Kürt Meselesinin Yüzde Kaçı Psikolojik?

Vatan Gazetesinden Mine Şenocaklı, Prof. Vamık Volkan ile Kürt sorununun psikolojik arkaplanını ve olası psikolojik katkıları konuştu. Söz konusu söyleşinin ayrıntıları şöyle:

Mine Şenocaklı / Vatan Gazetesi

Yıllar önce Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın bütün dünyada yankı uyandıran “Araplarla İsrail arasındaki çatışmanın yüzde 70’i psikolojiktir” sözünün doğruluğunu araştırmak için bölgeye giden Amerikan Psikaytri Derneği’nin komitesi içinde yer alan ve o çalışmaların sonunda “Yüzde 99 diye bir oran vermiş olsaydı doğruyu söylemiş olurdu” diyen Prof. Vamık Volkan’a, “Peki Kürt meselesinin yüzde kaçı psikolojik?” diye sordum. Rakam vermedi ama şöyle yanıtladı: Her gün daha da fazlası psikolojik!

“Savaşlar, psikoloji nedeniyle ortaya çıkmaz. Ancak bir savaş ortaya çıktığı veya iki büyük grup arasındaki çatışma kronikleştiği zaman, bu, politikaya, orduya, ekonomiye, hukuka, her şeye psikoloji ile bulaşıyor. Ve bu toplumda büyük bir direnç yaratıyor. Rekresyona giriyor toplum ve kendi kimliğini korumak için mantık dışı şeyler yapıyor. Sorun derinleştikçe, kronikleştikçe bu büyük grup kimliği her yeri boyuyor. Artık bir numaralı şey büyük grup kimliğini korumak oluyor. Tıpkı Filistin’de olduğu gibi...”

Nuriye Atabey’le hazırladığınız “Osmanlı’nın Yasından Atatürk’ün Türkiye’sine Onarıcı Liderlik ve Politik Psikoloji” kitabınızda da anlatıyorsunuz ama yine konuşalım istiyorum. Orada politik psikoloji çalışmalarının nasıl başladığını anlatırken Enver Sedat’ın, “Araplarla İsrail arasındaki çatışmanın yüzde 70’i psikolojiktir” sözünün sizi çok etkilediğini söylüyorsunuz... Ben de o sözden yola çıkarak Kürt meselesini konuşalım istiyorum sizinle...

Tabii... 1979’da o zamanın Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat tarihi bir girişimde bulundu ve İsrail’e gitti. İsrail Parlamentosu’nda bir konuşma yaptı. İşte o konuşmada “Araplarla İsrail arasındaki çatışmanın yüzde 70’i psikolojiktir” dedi. Onun İsrail Parlamentosu’nda, Knessett’te yaptığı konuşma gerçekten de profesyonel hayatımı çok etkiledi. Sedat’tan önce Bülent Ecevit de Türkler ve Yunanlar arasındaki çatışmaların altında psikolojik süreçler olduğunu söylemişti. Maalesef Ecevit’in sözleri diplomasi dünyasında bir yankı yapmadı. Ama Sedat’ın konuşması Amerikalı yetkililer arasında, belki de Amerika’daki Musevi lobisi nedeniyle ilgiyle karşılandı. Sedat, ABD yetkilileri tarafından seviliyordu. Amerika’da bazı yetkili kişiler, Sedat‘ın söylediklerinin doğru olup olmadığını incelemek istediler. Bu kişiler Amerikan Psikiyatri Derneği’ne başvurdu. Dernek; “Size Psikiyatri ve Milletlerarası İlişkiler Komitesi’nde görev verildi.

