetme ya da aşırı cesaret gösterilerinde bulunma, gereksiz yerlerde hiç sebepsiz yere üzülme, en küçük şeyleri büyütme, uykusuzluk ile birlikte gelen güçten düşme, bedenle ilgili işlevsel bozukluklar, cinsel işlev bozuklukları ve insan ilişkilerinde yaşanan sıkıntılar, duygu bozukluğu yüzünden aşırı şefkat isteme, odaklanamama, güvensizlik, plan yapamama, düşmanca ve saldırgan tutumlar içinde olma, güven ve dikkat ihtiyacı duyma, aşağılık duygusu hissetme, huzursuzluk, sosyal faaliyetlerden rahatsız olma, çekingen davranışlar sergileme, anormal seks davranışları talep etme, nefret, kin gibi kişiyi sağlıklı kişilerden ayıran tutum ve davranışlar sergilemedir. Çünkü nevrotik kişilerin kaygılarla başa çıkmada kullandıkları savunma mekanizmaları genellikle kaygıyı bastırmakta başarısız olur ya da abartılmış şekilde savunma mekanizmalarının kullanılmassı nedeniyle anormal davranışlara sebep olur. Kişilerde aşırı derecede şefkat gereksinimi olduğundan diğer kişilere karşı “bağımlılık” gelişir.
Narsisistik kültür...
Narsisistik kültür evin içindeki ve dışındaki otoritelerin “güç” kaybetmesiyle gelişir. Nevrozlarda sık görülen cinsel erdemin yerine narsisistik yapıda teşhircilik, sanal seks ve pornografi ön plana çıkar. Nevrotik kişiler cinsel hisleri konusunda suçluluk, günahkârlık, korku ya da endişe hissederken, narsisistik kişilerde bunun yerini cinsel sapkınlıklar, cinsel işlev bozuklukları ya da başarısız olma korkusu alır. Çünkü nevrozlardaki sıkıntının kaynağı olan katı ve kasvetli süperego, narsisistik kişilerde gücünü kaybetmiş, cinselliğe ve diğer erdemsiz davranışlara ahlaki sınırlamalar getiren ve normal olarak değerlendirilebilecek bir süperegodan bile yoksunluk ortaya çıkmıştır. Yani bu açıdan baktığımızda toplumun nevrotik durumdan yavaş yavaş narsisistik durma kaymaya başladığını söyleyebiliriz. Süperegoları sağlıklı gelişmediği için geleneklere ya da usullere uymak gibi bir mecburiyet hissetmeyen narsisistik kişiler, toplumsal kuralları dışarıda tutarak kendilerine ait yaşam tarzlarını oluşturma ve bir ötekine dayatma konusunda özgür olduklarını düşünürler. İnsanlara ve durumlara yönelik tepkilerinde kendilerini dizginleme yoksunluğu yaşadıkları için çoğu zaman herhangi bir “sınır duygusu” olmadan dürtülerini eyleme dökerler. Bu nedenle de borderline yapıyla birlikte narsisistik yapı “sınır durumlar” olarak adlandırılırlar.
Nevrotik ve narsisistik yapı farkları...
Nevrotikler genellikle duygularını abartırlar ve aşırı hassas kişiler olarak tanımlanırlar. Öte yandan narsisistik kişiler “havalı, büyüklenmeci ve soğukkanlı” görünmek amacıyla duygularını inkâr ederler. Nevrotikler endişeli olmaya ve “bilinçli bir korku" duymaya yatkınken, narsisistik kişiler depresyona, boşluk hissi duymaya, hiçbir şey hissetmemeye ve “bilinçsiz bir korku” duymaya yatkındırlar. Benzer şekilde nevrotikler suçluluk ve günahkârlık duygusunun ağırlığı altında ezilirken, narsisistik kişiler sanki bu duygulardan muafmış gibi görünürler. Nevrotik kişinin duyguları kuvvetlidir ama duygularını ifade etmede zorlanır ve özellikle de cinsel alanda kendisine kesin ve ağır kısıtlamalar getirir. Narsisistik yapıdaki kişi ise davranışlarına daha az sınırlama koyar ve hatta özgürlük adına cinsel dürtülerini eyleme geçirme konusunda cesaretlidir ancak duyguların önemini de asgariye indirir. Bir başka deyişle nevrotik kişi cinsellik olmadan aşka vurgu yaparken, narsisistik yapıdaki kişi ise aşk olmadan cinselliği ön plana çıkarır. Genellikle nevrotik yapıdaki “endişe” ile narsisistik yapıdaki “depresyon” birbirine karışmış olarak hissedilir, çünkü ortada hem nevrotik hem de narsisistik öğeler vardır. Ancak “kendini önemli ve güçlü hissetme” narsisistik yapı ile nevrozun ortak belirtileri arasında yer alırken, “duyguların inkâr edilmesi” ve “sınır yoksunluğu” ayırıcı tanıda önemli bir yer tutar.
