KOKU: ZİHNİN İŞARET FİŞEĞİ

Dr. Recai Yahyaoğlu

Kötülük kuyusundaki koku ağızlardan çıkıyordu…Kuyu adeta ince uzun bir boru olmuş ağızdan başlayıp bedenin en derin yerlerinden sıyrılıp geçerek çıkış noktasına kadar iniyordu… Hayat koku için çıkış ve iniş meridyeninde zamanın durduğu bir mekandı sanki…

Koku; koyu sisli bir ikindi vakti her yanı istila etmiş tüm heyecanlı anları adeta kayıt altına almak ister gibi oryantal kıvrımları sergilemeye çalışıyordu…Havada, denizde, ormanda, hayatın her yanındaydı… Kötülük kuyusu, kokunun içindeki oryantal kıvrımların içinde kaybolmaya bayılır gibiydi…

Koku, zihnin derinliklerinde her zaman en ilginç sokakları bir çapulcu edasıyla arşınlardı. Palamutun çokluğu nasıl ki kışı erken getirirse kokunun çokluğu da yazı erken getirirdi… Geçmişin kalın perdelerini aralar, bir gelinin duvağı gibi açılarak en güzel ve şık görüntüleri tekrar yaşadığımız zamana davet ederdi…

Koku; içindeki pürüzsüz okşanmamış ten ile öpülmemiş dudakları saklardı sanki…Koku, gelinin duvağından başlayıp dudağındaki ruja kadar ve bakireliğin asaletine değin her yanı heyecanla kuşatırdı…Gelin koku ve aşk olurdu…

Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında sadece koku kuru kalmayı başarırdı…İliklere kadar ıslananlar, politik konuşmaların hafifliğinden kaçanlar, gündelik dilin acizliğinden dert yananlar, gün batımlarının soluk renkleriyle hem hal olmaya adaydılar…

Hem hal olurken koku ile ses, ses ile dokunuş, dokunuş ile okşanma ve irkilme bedenlerin içinde canlanırdı…Duygular harekete geçer, bedenlerin içinden çıkıp farklı bedenlere girer ete kemiğe bürünmenin yanında koku, eylemin en önemli işaret fişeği olurdu…

Ezik insanın popüler insana değişiminde, güçlü olanın haklı değil fakat haklının güçlü olduğu zaman dilimlerinde, adaletini al da git denildiğinde kimsenin bulamayacağı mekanlara varırken kokunun azizliği ve kuşatmasında gidilirdi…

Acı tütün kokuları burun direklerini sızlatırken, ekran kuşağı gençler sanal alemin içinde yaşamayı tercih ederken hayatı kavrayamazlardı…Sonra ölümü isteyip ekran içindeki oyunlara karışmayı ve kokunun şah mat yapışını apışıp izlemeyi tercih ederlerdi…Abandıkları yerde kan kokusu vardı….

Kokunun aslında tercihleri ve genellemeleri yoktu…Koku bir kokarcadan da gelirdi, denizin kenarındaki yosundan da…Bu yüzden, kokunun korkulacak kadar kokmasına mani olmanın yanında, ben diyebilmek için biz demenin erdeminde ondan faydalanmayı bilmek gerekiyordu…

Koku her şeydi…Bir insanın parmak izi, hastalandığının belirtisi, diğer insanın ruh ikizi, ötekinin arşınladığı adımıydı…Yediği, biçtiği, estiği, gürlediği, köpüklendirdiği, renklendirdiği, anlamını verdiğiydi…Koku cennettendi…Ve güzel olanı sevdirilmişti…

Dr.Recai Yahyaoğlu

www.tamtip.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.