Haber Kaynağı Esra Açıkgöz/ Ali Deniz Uslu / Cumhuriyet / Dergi & HABER10.COM & AJANSLAR
İnsanlar tedirgin, olabilecekleri düşünmekten ve beklemekten yorgun. İşini kaybetmemek için dişini sıkıyor, hakaretlere kulak tıkıyor, düşürülen ücretlere ve kaybedilen güvencelere ses çıkaramıyorlar... Korkular saldırganlığa da yol açıyor, içe kapanıklığa da. Dr. Ejder Akgün Yıldırım krizle psikoloji arasındaki ilişkiyi, mağdurları ise yaşadıklarını anlatıyor...
İnsanlar tedirgin, olabilecekleri düşünmekten ve beklemekten yorgun. İşini kaybetmemek için dişini sıkıyor, hakaretlere kulak tıkıyor, düşürülen ücretlere ve kaybedilen güvencelere ses çıkaramıyorlar... Korkular saldırganlığa da yol açıyor, içe kapanıklığa da. Dr. Ejder Akgün Yıldırım krizle psikoloji arasındaki ilişkiyi, mağdurları ise yaşadıklarını anlatıyor...
Başbakanlık Merkez Bina’sı önünde bir elindeki silahı başına, diğerini kalbine dayamış orta yaşın üstünde bir adam duruyor, gözleri objektiflere çevrili. Herkes ağzından çıkacakları bekliyor. “30 yıl devlete hizmet ettim” diyerek başlıyor sözlerine, “emekli polisim. Kriz yüzünden yaptım”. Başbakanlığa yazılmış bir dilekçeyi uzatıyor. Emekli maaşıyla geçinemediğini, icra takibine düşen borçları bulunduğunu, borçlarının ödenmesini istediğini söylüyor... Tarih 2 Mart. Yoksulluktan böylesi bezip, işini garantiye almak adına hem kafasına hem de kalbine silah dayayan 50 yaşındaki Tuncer A. ikna ediliyor... Bu olaydan üç gün önce, 28 Şubat’ta Ardahan’da, iş bulamadığı için bunalıma giren, üç çocuk babası 45 yaşındaki İdris Yıldız, kendini asarak yaşamına son vermişti. İstanbul’da ise 3 Mart’ta bir İETT şoförü, borçlarını ödeyemediğini belirterek, Boğaz Köprüsü’nden atlamak istedi. Üç gün sonra, Pendik’te 54 yaşındaki bir işadamı, Kadir Mustafa Yönter, otomobili ile seyir halindeyken başına sıktığı tek kurşunla intihara teşebbüs etti. Direksiyon hâkimiyetini yitirdi, otomobiline bir minibüs çarptı, Yönter hayatını kaybetti. Geride kanlanmış bir intihar notu kaldı: “Bu işi saat 04.00’de bitireceğim. Artık dik duramıyorum”.
Polis, intihar nedenini araştırırken Yönter’in son zamanlarda ekonomik sıkıntı içinde olduğu ileri sürüldü... Dört gün sonra, 7 Mart’ta, bu sefer İzmir’de 45 yaşındaki işçi Ali Kayabaş sokaktaydı, hem de çırılçıplak. Deri işçisiydi, kriz yüzünden işten çıkarıldı, dört ay boyunca iş için çalmadık kapı bırakmadı ama bulamadı. Eşi rahatsızdı, ameliyat olmuş ve çalışamıyordu. İki çocuğunun eğitim masrafı için bankadan iki bin lira kredi çekmiş, ödeyemiyordu. Düşünüyor, düşünüyor, çıkış yolu bulamıyordu. Bir süre Kemeraltı’nda çimenlerin üzerinde oturdu. Derken üzerindekileri çıkarmaya başladı; montunu, gömleğini ve kot pantolonunu... Ayakkabılarını eline aldı, yollarda çırılçıplak yürürken, bir yandan da “Çocuklarım aç. İş istiyorum” diye bağırıyordu, “Ne yapsam olmuyor!”
Kayabaş, ifadesi alınıp serbest bırakıldı. “Çocuklarımın yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyorum” diyordu, “Onların eğitimi için bir böbreğimi satmak istiyorum. Birçok form doldurdum. Uyuyamıyorum. Hırsızlık, namussuzluk yapanlar adam yerine konuluyor. Bu memlekette yaşamak, ayakta durmak mucizelere bağlı. İnsan bazen ne yapacağını bilemiyor. Düşün, düşün, yumak haline geliyor. Çözemeyince de durum ortada.”