Narsisistik yansıtmalar...
“Çok özel olduğuna dair yapılan yükleme”, “duygusal besleme eksikliği”, “ihmal ve işgal edilme” ve “bireyselliğin göz ardı edilmesi” çocuğun ruhunda narsisistik yapıya giden sapmayı ortaya çıkartır. Yani narsisistik yapı çoğu zaman ebeveyn-çocuk arasındaki bozuk ilişkiden kaynaklanır. Çocukların tüm istediği yalnızca ruhsal ve bedensel ihtiyaçlarının anlaşılması, koşulsuz karşılanması ve koşulsuz sevgidir, ancak tam anlamıyla yaşam ve ölüm gücünü ellerinde bulunduran patolojik ebeveynler çocuk üzerinde güç kullanma arayışı içindedir. Çünkü gerçekten güçsüz olan bebekler tamamen bağımlıdır ve yalnızca ağlayarak yardım isteyebilirler. Bu nedenle patolojik ebeveynlerin narsisistik arzuları bilinçdışı olarak çocuğa yansıtılır: “Ben çok ‘özel’ ve ‘güçlü’ biriyim, bu yüzden çocuğum da çok özel biri ve gelecekte de çok güçlü olacak...”
Narsistik yapının altında yatan nedenler…
1- Parçalanmış aile hikâyesi
Narsisistik yapının temelinde çocuklukta yaşanan ihmal ve işgal nedeniyle oluşan ve “kayıtsız, saplantılı ve kaygılı” olarak üç tipe ayrılan “güvensiz bağlanma stilleri” yatar. Kendine değer verme ve başkalarına karşı olumsuz tutuma sahip olmanın karışımı ile tanımlanan “kayıtsız bağlanma stili”, bağlanma gereksinimlerinin göz ardı edildiği, bağlanma sisteminin durdurulduğu çok karmaşık bir stratejiyi yansıtır. Bu nedenle bağlanma figürünün reddedişi karşısında olumlu bir benlik imgesini sürdürmenin tek yolu, kendini bu figürden uzak tutmak ve olumsuz duyguları önemsizleştirecek büyüklenmeci bir imge geliştirmektir. Bu nedenle narsisistik yapıdaki kişiler, yakın ilişkilerden edilgin bir şekilde kaçarlar. Bağımsızlığa aşırı değer verirler ve ilişkilerin çok da önemli olmadığına inanmaya başlarlar. Kendine güven eksikliğinin ön planda olduğu “saplantılı bağlanma stili” aşırı yapışkan ilişki stratejisini yansıtır. Bu nedenle hem reddedilmekten hem de yakın bir ilişkide karşı tarafın terk etmesinden çok korkarlar. Bireysel değersizlik duyguları ile başkalarının güvenilmez ve reddedici olduğuna ilişkin düşünceleri içeren “kaygılı bağlanma stili” ise hem kendine hem de başkalarına karşı güvensizlik stratejisini yansıtır. Bu nedenle reddedilme olasılığını engellemek için riskli buldukları sosyal ortam ve yakın ilişkilerden kuvvetle kaçarak incinmemeyi güvence altına almaya çalışırlar. Güvensiz bağlanma stilleri daha çok aile ve çocukluk hakkında tutarlı konuşamayan, çocukluk hatıraları karışık, çelişkili ve boşluklar ile delik deşik olmuş parçalanmış ailede büyüyen kişilerde ortaya çıkar. Çocukluk hikâyesi kötü ve kabul edilemez olduğu için narsisistik yapıdaki kişi, zihninde çoğu zaman mantıklı gerekçe olmadan mükemmel ama yalan bir aile öyküsü kurgular.
2- Duygusal ve fiziksel istismar
“Çocuk istismarı” bir çocuğa bir yetişkin tarafından fiziksel, cinsel ya da psikolojik olarak kötü davranılmasıdır. Çocuğun sağlığını, fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek uygulanan tüm davranışlar çocuğa kötü muameledir. Reddetme, tek başına bırakma, yıldırma, suça yöneltme, aşağılama, kendi çıkarına kullanma, vaktinden önce yetişkin rol verme gibi davranışlar duygusal istismara neden olan başlıca ebeveyn davranışlarıdır. Bu davranışlar çocukta duyguların inkârına ve narsisistik yapıya zemin hazırlar. Narsisistik yapıdaki kişi duygularından nefret eder ve onları inkâr eder. Duyguların kontrolsüzce ortaya döküldüğü ve şiddet davranışlarıyla ifade edildiği patolojik bir ailede büyümesi nedeniyle duyguların ve istismarın inkârı için aşırı kontrolcü davranışlar sergiler.