Mısır’a, İsrail’e gidiniz, Araplarla, İsraillilerle konuşunuz ve Sedat’ın söylediklerini araştırınız” dedi. Ben de bu görevi üstüne alan komitenin içinde yeni bir üyeydim. İsrail’e, Mısır’a gittik ve Mısır, İsrail ve ABD hükümetlerinin desteğiyle çok yüksek seviyedeki Arapları ve İsraillileri üç ayda bir bir araya getirmeye başladık. Bir metodumuz yoktu ve biz diplomat da değildik. Önce hiçbir şey bilmiyorduk. Bu süreç 6.5 sene sürdü. Camp David toplantıları diye bilinen Mısır ve İsrail liderleri arasında o zamanki Amerikan Başkanı Jimmy Carter’ın idaresi altında yapılan resmi konuşmalar vardı. Biz de Araplarla İsrailliler arasındaki diplomasinin gayriresmi olanını yaptık.

Ağaç modeli de o zaman mı doğdu?

Evet. Amerikan Psikiyatri Derneği’nin “Psikiyatri ve Milletlerarası İlişkiler Komitesi”nin 3 yıl başkanı oldum. Başkan olunca bu süreci daha yakından inceledim. “Düşman temsilciler, gayriresmi toplantılarda bir araya gelince ne gibi psikolojik durumlar oluşur? Böyle toplantıları idare etmek ve olumlu hale getirmek için nelere dikkat etmemiz gerekir?” gibi sorulara cevaplar bulmaya başladım yavaş yavaş. Arap-İsrail toplantılarından edindiğim tecrübelere de dayanarak birkaç sene sonra “Ağaç Modeli” ismini verdiğim ve toplum psikolojisine dayanan gayriresmi diplomasi metodunu ortaya koydum.

Burada bir parantez açabilir miyiz? Ağacın gövdesi, kökü ve yaprakları neyi temsil ediyor?

Ağacın kökü duruma psikopolitik yönden bir teşhis koymayı, gövdesi karşı büyük grupların temsilcileri arasında bazen yıllar süren bir diyolog kurmayı ve yapraklarla dalları da bu diyaloglarda ortaya çıkan fikirleri ve önerileri halka ve sorumlulara anlatıp barışçıl hareketleri koruyan toplumu ve politik destek bulmayı temsil ediyor.

O toplantılara katılan bir Filistinli’nin öldürüldüğünü ve o zaman ne kadar tehlikeli bir iş yaptığınızı anladığınızı söylüyorsunuz...

Evet. Biz o dönemde genellikle Avrupa’da toplanıyorduk. İlk toplantıdan 3 sene sonra, yani Komite Başkanlığını üzerime aldıktan sonra, Filistinli Arap büyüklerini de bu toplantılara getirmeye başladık. Bu Filistinli katılımcılardan biri Avrupa’daki bir toplantıdan Gazze’ye döner dönmez öldürüldü. Başını kestiler. Yaptığımız işin ne kadar ciddi olduğunu o zaman anladım. Şoka girmiştim. Arap ve İsraillileri bir araya getirmemiz 1986’nın sonuna kadar sürdü. Amerikan Psikiyatri Derneği’nin içinde çıkan organizasyon karmaşıklığı nedeniyle bu proje sona erdi. Projeyi sona erdiren Araplar ve İsrailliler değildi ama.

O Filistinli neden öldürülmüştü peki?

Onu öldürenler de Filistinli Araplardı. Herhalde bizim toplantılara katıldığı için vatan haini olarak görülmüştü. 1986’nın sonunda bu proje sona erdiği zaman ansızın yepyeni bir meslek geliştirdiğimin farkına vardım. Çatışma içinde olan büyük milli veya etnik toplumların psikolojisini incelemek ve barışa gidecek yolları aramak. Eskiden psikanalistler, psikiyatristler veya psikologlar böyle konuları bir odada oturup konuşurlar ve bu konuda teorik yazılar yazarlardı. Ama katiyen alanda çalışma yoktu, yapılmazdı. Bizim 1979’dan 1986’ya kadar yaptığımız yepyeni bir şeydi. Alana inip çalışmaya başladık.

