Ahmet Turan Alkan / Aksiyon Dergisi
Mutlak mânâda Türkiye’de basın hürriyeti kavramının geçerliğinden söz etmek, en azından tartışılır bir iddiadır. Bana göre, Türkiye’de basın hürriyeti vardır.
Bu kanaate varmamın sebebi, PKK’nın Kandil’de yerleşik lideri Karayılan’ın verdiği Türkiye aleyhtarı beyanatın, geçen hafta içinde Türk gazetelerinde yayımlanması idi. Aynı günlerde BDP’nin eşbaşkanlarından Aysel Tuğluk’un, Taraf gazetesi yazarlarından Yasemin Çongar’a yazdığı açık mektubun da tam metin hâlinde yayımlanması basın hürriyetinde nerede olduğumuzu göstermesi bakımından önemliydi.
Bunlar tekil örnekler değil. Özellikle Kürt meselesi üzerinde bir görüşü olan herkes Türk medyasında kendine rahatlıkla yer bulabiliyor. Kısa bir süre önce tabu sayılan konular, özellikle hükümeti, devleti, aksi görüş sahiplerini son derece sert üslupla eleştiren görüşler, bugün şaşırtıcı bir şekilde söylenip yazılıyor. Bu bakımdan bir korku eşiğini aştığımızı ve serbest söz söyleme ve daha önemlisi fikir belirtirken endişelenmek noktasında psikolojik sınırları aştığımızı düşünüyorum. Bundan şikâyetçi değilim. Halkının erginliğine güvenen kamu idareleri, söze ve fikre yasak engeli çıkarmazlar. Türkiye’nin bu alanda kendine güvenmesinden memnunum.
Bu durum, hassaten Kürt meselesi söz konusu olduğunda manidar bir asimetriye uğruyor. PKK’nın silah kullanarak siyaset yapmak konusunda geliştirdiği gelenek ve kabiliyeti, sadece Türk güvenlik güçlerine veya sivil hedeflerine değil, aynı zamanda Kürt halkına karşı da çok ciddi bir tehdit oluşturuyor. KCK yapılanması, bir yönüyle Kürtlerin siyaseti tabana yaymak konusunda geliştirdiği organik bir teşkilat gibi sunulurken öte yanda Kürtlere yönelik bir sansür veya baskı aracı olarak fonksiyon buluyor. Başta PKK olmak üzere paralelinde vücut bulan sair örgütler Kürt toplumu üzerinde ağır bir baskı teşkil ediyorlar; bu baskı hem vicdânî ve fikrî, hem de fizikî boyut taşıyor. KCK ve benzerlerinin “Gerçekleri ancak bizim ağzımızdan ve yayın organlarımızdan izleyebilirsiniz” yollu baskıları, aslında Kürt toplumuna güvensizlik duyduklarını da gösteriyor. Asimetri işte buradadır: PKK, BDP, KCK ve benzerleri, kendi haber organlarında çok sıkı bir otokontrol, hatta sansür uygularken, Türk medyasının geliştirdiği basın hürriyetinden azami derecede yararlanıyorlar.
Çelişki, Aysel Tuğluk’un Taraf’ta yayımlanan mektubunun, gazeteyi onurlandırma bâbında kaleme aldığı bir ibâresinde olanca açıklığı ile ortaya çıkıyor. Diyor ki Tuğluk: “Sağ-muhafazakâr basını (yandaş diyorlar) artık okumuyorum. Onurunu koruma çabası içinde olan Kürtlere de okumamalarını salık veriyorum.”
Kürtlere, Türk basınının en azından yarısını “salık vermeyen” Tuğluk’un, edebî mektubunu Churchill’e izâfe edilen, “Savaş zamanı, hakikât o kadar kıymetlidir ki, yalanlardan bir duvarla korunur” prologuyla süsleyerek başlayıp neticede, “Savaşın ilk şehidi hakikattir” epiloguyla sona erdirmesindeki derin mizaha ayrıca dikkat çekmek gerekiyor.
Hakikat ancak partili önderlerin, örgüt liderlerinin inhisarında olan bir şey midir bu durumda? Asimetri böyle bir şey değilse nedir? Kürtlerin fikrine ve vicdânına silahların gölgesiyle baskı kurmak değil midir?
Meseleyi garip bir şekilde çözümsüzleştiren biraz da bu asimetrik zihnî dikta eğilimleridir. Taraf gazetesi yazarı Orhan Miroğlu, Aksiyon’un geçen haftaki sayısında bu durumu, çok berrak bir tarzda değerlendirerek şöyle diyor: “Kürt toplumu kendi meselesini henüz tartışamıyor. PKK’yı tartışmak istediğinizde ‘İyi ama zamanı değildir’ deniyor. Kürt toplumu, PKK’nın çizdiği siyasi rotaya muhalefet eden çizgiye gelemedi. Kürt sivil toplumu ve aydını zayıf. Güçlü bir sivil Kürt toplumu veya aydın sınıfı olabilseydi PKK da daha olumlu bir yerde olurdu. Şiddet arzusu o toplum içinde gelişkin olmazdı. Şiddet artık Kürt toplumunda bir güvence gibi görülüyor. Şiddetle ilgili bir tecrübe geçirmeyenler bile, silahlı mücadeleyi güvence gibi görmeye başladı.”
“Kürtler böyledir de Türkler çok daha akıllıdır” demeye getirmiyorum elbette. Milliyetçiliğe dair kendimce fikrederken şu gerçeğe dokundum ve fark ettim ki akılsızlık bütün kavimlere eşit miktarda dağıtılmış bir haslettir ve akılsızlıkları birbiriyle tokuşturmak doğru değildir. Şimdilerde –modern mânâda- Kürtlük şuurunun kendini idrâk devrini yaşıyoruz. Aynı evreyi Türkler, takriben yarım asır önce geçirdiler ve bu esnada edindikleri ergenlik sivilcilerinin derin izleri hâlâ kaybolmuş sayılmaz. Orhan Miroğlu’nun tespitleri bu bakımdan değerlidir; çünkü durumun sosyolojik kesitini gösteriyor. Kürtler için milli şuurun oluşum sürecini kazasız-belasız tamamlamak, aklı başında insaf sahibi Kürt önderlerinin boyun borcudur; fakat şiddete bu kadar ittika eden ve inanan bir topluma, ilim ve hikmetin sesini duyurmak da kolay değil.
Acı çekerek herkes öğrenir...