3- Kıyaslanmak
Çocukken başkalarıyla kıyaslanmak, çocuğa kendini daha az yetkin, daha az başarılı, daha az akıllı hissettir. Bu nedenle güvensiz ve kendini küçük hisseden çocuk zihninde abartılı ve büyüklenmeci bir imge yaratarak sürekli övgü toplayacak bir şeyler yapamaya kendini mecbur hisseder. “Kıyaslanmak”, benzeterek veya karşılaştırılarak değerlendirmek demektir. Çocuk kıyaslandığını hissettiği anda kendini yetersiz hissetmeye, ailesine karşı öfke duymaya, içe kapanmaya ve antisosyal davranışlar sergilemeye başlar. Yetersizlik duygusunun yoğun bir şekilde hissedilmesi ise özgüven eksikliğine ve narsisistik yapıya yol açabilir. Oysa her çocuk özel, biricik ve başkadır. Çocuğun bireysel özelliklerini kabul etmek, keşfetmek ve yetenekli olduğu alanda desteklemek yerine bir başka kişi ile karşılaştırmak var olan yeteneğini ortaya çıkaramaması anlamına gelir. Bu nedenle çocuğun olduğu gibi koşulsuzca sevilmesi ve kabul edilmesi, fikrinin dinlenmesi ve bireyselliğine saygı duyulması olumsuz yönlerini olumluya çevirir.
4- Tapınmak
Çocukluğunda ebeveynlerinin birilerini veya kendisini idealize ettiğini ve abartarak ona tapındığını gören bir çocuk, idol olmayı arzular ve mükemmeliyetçi fanteziler kurar. Kelime anlamıyla “tapınmak”, ilah olarak tanınan varlığa karşı inancını ve bağlılığını bildirmek için belirli kurallara bağlı hareketlerde bulunmak ve büyük bir sevgiyle bağlanmak, aşkla sevmektir. Bu nedenle çocukların ilk tanrısı olan ebeveynlerin aile kültüründe tapınmanın yer alması, çocukta başta narsisistik yapı olmak üzere büyüklenmeciliğe, güce tapınmaya, güçlü görünme çabası içinde olmaya, spontanlık kaybına, performans kaygısına, açgözlülüğe, başarı hırsına, şöhret hayranlığına, yozlaşmış hazcılığa, maddiyatçılığa, tüketim ve mülkiyet hırsına, samimiyet ve empati yoksunluğuna, sahteliğe, yapaylığa, kalabalık içinde yalnızlığa, anlamsızlığa, kronik tatminsizliğe ve memnuniyetsizliğe yol açabilir.
5- Abartılı korku ve kaygı
Kaygı, bir belirsizlik karşısında tehdit algısı ile tetiklenen, rahatsız edici ve olumsuz bir histir. Korku ise belirli bir ağrı veya tehdit olarak algılanan bir olay sonucunda, uyarıcı bir tepki olarak ortaya çıkan yaşamsal bir mekanizmadır. Tehlike ve tehdit durumunda çocuk korkar ve bu korku sonucunda kaçmak için bir tepki oluşturur. Ancak abartılı durumlarda korkan bir çocuk donup kalabilir, felç tepkisi verebilir, ciddi ölçüde aşağılık duygusu geliştirebilir ve buna bağlı olarak telafi amaçlı abartılı bir şekilde özgüvenli rolü oynamaya çalışabilir. Gelecekte farklı görünme çabası içine girerek bu davranışlarıyla eksikliğini kapatmaya, kendisini güçlü ve mutlu ilan etmek için “Yıkılmadım ayaktayım” mesajı vermeye ya da “Ben korkmuyorum” diyerek kendi kendini telkin etmeye çalışabilir. Çünkü abartı her zaman karşıtını besler. Korku çocukta herhangi bir türde duygusal durum veya anlık bir dış tehdit oluşmadan meydana geldiği takdirde, kaygı olarak ayırt edilmelidir. Evrensel duygular olan korku ve kaygı, çocuklukta abartılı yaşandığında narsisistik yapının kökeninde yer alabilir. Abartılı ve tümgüçlü rolde olmayı seven narsisistik yapıdaki kişinin çocukluktan kalma derin korkuları vardır ve kendi iç dünyasındaki çatışmayı inkâr etmek için tüm güçlü fantezilerle kendini güvende tutmaya çalışır.