İSRAİL SENTETİK BİR MİLLET

Enver Sedat’ın “Araplarla İsrail arasındaki çatışmanın yüzde 70’i psikolojiktir” sözü doğrumuymuş peki? Nasıl bir sonuca vardınız?

Bu çalışmaların sonunda bu sözün doğru olmadığını öğrendim. Yüzde 99 diye bir oran vermiş olsaydı doğruyu söylemiş olurdu.

Çok büyük bir oran değil mi bu?

Savaşlar psikoloji nedeniyle ortaya çıkmaz. Ancak bir savaş ortaya çıktığı veya iki büyük grup arasındaki çatışma kronikleştiği zaman, politikaya, orduya, ekonomiye, hukuka, her şeye psikoloji ile bulaşıyor. Ve bu büyük bir direnç yaratıyor. Rekresyona giriyor toplumlar ve kendi kimliklerini korumak için mantık dışı şeyler yapıyorlar. O yüzden kronik çatışma içinde olan toplumların psikolojisini anlamadan diplomatik çözüm bulmak imkansız gibi olur. İsrail ile Filistinli Araplar arasındaki durum hâlâ bu.

Bunu biraz açabilir misiniz?

İsrail sentetik bir millet.

Tıpkı Amerika gibi?

Evet. Sağdan soldan birileri geldi bir millet oldu. Bunu biliyorlar, ben söylemiyorum ha sakın yanlış anlaşılmasın, bunu bizzat gördüm, İsrail’in kuruluşunun 50’nci senesinde bu ülkedeydim, beni davet ettiler, merasimler için, bu saptamayı kendileri konuştular. Rusya’dan 1 milyon Yahudi gelmiş, 80 bin siyah Yahudi var ayrıca. Onların tek bir millet olmak için bir düşmana ihtiyacı var. Çünkü paylaşılan bir düşmanı olanlar hep beraber olurlar. Bu çok önemli. Bunu anlamadan İsrail’in neden böyle kronik işler yaptığını açıklamak mümkün değildir. Çünkü en altında bu büyük direnç yatıyor barışın. Buna karşın Filistin ne yapıyor? “Dünyada en büyük yaralanmış millet, en büyük mazlum millet biziz!” diyor. Sen eğer mantıki olarak ortada mazlumiyet yoksa daha rahat edersin değil mi? Ama o zaman ne oluyor? Kimliğini kaybediyorsun. Onun için devamlı dayak yemek için bir şeyler yapıyorlar. Anlatabildim mi? Devamlı bir bomba atarsın, bir füze atarsın, İsrail gelir seni bombalar. Yukarıdaki iki tarafın psikolojisi birbirini destekleyerek çatışmayı çok kronik bir hale getirmiş.

En son Kudüs’ü paylaşalım önerisi gitti İsrail’den... Hemen arkasından dört İsrailli asker öldürüldü...

Evet. Onun için bu mesele çözülemiyor. Aynı şekilde Kürt meselesinde de 30 sene oldu. En sonunda bu psikoloji ortaya çıkıyor her şeyi paramparça ediyor. Ama neyse ki oraya gelmedik Allah’a şükür.

Kürtler ve Türkler bir arada yaşamaya alışmışız, ayrılamayız

Peki Kürt meselesinin yüzde kaçı psikolojik hocam?

Her gün daha da fazlası psikolojik.

Yani daha zorlaşıyor çözmek?

Evet. Çünkü Türkiye’de bugün herkes hangi etnik gruba ait olduğunu hemen her gün farkında. Ama orada kaldı neyse ki daha fenalaşmadı. Ancak daha fenalaşmasının önünü almak, bu gidişi durdurmak gerekiyor. İşte bizim Ekopolitik Derneği’nde Kürt, Türk, ülkücü, solcu kanaat önderleriyle yapmaya çalıştığımız bu...

Peki hocam her gün psikolojik nedenler daha da fazlalaşıyor dediniz...

