Kendinizi tabiatın kollarına bırakma vakti hl gelmedi mi?

Melda BEKCAN

Kabul edelim; bizler büyük şehir kuşuyuz, kanatlarımızı bile sonuna kadar açıp salınamayız, kilometrelerce mesafe öteye...

Bir değil… İki değil… O kadar çok kişi dile getirmeye başladı ki doğal hayata olan özlemini son dönemlerde, oturup ciddi ciddi düşünmeye başladım, modern görünümlü insanları köy yaşantısına çeken sebepleri.

Vee bu hafta Mavi Rüya’da sizlerle paylaşmak istedim, aklımdan geçenleri!

Öncelikle popüler isimleri analiz ederek başlayalım diyorum, ne dersiniz?

Mesela Serap Ezgü’den bahsedelim…

Televizyon ekranlarından aşina olduğumuz Serap Ezgü, kadın kuşağı olarak adlandırılan, hafta içi gündüz saatlerinde yaptığı programlarla duyurdu, geniş kitlelere adını.

Sunduğu son programın içeriği ise en az ismi kadar ağırdı; Suç ve Ceza!

İnsanların yaşadığı mağduriyetleri irdelemeye ve çözüm yolları bulmaya çalışan Serap Ezgü, hayatın zorluklarına karşı güçlü duruşu simgeliyordu, program formatı uyarınca.

Meydana gelen bir olaydaki suç nedenini tespit etmeye çalışıyor ve şikâyet edilen konuyu, enine boyuna konuşuyordu, stüdyosuna misafir ettiği konuklarıyla.

Oldukça sivri dilliydi ve yeri geldiğinde, sinirlendiğini belli etmekten kaçınmıyordu. Farklı televizyon kanallarında çalışmıştı, geniş kitleler tarafından takip ediliyordu.

Sonuç olarak göz önündeydi ve kadın kuşağının gözdesiydi…  

Ne yalan söyleyeyim hiç, hem de hiç tahmin etmezdim, Serap Ezgü’nün, programının bitmesinin ardından bir köy evine yerleşeceğini ve elinde çiftlik yumurtalarıyla objektiflere poz verirken, seçtiği yeni hayat tarzında mutlu görünebileceğini. Üstüne üstlük Suç ve Ceza’da ekrana yansıyan keskin yüz hatlarının, bu denli yumuşayabileceğini.

Demek ki olabiliyormuş!

Demek ki şehir hayatının getirdiği onca konfora rağmen her şey geride bırakılarak, tabiatın kollarında huzur bulunuyormuş.

Demek ki ağır yükümlülükler, belli bir süre sonra insanı hafiflemeye, kalabalıktan ve detay yığınından arınmaya itiyormuş.  Bence Serap Ezgü, ruhuna detoks yaptırma yolunu seçmiş.

Gelin biraz empati kurmaya çalışalım…

Farz edin ki sıradan bir günde, sıra dışı bir sıkıntı çöktü, üstümüze! Hani odada otururken, duvarların üstümüze üstümüze geldiği türden.

Evde elimizi neye atsak boğuluyor hissiyatına kapılıyor, bu sebeple bir an önce dışarı çıkmak istiyoruz.

Peki, bu durumda ne yaparız?

Hadi itiraf edelim; en yakın alışveriş merkezinin cazibesi çekmez mi bizi, taa kilometrelerce öteye? Ya da son dönemlerin gözde mekânlarının albenisi…

‘Zaten, filancanın yeni taşındığı mega kentteki gibi olsaydı bizim sitenin imkânları, canım sıkılmazdı işte’ kelimeleri dökülmez mi ağzımızdan, spontane!

Kabul edelim; bizler büyük şehir kuşuyuz, kanatlarımızı bile sonuna kadar açıp salınamayız kilometrelerce mesafe öteye…

Adını tam olarak koyamıyorum; bir nevi tutku ya da adrenalin bağımlılığı mı, bağlarımızı güçlendiren, şehirlerle?

Asfaltlar mı? Neonlar mı? Egzoz dumanı mı? Kaos mu? Trafik mi? Ne?

Öz benliğimize zulmettiğimiz için insanlığın teknoloji savaşında her şeyini kaybettiği bilim kurgu filmlerindeki sahneleri mi yaşayacağız, yakın gelecekte?

Of! Of! Düşündükçe işin içinden çıkamıyorum. Sizi bilmem ama benim tabiatın kollarına atılma vaktim çoktaan gelmiş de geçiyor!

İzninizle…

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.