1963'te yapılan Milgram deneyi, işte bunu açıklıyor ve insana dair çok şey anlatıyor.Psikoloji, sergilediğimiz davranışların ve kişisel tercihlerimizin kaynağını araştıran bir bilim dalı. Kendinizi ve diğer insanları tanımak için bu alanda yapılmış araştırmaları bilmek, anlamak oldukça önemli. Bilim tarihinde bu zamana kadar farklı psikolojik deneyler gerçekleştirildi. Bu deneylerin arasında insana dair çok şey anlatan deneylerin sayısı ise oldukça azdır. Çoğumuzun "itaat etmek" olarak bilinen davranışı, 1963 yılında yapılmış ve hala sonuçlarıyla tartışılan Milgram deneyi ile masaya yatırılmıştı.
Yale Üniversitesi'nde görev yapan psikolog Stanley Milgram, "otoriteye itaat etme ve vicdan" arasındaki ilişki üzerine yoğunlaşan bir çalışma düzenledi. Çalışmasına ilham veren şey, soykırım gibi insanlık suçlarının nasıl işlendiğiydi. Bir insan sırf başkasından emir aldığı için binlerce masum insanı nasıl katledebilirdi? Milgram deneyi, işte bu soruya yanıt vermek için yapıldı.
Hitler gibiler, milyonların katiliydi. Nitekim kurşunların hepsini onlar sıkmadılar. Peki kurşunları sıkanların vicdanları neden devreye girmedi?
Milgram, Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi'nde İkinci Dünya Savaşı sırasında işledikleri insanlık suçlarıyla yargılanan isimleri mercek altına aldı. Aldıkları bir emir, nasıl oluyor da vicdanlarının önüne geçebiliyordu? Soykırımları düzenleyen insanların savunmaları, genellikle itaat etme üzerine kuruluydu. Kurşunları sıkan insanların tek yaptıkları verilen emirlere sorgusuz sualsiz uymaktı.
Stanley Milgram, insanların verilen emirlere itaat etmede bir sınır olması gerektiğini düşündü. Bu deneyde insanların yetkililer tarafından verilen emirlere nereye kadar uyacakları incelendi.
20 ila 50 yaş arasında her sınıftan insanı toplayan Milgram, toplam 40 adet deneği bir araya getirdi. Deneyin işleyişinde iki kişi seçilecek, biri öğretmen rolünü üstlenecek, diğeriyse öğrenci olacaktı. Tüm bunların yanı sıra laboratuvar önlüğü giyen bir kişi de araştırmacı rolüyle odada bulunacaktı. Normal şartlar altında rollerin seçilmesi için kura çekilmesi gerekiyordu, ancak kura önceden ayarlandığı için denekler, olaydan bihaber hep öğretmen olarak odaya giriyorlardı. Deneyin gerçek kırılma noktası tam olarak burasıydı.
İnsanlık suçlarını küçük bir laboratuvarda açıklamak:
Deneyin nasıl bir ortamda geçtiğini anlatmakta yarar var. Deney sırasında iki adet oda kullanıldı. Bu odaların birinde elektrikli bir sandalye vardı, öğrenci rolündeki denek bu odada bulunacaktı. Diğer oda ise kontrol odasıydı. Bu odada elektrikli sandalyeye elektrik veren panel bulunuyordu, araştırmacı ve öğretmen rolündeki kişiler ikinci odada yer alıyordu.
Öğrenci elektrotlarla birlikte sandalyeye bağlanıyordu. Ardından gönüllü olarak öğretmen rolündeki kişi, sandalyedeki öğrenciye kelime çiftleri öğretiyordu. İkinci aşamda öğrenciye bir kelime söyleniyor, 4 tane seçenek sunulup o kelimenin çiftini bulması isteniyordu. Eğer öğrenci yanlış cevap verirse öğretmen sandalyeye şok veriyordu. Yani bu deneydeki denekler, her hata yaptıklarında ceza alıyorlardı.
Yanlış cevap sayısı arttıkça sandalyeden öğrenciye verilen şok miktarı da artıyordu. Şok cihazında 15 volttan 450 volta kadar etiketlenmiş 30 adet anahtar bulunuyordu. (Bu volt seviyelerinin ne kadar ciddi olduğunu da şu şekilde açıklayalım: 15 volt insanlar için hafif derecede, zararsız olarak değerlendirilirken 375 volt ciddi şok, 450 volt ise ölümcül olarak nitelendiriliyor.)
Bir dakika... Bir bilimsel araştırma için öldürücü düzeyde elektrik vermek mi? Elektrik akımı bile sahteydi! Nasıl mı?
Öğrenci rolündeki denek, tıpkı araştırmacı rolündeki gibi kendisinin aslında rol yapması gerektiğini biliyordu. Yani her yanlış cevap verdiğinde şiddetli şekilde elektriğe çarpılma numarası yapmak zorundaydı. Bu durumdan gönüllü denek olan öğretmenlerin haberi bile yoktu. Milgram, sahte denekleri öğrenci ve araştırmacıdan rol yapmalarını istemiş, bu rollerden öğretmenlere haber vermemişti.
Öğretmen, vicdanı devreye girmesi gereken kişiydi. Araştırmacı rolündeki üçüncü kişi ise öğretmene baskı yapan, deneyde olduklarını hatırlatan role sahipti. Yani roller şöyle dağıtılmıştı:
Emir veren kişi: Araştırmacı
Emre itaat eden: Öğretmen
Emrin kurbanı: Öğrenci
Öğretmen şok vermeyi reddettiğinde ise laboratuvar önlüğü giyen araştırmacı, öğretmene testin devam etmesi gerektiğini söylüyordu. Araştırmacı sürekli olarak öğretmene, öğrenci elektrikten ölse bile sorumlu olmayacağını söylüyor, vicdanını rahatlatıyordu. Araştırmacı, öğretmen teste devam etmek istemediği, vicdan yaptığı zamanlarda sırasıyla aşağıdaki emirleri veriyordu:
Emir: Lütfen devam ediniz.
Emir: Deneyin devamı için devam etmeniz gerekmektedir.
Emir: Devam etmeniz şart.
Emir: Devam etmekten başka şansın yok.
Dördüncü emri de reddeden öğretmenlerin deneyi sona eriyor, sıradaki denek öğretmene geçiş yapılıyordu.
Emir demiri gerçekten keser mi?
Deneyin sonucunda öğretmenlerin hepsi 300 volta kadar, üçte ikisi ise 450 volta kadar öğrencilere elektrik vermeye devam ettiler. Yani onları öldürme riskini bile göze aldılar. Deneyin sonucunda yapılan bilimsel tespitler şöyle:
İnsanlar, masum bir insanı öldürecek olsalar bile emirleri uygulamaya eğimlidir.
Otoriteye itaat duygusu içgüdüseldir.
Şimdi o büyük soykırımları gerçekleştiren insanların yapısı anlaşılıyordu. Milgram deneyi, çok iddialı sonuçlar verse de deneyde sahte deneklerin kullanılması ve öğretmen rolündeki gönüllülere baskı yapılması sebebiyle deneyin etik konuları hala tartışılıyor. Bu deney, günümüzde bile hala tepki topluyor.
Milgram deneyi bize insan hakkında çok şey anlatıyor. Tüm tartışmalara rağmen hala gündemde olmayı başarıyor. Görüş öneri ve yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın. İnsan davranışı, psikoloji ve sosyal psikoloji üzerine yeni içeriklerde görüşmek üzere...
Kaynak: WebTekno