Evet. Psikolojik nedenlerle savaşa girmezsin ki! Dünyada bir dolu sorun var. Onların biriyle başlıyor sorun ama sorun derinleştikçe, kronikleştikçe bu büyük grup kimliği her yeri boyuyor. Artık bir numaralı şey büyük grup kimliğini korumak oluyor. Tıpkı Filistin’de olduğu gibi...

Yani Kürtler de artık büyük grup kimliğinin farkındalar Filistinliler gibi...

Evet. Daha çok farkındalar. Ama daha başka yerlerde olanlar henüz Türkiye’de olmadı Allah’a şükür.

Ama Cumhurbaşkanı’nın size dediği gibi 20 yıl önce daha kolay çözülürdü, artık daha zor, öyle mi?

Onu öyle düşünmek yerine bir şey yapılması gerektiğini düşünmek daha iyi. Bu yüzden Ekopolitik’in yaptığı gibi çalışmaların gelişmesi lazım... Ekopolitik’in başlattığı süreç tahminimden çok daha hızlı, çok daha güzel gidiyor. Mesela gittikleri yerlerde valilerle konuşuyorlar. İşte buna ağaç modelinin dalları diyoruz. Bu süreci bozmak bir felaket olur. Mesela şimdi Hakkari ve Mersin’de toplantılar oluyor. Bu toplantılarda konuşulan önerilere, fikirlere sahip çıkıyorlar. Çünkü birbirlerini anlıyorlar artık. Mesela geçenlerde en büyük milliyetçiler gitmişler Hakkari’ye... Kürtler’le beraber bir düğüne katılmışlar. Ne güzel... Taş atan çocuklar konusunda önemli adımlar atıldı, biliyorsunuz. Hakkari’ye giden Ekopolitik ekibi içinde Dr. Ayla Yazıcı da vardı. Ayla Hanım bir psikoanalist. Taş atan çocukları inceledi. Önemli olan şey şu; siz bu çocukları bir düşman gibi, fena çocuklar olarak algıladığınız zaman onlara vereceğiniz cevap başka, bu çocukların polise taş atarak psikolojik bir oyunla “canlı” kaldıklarını algıladığınız zaman vereceğiniz cevap başka... Eğer bunu anlatabilirsek toplumda fikirler değişir. O zaman Hakkari’deki insanlar bu çocuklarla başka türlü bir iletişime geçer.

Sabırlı olmak gerekiyor yani?

Evet. Başka türlüsü mümkün değil. Yoksa öldürüyorsun birbirini... Ama tabii 30 yıllık süreci beş dakikada halledebilir miyiz? Hayır.

Peki Kürtler ve Türkler ayrılır mı?

Hayır. Çünkü tarihe bakıyorum, yüz yıllardır, bin yıllardır bir arada yaşıyoruz. Başka türlü bir süreç bu. Bir imparatorluk vardı. Herkes bir arada yaşıyordu. Tabii ki kavgalar oldu ama alışkanlık var. Biz bir arada yaşamaya alışmışız, ayrılamayız. İsrail ve Filistin gibi olmadık, Kuzey İrlanda gibi olmadık... Türkiye’de yeni yeni Kürtler mazlum olduklarını sezip söze koyuyorlar. Şeyh Sait isyanını onların mazlumiyetinin bir sembolü olarak görmeye çalışıyorlar. Bu yavaş yavaş gelişiyor. Ama daha gelişmedi. Onu durdurmak lazım. Onun için Ekopolitik gibi sivil toplum kuruluşlarının yaptıklarını desteklememiz lazım. Hem medyanın hem hükümetin desteklemesi lazım. Toplumun süreçlerini değiştirmek lazım.

Cumhurbaşkanı çok önemli bir rol oynayabilir

Sizin Ekopolitik Derneği ile bir araya gelmeniz nasıl oldu?

