KURAMLARDA ANLAM BULAMAYAN VARLIK: İNSAN III

Volkan KUMAŞ

Kuramlar dünyasındaki yolculuğumuz üçüncü yazımızla devam ediyor. Her yazıda artan bilgi yumağı ve kavram karmaşası umarım takip etmenizi zorlaştırmamıştır. Hedefimiz bugün mutlu sona ulaşmak. Hadi şimdi sıradaki kuramımıza geçelim.

Varoluşçu Psikoloji felsefeyi de, sosyal bilimleri de, psikiyatriyi de etkilemiş etkili bir kuramdır. En önemli isimleri Rollo MAY ve Victor FRANKL dır. Bir tepki ve başkaldırı olarak ortaya çıkmıştır. İnsanın karşılaştığı en önemli sorunu, hem doğanın bir parçası olup hem de ondan bağımsız olarak yaşaması gerekliliğinin oluşturduğu ikilem olarak görür. Sorgusuzca dünyaya gelmek zorunda kalmayı “Atılmışlık”, gerçekleri kendinden uzak tutma veya gerçekleri görmemeyi “Kendini Aldatma” kavramları ile ele alarak farklı bir tanımlama yapmışlar ve kavram zenginliğine(!) bir katkıda varoluşçular yapmışlardır. Özellikle ikinci dünya savaşı esnasında esir kamplarında başından geçenleri kitaplaştırarak bir hayatı bizimle paylaşan FRANKL’ın hakkını teslim etmek gerekir.

Fenomenolojik Benlik Kuramının sahibi olan Carl ROGERS “Benlik” kavramını merkeze almış ve çalışmalarını “ben” hakkındaki düşüncelere odaklamıştır. Bunu yaparken fenomen/algısal alan kavramı üzerinden hareket etmiştir.  Benliğin fenomenolojik alanın bilinçli bir bölümü olduğunu söyleyerek hepimizi aydınlatmıştır. İki sorusu var ki hakikaten makul, kabul edilebilir ve gerçeklik değeri en üst seviyededir. Bunlar “ben neyim?” ve "ben ne yapabilirim?" sorularıdır. Sizde bu soruyu kendinize sorabilirsiniz. Sorun bakalım cesaretle cevap verebilecek misiniz?

İnsanı anlamak bu kadar mı çelişkili bir durum ortaya çıkarır. Bakar mısınız şimdi kimisi çevreyi, kimisi fizyolojik yapıyı, kimisi davranışları merkeze aldı. Gardner MURPHYDE biyososyal boyutu merkeze aldı ve ortaya Biyososyal Kuram çıktı. Bu kuram özünde biyolojik bir varlık olan insanın çevreyle olan ilişkilerini değerlendirir. Genetik, embriyoloji ve biyokimya ilkeleri ve bulguları Murphy’e göre bütün sosyal bilimlerin temelidir. Kişiliğin parçaların bir araya gelmesiyle ortaya çıktığını düşünür. Kişiliği dört yapısal alana ayırır ve bunları Fizyolojik eğilimler, Kanalizasyonlar, Koşullanmalar, Bilişsel ve Algısal alışkanlıklar olarak adlandırır. Kişiliğin üç ayrı dönemden geçerek şekillendiğini ifade eder ve bu evreleri de Global, Ayrımlaşma ve Bütünleşme evresi olarak üç ayrı alana ayırır. Bu sayede kimsenin çözemediği insanı çözer(!) ve basit ve anlaşılır bir şekilde bize de öğretir.

Bunca kuramın üstüne, Werthheimer, Ehrenfels, Müller, Koffka, Köhler,  Katz ve Rubin gibi büyük isimler davranışların amaçlı ve anlamlı olduğunu savunarak Gestalt Psikolojisi ni bizlere kazandırmışlar. Yetmemiş pragnanz yasası ve isomorfizm ile bu düşüncelerini desteklemişler ve insanı anlamlandırırken bu iki kavramı kullanarak bizlerin zihnini karmaşadan kurtarmışlardır(!). Bu kuramın en etkili isimlerinden biri de Fritz Perlsdir. Eski bir psikanalizci olması önemli bizim açımızdan önemli. Neden derseniz bilinsin ki oda daha önce ele aldığımız psikanalize ait pek çok bilginin geçerli olmadığını düşünüyor. Perls, içgüdülere güvenmeyi ve deneyimlerin keyfine varmanın önemli olduğunu söylüyor. Terapide, görsel, işitsel ve dokunsal temsil sistemlerini kullanan ilk terapistlerden biridir. Burada bir hatırlatma yapmakta yarar görüyorum. Karşıt görüşlerin aslında karşılıklı karşıtlıklar içerdikleri gözden kaçmasın. Aman dikkat. Beyin fırtınası dedikleri de tam anlamıyla böyle bir şey olsa gerek(!).

Biraz uzun bir yazı oldu farkındayım. Fakat bu kadar uzun bir geçmişi olan psikoloji ve bu alanda yapılan çalışmaları daha kısa bir yazıyla ele almak bana göre pek mümkün değildi. Yazımızın birinci bölümünde de belirttiğim gibi 20 tane kuramdan ya da daha farklı bir ifadeyle söylersek düşünce yapısından bahsettik. Bütün bu çalışmalar ve kuramlar sadece ve sadece insanı anlama çabalarının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. İnsanı anlamak görüldüğü kadar basit değil ve birkaç kavrama sığdırılabilecek gibi de görülmüyor. Üstüne üstlük bir kuramın doğru dediğine diğeri yanlış diyebiliyor. Dolayısıyla neyin doğru neyin yanlış olduğunu net olarak ortaya koymak da pek mümkün gözükmüyor. Ama siz derseniz ki ben anlarım. Tüm kuramlar ortada. Hepsini bilen insanı bilir diyeceğim. Ama bilinsin ki bu söylediğime ben bile inanmıyorum.