Güneydoğu'da boşaltılan köylerden kente göç eden ailelerin çocuklarını araştıran Doç. Dr. Serra Müderrisoğlu, bu göçün çocuklarda yarattığı travmayı gördü. Müderrisoğlu, işsizlik nedeniyle eve para getiremeyen babaların aile içindeki itibarının nasıl sarsıldığını tanıklarıyla belgeledi.
Yaklaşık 10 yıldır Diyarbakır'da 'göç mağduru çocuklar'la ilgili çalışmalar yapan Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serra Müderrisoğlu, tanıklıklarını Akşam gazetesinden Burcu Bulut’a anlattı.
'Diyarbakır'a 1990 başlarından itibaren, boşaltılan mezralardan, köylerden çok hızlı bir iç göç oldu. Bu da beraberinde çok ciddi bir yoksulluk artışı getirdi. Ailelerin şehre tutunabilmesi zor oldu. Çocuklar ister istemez, sistemin bir parçası oldu, eve para getirebilmek için çalışmak zorunda bırakıldı” diyerek o dönemin fotoğrafını çeken Müderrisoğlu, bu göçün ailede, çocuklarda yarattığı travmayı detaylarıyla gözler önüne serdi.
- Güneydoğu'da çocuk olmak zor mu? Diğer bölgelere göre daha mı farklı?
Çok zor ve çok farklı. Çünkü Türkiye'nin diğer bölgelerine nazaran çatışmalı bir bölgede doğuyorsunuz. Şunu fark etmemiz gerekir. Orada bir savaş yaşandı ve bu savaşın birçok boyutu var. Olaya sırf politik açıdan bakmamak lazım. O bölgede yaşayan kişilerin güvende olmama hissinin, bireysel yaraların, kayıpların ötesinde, bence en önemli sorun 'Fırat'ın batısı”nın tanınmamasıdır.
- Çocuklar bu durumdan nasıl etkileniyor?
Çocukların yaşantısı da ister istemez, anne-babanın geçirdiği süreçten ciddi bir şekilde etkileniyor. Anne-baba daha kendi yaşadığı travmaları toparlayamamışken, çocukların sağlıklı bir şekilde büyümesi mümkün olabilir mi? Çocuklar çok gergin bir ortamda doğup, büyüyorlar. Hala sağlıklı, bir kimlik politikasının uygulanmaması en büyük sorunlardan biri. Kürt sorunu var mıdır, yok mudur adını bile adam gibi koyamadığımız bir noktadayız. Güneydoğu ciddi şekilde bir dışlanma içinde. Çünkü yaşanan travmatik olaylar bir türlü görülmüyor, kabul edilmiyor. Bu da kişilikler üzerinde ciddi kimlik sorunları yaratıyor.
- Zorunlu göçe maruz kalan kaç aile var?
1990-2003 yılları arasında zorunlu göç (köy ve mezralarda) yaklaşık 4 milyon insanı etkiledi. Üç bin 500 köy boşaltıldı. Mesela Diyarbakır'da yapılan bir araştırmaya göre ortalama hane büyüklüğü 7 kişi. Bunun yarısından fazlası çocuk. Doğum oranı her geçen gün arttığı için zorunlu göç mağdurlarının net sayısına ulaşmak bugün çok güç. Ama doğan her çocuğun göç mağduru olarak dünyaya gözlerini açtığını söyleyebiliriz.
Laboratuvarı Diyarbakır
Klinik Psikolog Doç. Dr. Serra Müderrisoğlu Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim üyesidir. Doktorasını ABD'de Boston Üniversitesi'nde yaptı. Bir sivil toplum kuruluşu olan Çocuklar Aynı Çatı Altında'da (ÇAÇA) danışmanlık da yapan Müderrisoğlu, 2001 yılından bu yana Diyarbakır'da çalışmalar yapıyor. 'Göç Mağduru Çocuklar' araştırma konularından biri.
Babalık figürü ağır darbe aldı
- Peki Güneydoğulu çocukların ruhsal ve fiziksel durumuyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Süregelen tartışmalardan ne ölçüde etkilendiler?
Diyarbakır örneğinden gidecek olursak, kente 1990 başlarından itibaren çok hızlı bir iç göç oldu. Bu da beraberinde çok ciddi bir yoksulluk artışı getirdi. Ailelerin şehre tutunabilmesi zor oldu. Şehrin onlara sağlayacağı imkanlar limitliydi. O yüzden de çocuklar ister istemez eve para getirebilmek için çalışmak zorunda bırakıldı. 2001 yılından beri Diyarbakır'a gidiyorum. Müthiş sayıda çocuk sokakta. Okula gitsin ya da gitmesin ama mutlaka çalışıyordu. Maalesef devletin de yardım edici bir mekanizması olmadı. Hem insanlar çok travmatik bir şekilde yurtlarından, bölgelerinden oldular hem de yeni gittikleri yerlerde onları yakalayabilecek, tutabilecek, sağlıklı bir şekilde adapte olmalarını sağlayacak, ne bir sistem ne de benzeri bir mekanizma ile karşılaştılar. Çocukların bu durumdan etkilenmemesi tabii ki mümkün değil!
- Peki göç mağduru çocukların bu durumu, ebeveynleri nasıl etkiledi?
Çocuk aile içerisinde onlarla etkileşerek büyüyor. Göçler ve ekonomik koşullardaki zorlanmalar, özellikle 'babalık rolüne' çok ciddi zararlar getiriyor. Annenin aileyi çekip çevirmesi, çocuğa bakması, kadınları ayakta tutan bir şey olabiliyor. Ama erkeğin evine para getirememesi, babalık rolünün erimesine, yok olmasına neden oluyor ki, bu babalık figürü üzerinde çok ciddi travmalar yaratıyor. Bu sırada çocuklar her şeyi sineye çekmek zorunda kalıyorlar.