Beni Türkiye’de bilen yoktu, Türkiye’de çalışmış biri değildim. Dünyada başka çatışmalı yerlerde çalışmıştım. 2006’da Bahçeşehir Üniversitesi’ndeydim. Ekopolitik’in toplantılarına gittim, onları tanıdım, böyle başladı. Gidip geldikçe dedim ki, “Her türlü düşünen insanı, yani dindar, milliyetçi, Türk, Kürt toplayabilir misiniz?” “Evet” dediler ve gerçekten de bunu yaptılar. Ben dışarıdan geldim. Bunların birkaçını tanıyorum, birakçının ismini duymuşum, gerisini tanımıyorum. Ama ne yapıyorum? 30 seneden beri çatışmalı yerlerde çalışıyorum ve dışarıdan geldiğim için bu insanların arasındaki konuşmaları idare edebiliyorum. Başlarına aralarından birini koysanız olmaz, çünkü hemen iş politikaya dönüşebilir. İşin içine politika girince olmuyor. Onun için ben şuna karar verdim, kimse politika konuşmayacak. Hakikaten de konuşmuyor. Ve ben idare edeceğim konuşmaları. Uzun konuştuğunuzda size “Dur!” diyebileceğim. Hepsi bunu kabul etti. Benim bütün yardımım bu. Mucize oldu. Bu insanlar başladılar birbirlerini dinlemeye, anlamaya... Aman Allahım görseniz ne yanlış fikirler! Biri “Kürtler, politik toplantı yaptığı zaman Türk bayrağı asmazlar” diyor. İnanmış ona... Gazeteler de aynı aktarım içinde tabii. Buna inandığı için, onun için bu gerçek olmuş. Buna biz psişik gerçek diyoruz. Psişik gerçek, gerçek gerçek değil. Ama onu diğerleriyle konuşturduğun zaman, bakıyorsun ki psişik gerçek, gerçek değil. Asıl gerçeği öğreniyorsun. Böyle bir süreç başladı. Mesela “Bunlar ülkeyi bölecekler” diyorlardı. Bir bakıyorsun ki orada Öcalan’ı tanıyan bir Kürt var, o öyle şeyler söylemiyor... Ekopolitik bu konuşmaların hepsini bastı. Belki biraz benim Türkçemi düzeltiyorlar, o kadar. Bu konuşulanları, yapılanları herkes okuyabilir. Ne oldu? Bir yıl ya da 6 ay önce bir toplantıdaydık, bir şaka yaptım, “Ya” dedim “Bu resmi bir toplantı olsa ne Kürt sorunu kalır ne bir şey.” Herkes ciddiye aldı. Ama gerçeklik payı çok yüksek. Her şey için anlaşılıyor. İstedikleri çok basit şeyler çünkü. Bölünmek, ayrılmak değil.

Peki ne?

Herkese özsevgiyi vereceksin, kimseyi aşağılamayacaksın. Sen dersin ki “Ben Kürdüm”, “Tamam bana ne!” Sen dersin ki, “Ben Kürdüm ve Öcalan’ı istiyorum.” “Benim Öcalan’la ilişkim yok, olsun da istemem ama senin varsa bana ne!” Anlaşıldı mı? Sen dersin ki “Ben dine inanırım. Orucumu tutarım.” “Bana ne!” Sen dersin ki, “Ben oruç tutmuyorum. Sana ne!” Bu şekilde bir demokrasi lazım. Herkes özgür olmalı. Demokrasi odur. Yüksek seviyede gelişmiş, rekresyon içinde olmayan bir toplum odur. Oraya yükseltmek lazım demokrasiyi. Yavaş yavaş olacak bu...

ÖZSEVGİYİ ARTIRMAK LAZIM

Hazmede hazmede gidilecek yani?


