Sürrealist resimleriyle bilinen Salvador Dali ile arkadaşlığıyla tanınan Luis Bunuel, bu durumun sinemadaki temsilidir aslında. 1920’lerin başında Fransa’da doğan akımı ilk kez sinema sanatına sokan isimdir. Belli bir süre Franco rejimi sebebiyle başka ülkelerde sürgün hayatı yaşayan yönetmen, 1960’ların sonundan itibaren Fransa’da verdiği eserlerle olgunluk dönemi başyapıtlarını kazandırmıştır piyasaya. “Gündüz Güzeli” ile başlayan bu eserlerin alegorik duruşları, hiciv dolu alt metinleri, düşsel dünyaları ve burjuvaya eleştirel bakışlarıyla yönetmenin özgün dünyasını temsil ettikleri söylenebilir.
Luis Bunuel, İspanya’da adı bilinmeyen küçük bir kasabada doğan bir çocuktu küçükken. Daha o zamandan alt sınıf bireyi olması, Katolik Kilisesi’ne ve burjuvaziye karşı kin beslemeye başlamasına yol açmıştır. Ailesinin baskısı nedeniyle sinema eğitimi görememesine karşın ilk önemli deneyimi, 25 yaşlarında Fransız empresyonizminin temsilcilerinden Jean Epstein’ın yanında asistan olarak çalışmasıdır.
Sürrealizm akımını sinemaya sokan ilk gerçek sinemacı
Bu tecrübenin ardından dostu Salvador Dali ile beraber “Endülüs Köpeği” (“Un Chien Andalou”, 1929) ve “Altın Çağı”nı (“L’Age d’Or”, 1931) çekmiştir. İki film de sürrealist imgelerin arka arkaya geldiği birer düş sergisidir aslında ya da en kısa tanımıyla burjuvaziyi iğnelemek için kurulmuş abartılı mizansenler topluluğudur. Bu açıdan da yönetmen belki de René Clair’in kısa film başyapıtı “Entr’acte”ı (1924) bir kenara koyduğumuzda sürrealizmi (gerçeküstücülük) sinemaya ilk sokan isim olmuştur.
Bu alan da esasen resim ve yazında burjuvaziye karşı doğan bir akımdır. 1920’lerin başında André Breton’un Paris’te devreye sokmasıyla sanat dalına giriş yaptığı bilinir.
Başta David Lynch ve Michel Gondry olmak üzere birçok yönetmenin fikir babasıdır
Bu konudaki uzun metrajı “Altın Çağ” ise özellikle bu durumu geniş bir çerçeveye yayması sebebiyle anlaşılmazlığı açısından başta David Lynch’in “Eraserhead”i (1978), Jean Cocteau’nun Orfe üçlemesi, Alejandro Jodorowsky’nin “El Topo”su (1971) ve Michel Gondry’nin “Rüya Bilmecesi” (“The Science of Sleep”, 2006) olmak üzere birçok filmi ve sinemacıyı derinden etkilemiştir.
En önemli özelliği ise, 1960’da doğduğunu bildiğimiz modern sinemanın ilk adımının bu filmle atılmış olmasıdır. Yani çağının çok üzerinde bir sinemacıdır Luis Bunuel, her ne kadar bu eser sonrası Meksika’da kısa süreli bir mahkumiyet devri geçirmiş olsa da...
Sinemada ilk kez ‘yapıbozucu’ terimi devreye girmiştir
Zira film sinema tarihinde bir ilke imza atarak, standart anlatım yöntemlerini bir çırpıda yıkıp, karşımıza yapıbozucu bir film modeli çıkarmıştır. Ancak 1936 yılında Fransisco Franco’nun başa gelmesiyle fikir sansürü dönemi başlamıştır ülkede. Bu süreçte “Altın Çağı”nın gösterimi yasaklanınca, politik, dini ve sinemasal özgürlüğünü kazanmak için ABD’ye göç etmek durumunda kalmıştır Bunuel.
Burada kültürel birikimini zenginleştirdikten sonra sözünü ettiğimiz gibi Meksika’ya geçmiştir. Orada da çok fazla önemsenmeyen ama, her zaman bir ‘gizem’ olarak kalan komedi filmleri çekmiştir. 1960’ların başında İspanya’ya geri döndükten sonra ise ciddi anlamda politik dertlerini ortaya koyan iki hiciv çekmiştir sanatçı.
60’ların başında sisteme karşı sinirini temsil eden birkaç ürün vermiştir
“Viridiana” (1961) da, “The Exterminating Angel” da (“El Angel del Exterminator”, 1962) Katolik Kilisesi’ni ve burjuvaziyi sivri bir dille taşlayan alegorilerdir. “Viridiana”, bir erkek burjuvanın cinsel açlığıyla alt sınıftan bir kadına karşı kendine hakim olamamasını ve onunla evlenmek istemesini ele alır. Adamın ölüşüyle birlikte kadının kiliseye giriş yapması,‘kutsal’ mekanı fakirlerin açgözlülükle sömürdükleri bir yere dönüştürür.
“The Exterminating Angel” ise daha da ileri giderek burjuvayı hayvanlarla sembolleştirir. Bu iki filmin de tepki çekmesi Bunuel’i, sinemasal özgürlüğün tavan yaptığı Fransa’ya göç etmeye teşvik eder. Böylece yönetmen artık arkasına ideolojilerini 30 yıl önce uyguladığı Fransız Yeni Dalgası’nın güvenini alarak yeni ürünlerini verme olanağı yakalayacaktır. Bu seferki filmleri, ilk döneminin serbestliği ile 60’ların başındaki filmlerinin politik bakış açısını iç içe geçirirler ve ortaya olgun birer sürrealist politik taşlama çıkarırlar.