Bu görüntü daha akıllardan çıkmamıştı ki, 8 Mart’ta, Kocaeli’nde bir apartman çatısına çıkan 57 yaşındaki Murat K, “Kredi kartı borcumu ödeyemiyorum” diye bağırıp atlamak istedi. Aynı gün Antalya’da işten atılan bir kasap, Şahin Gürmez, 14 bin lira kredi kartı borcu yüzünden kapısına icra memurları dayanınca kendini bir odaya kilitleyip bıçakla intihara kalkıştı. 11 Mart’ta muhasebeci Yeliz Göksu’nun cesedi Beyoğlu’nda kaldığı otelde bulundu. Banyoya iple asılmıştı ve bir peçetede, “Borç batağından çıkamıyorum. Ölümümden kimse sorumlu değildir” diye yazıyordu.
Ekonomik krizin sonuçları mali çizelgelerden çıkıp, yaşamlarda derin yaralar açmaya başladı. Her gün onlarca kişi işsiz kalıyor. Daha geçen hafta Vodafone’da 260 kişi işten çıkarıldı, haberi alan çalışanlar fenalaştı, yatıştırıcı verildi, ambulanslarla hastaneye götürüldü... Toplu işten çıkarmanın ertesi gününde Plaza Eylem Platformu, işten atılanlar için Vodafone Plaza’nın önünde eylem yaptı. Gazetecilerin sayısı eylemcilerinkini geçiyordu, çünkü işsizlik gösterilecek bir şey değildi. Sokaklarda olmaları, yeni iş başvurularında da sorun çıkarabilirdi... Sadece onlar mı? İşini kaybetmemek için dişini sıkanların, hakaretlere kulağını tıkayıp çalışmaya devam edenlerin, düşürülen ücretlere ve kaybedilen güvencelere sesini çıkaramayanların sayısı da artıyor. Kriz, artık yeni korku mekanizması ve öyle gerçek ki... Üstelik giderek sertleşiyor. Sinirler de her geçen gün daha çok geriliyor, öfke artıyor, çaresizlik büyüyor...
Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) de buna dikkat çekmek için bir uyarı raporu hazırladı: “Ekonomik krizin ruh sağlığına etkileri ve çözüm önerileri”.
Kriz, bedenle ilişkili ruhsal bozuklukları, depresyonu, kaygı (anksiyete) bozukluklarını arttırabiliyor. Ruhsal sorunu olmayanlarda ruhsal bozukluğa yol açabiliyor ya da mevcut hastalıkları tetikliyor, belirtileri ağırlaştırıyor. Çünkü refah seviyesi, sağlık ve eğitime ulaşabilme, özgür ve güvenli ortam, alım gücü, nasıl bir evde ne şekilde yaşanılacağı, çalışma yaşamı, sosyal imkânlar... hepsi ekonomiyle bağlantılı...
TPD Koruyucu Psikiyatri Bilimsel Çalışma Birimi Uzman Dr. Ejder Akgün Yıldırım, “Araştırmalar” diyor, “ekonomik değişkenlerin -örneğin iş durumu, yoksulluk, sosyokültürel düzey gibi- ruhsal hastalıkların oluşumunda ya da iyileşmesinde belirleyici olduğunu gösteriyor.”
Risk grubunda ise, stres ile baş etme ve uyum sağlama becerileri zayıf olanlar var. “Ekonomik krizler sosyal yaşamda belirsizliğe ve kayıplara neden oluyor ve bireyin o güne kadar hesap etmediği alanlarda da belirsizlik yaratabiliyor” diyor Yıldırım. “Kriz demek temel ihtiyaçlar açısından güvensiz bir ortam demek. Geleceğe güvenin azalması, alım gücünde düşme, iş yaşamının kırılganlaşması vb nedenler sonucunda genel kaygı düzeyi artıyor. Bunlar çaresizlik, yetersizlik, karamsarlık gibi yüklü ve baş edilmesi güç duygulara neden oluyor. Böylece kırılgan bir ruhsal durum ortaya çıkıyor.”
Bu sorunları yaşayan bireyin çevresi de bundan etkileniyor. Yine de kriz döneminde ruhsal tedavi için başvuranların arttığını sanmayın. Tersine, ekonomik yetersizlikler nedeniyle azalıyor. “Ayrıca kişiler sorunları kendi içinde yaşama eğilimi gösterebilirler” diyor Yıldırım, “Sosyal sorunlar o kadar fazla olur ki kişinin kendi sorununu çözmeye vakti kalmayabilir. Bu nedenle başvurular bir zaman sonra artabilir. Şimdilerde üçüncü sayfa haberlerine yansıyan intihar ya da sosyal yıkımlar oluyor.”