Evet. Mesela ben Ekopolitik’in bu çalışmalarına Cumhurbaşkanı’nın ilgi göstermesini çok sevindirici karşıladım. Çok büyük bir şey bu. En son biliyorsunuz, 17 kişiyi birden aldım yanıma Ekopolitik’ten, birlikte ziyaret ettik. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın Ekopolitik’in ne yaptığını yakından görmesinin önemli olacağından emindim. Üç saat boyunca herkes konuştu. Cumhurbaşkanı herkesi dinledi, notlar aldı ve gerçekten ben sezdim ki, Cumhurbaşkanı bu konuda çok içten, bir şeyler yapılması gerektiğini istiyor. Bizim de samimi bir şekilde neler yaptığımızı gördü. Dedim ki, Ekopolitik’e, aynı şeyi sorumlu Kürtler’le de yapabilirsiniz. Bizim yaptığımız; gayriresmi bir sivil süreç olarak, Türkiye’de ayrımcılığın ve çatışmaların önlenmesi için, bilhassa aşağılanma duygusunu ortadan kaldırıp özsevgiyi yükseltecek önerilerde bulunmak.

Nasıl?

Ben bütün çalışmalarımda bir teknik geliştirmiştim. Bu teknik psikoanalitik teknikten örnekler kullanıyor. Ben öneri vermem, çünkü ne bileyim senin ne istediğini. Ben sana yardım ederim ki daha gerçekçi bir çözüm bul. Yaşamın için sen seç ne istediğini ama daha gerçekçi olsun, daha uyumlu olsun. Ama ben sana ne yapacağını söylemem, sana söylesem, tavsiyede bulunsam beni dinler misin? Hayır. Bu toplantılarda da katiyen öneride bulunmuyorum. Çünkü biliyorum ki kimse kabul etmez. Ama ne yapıyorum, diyelim ki, bir milliyetçiden öneri çıkıyor, bir Kürt bunu sevmiyor. Ya da bir Kürt öneride bulunuyor Türk bunu sevmiyor. Öneriler ortaya çıkıyor. Ne oluyor, bazı önerileri paylaşıyorlar. Paylaşıldığı zaman bir öneri herkesin önerisi oluyor. Böylece kimse aşağılanmıyor. Mesela diyelim ki, Kürt köyleri var. İsimlerini değiştirmişler. Yeniden eski isimleri verilebilir. Hiçbir Türk bu öneriye “Hayır” demiyor. “Tabii canım” diyor. Yani eğer o öneri hayata geçirilirse hiçbirinde aşağılanma duygusu ortaya çıkmaz.

Peki Cumhurbaşkanı ne yapabilir?

Cumhurbaşkanı’nın Kürtler’de özsevgiyi artırmak için yapacağı çok şeyler var.

Mesela?

Mesela giderim de bir köye bir şey derim ya da birini kucaklarım, ne bileyim! Ondan başlamak üzere neler yaparsınız. Mesela bir Kürt arkadaş dedi ki, Türkiye ile Irak arasında bir sınır var değil mi? Sizin evinizden 15 dakika ötede ama Türkiye dışında amcanız, halanız var. Onlara gitmeniz için 350 kilometre yol kat etmeniz, izinler almanız lazım. Diyelim ki o köyün yanında bir sınır kapısı açılırsa halk rahatlar. Çok basit. Türk milliyetçilerinin hiçbiri buna bir şey demiyor. Böyle küçük şeyler yapılabilir.

Abdullah Gül’de bu sorunları çözebilecek onarıcı bir lider özelliği de görüyor musunuz?

Onarıcı lider bir teknik kelimedir. Ben Gül’ün hayatını incelemiş değilim, o yüzden bunu söyleyemem. Ama Gül’ün karakteri buna uygun. Ebeveyn gibi, herkese karşı yumuşak, tatlı, hürmetle konuşuyor. Onun kimseyi aşağılamadan bir şeyler yapmasının çok mümkün olduğunu sezdim. Bu süreçte çok çok önemli bir rol oynayabilir.

Kaynak: Vatan Gezetesi

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Politik Psikoloji Haberleri