- Güneydoğu'daki çocuklar için 'eve para getiren, aile yaşamının teminatı' algısı var. Çocuklar okula gidebiliyorlar mı?
Belli bölgelerdeki çocukların durumunu daha fazla inceleme imkanı buldum. Çocukların okuldan çekilmeleri sadece çalışmak zorunda kaldıkları için olmuyor. Hiçbirimiz kendimizi başarısız hissettiğimiz bir ortamda kalmak istemeyiz. Eğitim sistemi çocukları eğitimde tutacak noktada değil. Çocuğun okulda yakalayamadığı akademik gelişimi, okul dışındaki aktivitelerle desteklemek gerek. Yaş büyüdükçe okula gitme oranı azalıyor. Özellikle kız çocuklarının okula gitmemesi acı bir gerçek.
Ağlayan çocuktu militan oldu
- Bu çocuklar öfkeli mi sizce?
Yaşıtları gibi oyun oynamak yerine, çalışıyorlar. Diğer yandan bölge koşullarının etkisiyle küçük yaşta politikleşmeye başlıyorlar. Güneydoğu politik bir alan oldu ve çocuklar bir şekilde politikanın bir parçası haline geldi. Bir kısmı kendi seçimiyle bir kısmı mecburen. Aile içinde duydukları hikayeler çocukların zihinlerinde ciddi izler bırakıyor. Bu duygular biriktikçe çocukların içindeki öfkenin büyümesi de çok doğal. Yaşadıkları ortam sağlıklı gelişmelerine müsait bir yer değil. Kamplaşmış bir ortamda yaşıyorlar. Çok hızlı bir şekilde çocuğun yetişkin ruhuna sahip olması hastalıklı bir durum. Böyle bir ortamda öfkenin daha küçük yaşlarda yeşermeye başlaması da çok doğal. Mesela taş atan çocuklara, tutuklandıkları andan itibaren, çocuk gibi davranılmaması buna en iyi örnek sanırım.
- Nasıl davranıldı peki?
Çocuklara 'sen zaten terörist bir grubun parçasısın, suçlusun' denildi. Sen o çocuğu mahkemeye o şekilde çıkarırsan, çocuğun öfkesinin had safhaya çıkması da normal değil mi? Ağlayan çocuk gitti yerine 'ben artık örgüt için bir şey yapmaya hazırım' diyen militan çocuk geldi. Devletin attığı adımlar da olayı çok kızıştırdı. Kimliğin tanınmaması çok temel bir sorun. 'Bu ülkenin vatandaşıysam, herkesin hakları gibi benim de haklarım korunmalı' diye düşünüyorlar.
- Son dönemlerde demokratik açılım kapsamında bir takım adımlar atıldı. Bunun yansımaları nasıl oldu?
Bu ilk kez denenen bir adım değildi. Daha önce de benzeri girişimler olmuştu. Ama ilk defa yöre halkında söylenenlerin gerçek olmasına dair bir inanç, bir istek vardı. Fakat maalesef hiçbiri olmadı. Dolayısıyla durum çok daha kötü oldu. Beklentileri yükselttikten sonra topun düşürülmesi çok kırıcı oldu. hem de çok.
'Sözde vatandaş' söylemi ağır geldi
- Güneydoğu'da sosyal bir ayrışma, kutuplaşma gördünüz mü?
Son zamanlarda çok fazla. İnsanlar nereye kadar sorunları sineye çekip devam edebilecekler? Artık gerçekten kalıcı ve sağlam adımlar atılması gerekiyor. Bir kere olayı, olayın ne olduğunu doğru teşhis etmezsek, hiçbir zaman ortak bir çerçevede buluşamayız. Olaya sadece güvenlik, ordu, PKK gibi dar bir açıdan bakmamak lazım.
- Gerçek sorun ne oradaki insanlar için?
Tanınma kimine göre bir numaralı nokta. Yani bir insanın Kürt olduğu için ekstra bir darbe yaşamaması gerekir. Ama bu muameleyi maalesef İstanbul'da sıkça çok görüyoruz. Sırf Doğu kökenli olarak görüldüğü için, belli ayrımcılığa maruz kalan kişiler var. Özellikle insanların ağzında batıda Kürtlere karşı artan ırkçı bir söylem var. 'Buraya geldiler, şehri bozdular' gibi. Bunu kime söylediklerinin farkında değiller. Karşısında bir Kürt de olabilir. En ciddi ırkçılık da ırkçı olduğunu fark etmeyen ırkçılıktır. Neden-niçinleri sormadan atılan adımlar, ortamı çok geriyor. Son yıllarda Ege sahillerinde artan olaylara, linç girişimlerine tanık olduk. Bundan 10 yıl önce bu olaylar yoktu.
- Sizce bölgedeki insanlar kendilerini ayrışmış hissediyor mu?
Batıda özellikle terörizmin dışında bölgede başka bir sorun yok gibi bir kanaat de oluşmuş durumda. Bütün sorun buna indirgenmiş. Bölge halkı anlaşılamadığını ve terörist gibi algılandığını düşünüyor. Bunun üzerine bir de kimlik üzerindeki bastırılmışlık duygusu da eklenince gerginlik artıyor. Birkaç yıl önce hatırlarsanız bu vatandaşlarımız için 'sözde vatandaş' söylemi çıktı. Bu söylem çok ağır geldi. Bizler bu sözleri unutabiliyoruz ama onlar asla unutmuyorlar.
Akşam Gazetesi