Ruhsal hastalığı olanların krizden daha çok etkilendikleri de bir gerçek. İşten çıkarılanlar listesinde ilk onlar yer alıyor, daha zor iş buluyorlar. Peki, krizin yarattığı tahribat düşünülürse, nasıl bir toplum bekliyor bizi? Yanıt Yıldırım’dan:
“Doğada bir canlı temel ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa ve sağkalım sorunu ile karşı karşıya ise olağan tepkileri verememeye, sadece sınırlı tepkiler vermeye başlar. Dünya tarihinden de biliyoruz ki bu tür kriz dönemleri siyasal yapılarda da önemli sarsıntılara neden oldu. 1929 Büyük Buhranı dünyada faşizmin güçlenmesine zemin teşkil etti. Özgürlüklerin sınırlanması, korunma ihtiyacı, sosyal haklardan tavizler ve sermayenin korunması gibi olumsuz örnekler de çok. Öğrenilmiş çaresizlik, hep birilerine fayda sağladı. Yine de hakları yitirme durumu bilincini diri tutan toplumlarda hak arama çabasını da tetikleyebilir. Yani gerçeklik ile yüzleşme ve ona adapte olabilen çözümler üretme insanın becerisi dahilinde. Ümit edelim öyle olur.”
Sosyal destek şart
Dr. Yıldırım, insanların 2001 krizinde hesaplı hareket etmeyi öğrendiğini düşünüyor. Yine de bu krizden neler çıkacağını tahmin etmek zor. Devletin tavrı da krizin etkilerini arttırıyor. Sağlık ve eğitim hakkının metaya dönüştürülmesi, özelleştirmeler, sosyal güvencelerin azaltılması... “Krizlerde sadece sermaye merkezli değil, toplum ve emek merkezli önlemler de alınmalı” diyor, “toplumda güven duygusu arttırılmalı. Önlemler mutlaka insanca yaşamın gerekliliklerini kapsamalı. İş ve zorunlu sosyal desteklerin güvencesi çok önemli. Sosyal yardımlardan ziyade sosyal güvenceler daha gerçek. Örneğin çocukların gelecek güvencesini sağlamak, okul giderlerini yasalar çerçevesinde azaltmak ya da karşılamak çok daha yaşamsal. Ayrıca stresle başa çıkma yöntemlerinin, çaresizlik, yetersizlik ve karamsarlık duygularının geçici olduğunun bilinmesi ve sosyal dayanışmanın, ilişkilerin artması ruhsal etkilenmeyi azaltacaktır.”
Evet, bir kriz var ve Türkiye’yi teğet de geçmedi. Üstelik giderek sertleşiyor. Çalışanlar dişlerini sıkıyor, işsizler umutsuz, kaygılar sonsuz... Kriz ne zaman bitecek bilinmez ama bitse de kalıcı yaralar bırakacağı kesin...
İşsiz kalmaktansa susar ve çalışırım
Ö.G, 29 yaşında. Halka ilişkiler çalışanı. Şu an mecburen çalıştığı bir işi var! Çünkü krizin getirdiği işsizlik korkusu, horlanmaktan, sözle taciz edilmekten daha büyük. “Eğer işsiz kalırsam kiramı veremem, borçlarım da var, biterim” diyor. Patronları da bunun farkında, çaresizliği kullanıyor. Ö.G gücü yani parayı elinde tutanın en çirkin haliyle yüzleştiğini söylüyor. “Kriz insanların gerçek yüzünü ortaya koyuyor” diyor, “Acı ama gerçek; ben bir korkağım. Bunu mecburiyetten olsa da kabullenmek çok kırıcı.”
Tedirginliği her geçen gün büyüyor. Biliyor ki istismar artacak. Sözlü taciz dozunu arttırırken o hayata, öfkeyle tutunuyor. İşin içinde daha sert gerçekler var ama anlatmaya dili varmıyor... “Belki sonra” diyor, “Her şeyi göze alırsam ve korkumu yenersem. Parayı da bulursam. İşte o zaman korku ben olurum.” Ö.G. artık kimse ile göz göze gelemediğinden yakınıyor. Çok sinirli, pahalı olmayan sakinleştiriciler ve uyku ilaçları ile uyuyabiliyor. Bu durumun ne kadar süreceğini bilemediği için umutsuz.