“Gündüz Güzeli” ile altın dönemi başlamıştır
Bunuel’in amacı, her zaman olduğu gibi burjuva sınıfını ve Katolik Kilise’sini sert bir dille eleştirmektir. “Gündüz Güzeli” (“Belle de Jour”, 1967), “Tristana” (1970), “Burjuvazinin Gizli Çekiciliği” (“Le Charme Discret de la Bourgoisie”, 1972) ve “Arzunun Şu Karanlık Nesnesi” (“Cet Obscur Objet du Désir”, 1977) bu döneminin en önemli eserleridir.
Sözünü ettiğimiz filmler, ilk döneminin sürrealist başyapıtlarının uçuk ve dağınık yapısını alıp, olgun bir şekle sokarken; sınıfsal uçurum, din, ahlak, ölüm ve cinsellikle ilgili dertlerini zeki ve hınzır bir sinema diliyle anlatırlar. Yani saldırgan hali, burada sağduyulu bir bakış açısıyla taçlandırılmıştır.
Bu sefer, dertlerini anlatma ya da ulaşması gereken yere ulaştırma konusunda sıkıntı çekmez Bunuel. Müziği az kullandığı ve oyuncuları zaman zaman öne çıkardığı minimalist bir sinema anlayışı benimser. İlk dönemindeki sürrealizm dolu eserlerin yerini, karakterlerin bilinç altına inilmesiyle gelen düş, rüya ve genelde kabuslar alır.
Freud, din ve burjuva ana malzemeleridir
Yani Sigmund Freud’dan çokça beslenir aslında ve karşımıza ultra-psikolojik burjuva zihinleri çıkarır. O sınıfın içinden hikayeler anlatırken ise onların açgözlülüklerini ve Freudyen açıdan bastırılmış karakterlerini eleştirir.
Katolik Kilisesi ise en önemli malzemesidir Bunuel’in. En beklenmedik yerlerde karakterlerinin inançlarını veya sürreel öğe olarak rahip, İsa gibi karakterleri devreye sokabilir. Ancak bunu yaparken olgun bir yapı kurmayı da ihmal etmez. Genel anlamda, ana karakterinin bilinçaltına inerek onun sosyal düzendeki zorunlu mücadelesini anlatır.
Burjuvazinin bastırdığı duygular rüyalarda açığa çıkar
Bu karakter genelde erkek ise Fernando Rey, kadın ise Catherine Deneuve’dür. Örneğin Deneuve’ün başrolünde olduğu “Gündüz Güzeli”nde, cinsel açlığını bastırmak için kocasından kopan bir kadının fahişelik yapmaya başlamasına değinilir. Kadın, rüyasında sürekli kocasının kendisine işkence ettiğini görür. Bunun sebebi psikolojik ve ahlaki bastırılmışlıktır aslında...
Film, bu rüya sahnelerini ana yapının içine sokarak öznel bir dünya yaratır. Yani her izlediğimiz, aslında kadının gözünden gördüğümüz kabuslar ve düşler olabilir. Daha doğrusu burjuvazinin dışa atamadığı duygular diyebiliriz...
“Arzunun Karanlık Nesnesi”nde ise Fernando Rey’in canlandırdığı yozlaşmış bir burjuvaya değinir Bunuel. Adam sıradan bir cinsel yaşama sahipken, bir anda sevgilisi başka bir kadına dönüşür. Ama işin ilginci film, bu değişim hiç olmamış gibi akar. Bu sayede Rey’in cinselliğe açgözlü bakış açısı eleştirilmiş ve sosyal sınıf iğnelenmiş olur...
Üç yenilikçi film modeli dokumuştur
Böylece yönetmen, daha önce görmediğmiz bir başka film modeli de o film yoluyla inşa eder. Öyle ki öncesinde Fransa döneminin ikinci filmi “Gündüz Güzeli”nin ve ilk yıllarından “Altın Çağı”nın böyle bir işlevi olduğuna tanıklık etmiştir. Ancak burada çok daha farklı bir şey vardır. Bunun da sonradan “Dönüşüm” (“Ne Te Retourne Pas”, 2008) gibi filmlerde etki yarattığı görülebilir.
Arkasında sürrealizm dışında derin bir edebiyat, felsefe ve tiyatro etkisinin olması da kendi yolunda emin adımlarla ilerlemesini daha da kolaylaştırmıştı kuşkusuz, 1983’te hayata gözlerini yuman üstadın...
En iyi beş Luis Bunuel filmi:
1-Gündüz Güzeli (Belle de Jour) (1967)
2-Altın Çağı (L’Age D’Or) (1931)
3-Arzunun Şu Karanlık Nesnesi (Cet Obscur Objet du Désir) (1977)
4-Burjuvazinin Gizli Çekiciliği (Le Charm Discret de la Bourgoisie) (1974)
5-Viridiana (1961)
KEREM AKÇA
keremakca@haberturk.com
Luis Bunuel ve Sürealist Sinema
Kerem Akça, gerçeküstücülük akımını sinemaya sokarak 70 senedir sayısız yönetmeni etkileyen İspanyol sanatçı Luis Bunuel'i ele aldı