Devrim Köksal: Köyüme döndüm...
Devrim Köksal, otomotiv öğretmeni ancak devlet kadro açmadığı için bir doğalgaz firmasında mühendis olarak çalışıyor, daha doğrusu çalışıyordu, çünkü artık işsiz. Nedeni malum. Üstelik işi varken, firmadaki son zamanları da kolay olmamış; gerilimli iş atmosferi, işyerinde boş duruyormuş gibi algılanma... “Bir ülkeyi kalkındıracak olan, işçi-emekçi kitlelerinizden tutun toplumsal anatomiye yayılan her bir insanınız, öğretmenleriniz, mühendisleriniz ve tabii ki sermayenizdir. Peki bu örgü ülkemizde ne kadar sağlıklı? Kapitalizmin çarptığı bir ülkede, bizi oluşturan ve Marx’ın bahsettiği tüm alt-üst toplum yapısıyla bu çarpılmışlığa maruz insanlardan biriyim” diyor. İşsizlik, parasızlık demek. Hele de İstanbul’da başını sokacak bir evin yoksa yaşamanın imkânı kalmıyor. O da köyüne, ailesinin yanına döndü. “Kriz yüzünden kendi gelirimle yaşamımı devam ettirme zorunluluğumu belirsiz bir tarihe erteledim. Bir insanın başkalarının ekonomisine bağımlı yaşamak zorunda kalması kadar psikolojisini kötü etkileyecek başka bir şey düşünemiyorum. Bu, makinelere bağlı bir yaşamı sürdürmekten farksız” diyor. Kısacası hayatı şu an, hayal kırıklığı, stres, psikolojik baskılarla dolu. Gelecek mi? “Ne bu halktan, ne de bu ülkeyi oluşturan hiçbir kurumundan ümitli değilim.”
Uğur Güç: Sanki sabıkalıyız...
Uğur Güç, Sabah gazetesinde grev yüzünden işten çıkarılanlardan. “Kriz teğet geçmedi doğrudan geldi ama bunu ağırlaştıran, krizi bahane edip insanları işsiz bırakmayı meşru görenler çok” diyor. “İnsanların işe geliş gidiş saatleri izleniyor. Yaptığınız işi masanızda telefonla yapmanız öneriliyor. Yani işveren, çalışanının mülkiyet hakkını istiyor, yaptığı işi değil. Peki ya gazetecilik masabaşı işi mi?”
Elbette işin doğasına aykırı bu yaptırım, bir yıldırma politikası. İnsanları umutsuzluğa sürüklüyor. Güç ve arkadaşlarının mücadeleden vazgeçmeye niyeti yok. İnsanların parasal ilişkiler yüzünden kaybettikleri sorumluluklarına üzülüyor, içine sindiremiyor. “İşten çıkarılmayan arkadaşlarımız selamımızı almıyor. Sanki sabıkalıyız! Otosansür ve korku çok yaygın. Çaresizlik insanları buraya getiriyor” diyor.
Giden mi kalan mı daha şanslı?
A.G. geçen hafta işten çıkarılan Vodafone çalışanlarından biri. Adını vermiyor, fotoğrafının çekilmesini de istemiyor. Çünkü iş başvurularında başına bela olacağından korkuyor. Şaşkın, dokuz yıldan sonra kapının önüne konulmasının nedenini sorguluyor; kızgın ama çaresiz. “İnsanlar” diyor, “aylardır bunun sonuçlanmasını bekliyorlardı, korku içindeydiler. Psikolojileri bozuldu. Belirsizlik insanı nasıl kemiriyor bir bilseniz. Giden mi, kalan mı daha şanslı bilemiyorum. Şimdi içerisi bataklık gibi. Olanlar için dava açılacaktır ama bunun geri dönüşü olduğunu sanmıyorum.” Camdan kendisini seyreden iş arkadaşları, objektifler kendilerine döndüğünde dağılıyorlar. Gözü camda anlatıyor A. G: “İşte insanları bu hale getirdiler.”
Öfkesi onlara değil, çünkü korkularını anlıyor. Yalnız, işten atılıp eyleme katılmayanları anlamakta zorlanıyor. Bu kadar çabuk kabullenmelerinin nedinini biliyor aslında: Burada görünürlerse başka bir iş bulma imkânları azalacak. Sistem korku, sosyal taciz ve baskı ile insanları çalıştırıyor. 2009’da istihdam yaratacağını söyleyen Vodafone’ın 260 kişi çıkarması yeni alınacak personele de ayağını denk al demek.