Pazar SABAH / MÜJGAN HALİS
Prof. Dr. Kemal Sayar, terapinin pahalı, zor satın alınabilen bir tüketim maddesine, bir statü göstergesine dönüştürülmesinden rahatsız. Psikiyatristin görevinin hastayı onaylamaktan ya da çene çalmaktan ibaret olmadığını vurguluyor; terapistin kültürel ve toplumsal sorumluluğunun altını çiziyor.
Yeni kitabı Terapi-Kültürel Bir Eleştiri nedeniyle bir araya geldiğimiz psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Sayar, terapi kültürünü eleştirdiği kitabında Nişantaşı gibi lüks semtlerde terapi görmenin bir modaya dönüştüğünden yakınıyor. Toplumdaki kutuplaşmalara da dikkat çeken Sayar, bu türden gerilimlerin korku tacirlerinin işine geldiğini söylüyor. 'Asacaklar, kesecekler' endişesi taşıyan insanların da, caddede yürürken hakarete uğramış başörtülü kadınların da terapiye gittiğini belirtiyor.
DEPRESYONUN İLACI YARENLİK
- 2020'ye kadar depresyon dünyanın bir numaralı hastalığı olacakmış. Cidden durumumuz bu kadar kötü mü?
- Depresyonun en iyi ilacı olarak öneriniz de yarenlik-dostluk değil mi?
- Yarenlik, dostluk çok önemli. Hepimiz bir başkasının yüzünde kendimizi görmek istiyoruz. Bir başkası bizim hikayemizi dinlesin, biz onun hikayesini dinleyelim istiyoruz. Antidepresanlar leblebi gibi kullanılıyor. Çok basit şeylere dahi ilaç yazılabiliyor.
ODASI SIR GEÇİREN NAMUSSUZDUR
- Danışanlarının sırlarını deşifre eden terapistler var.
- Terapistin namusu bu odanın sır geçirmemesinde yatar. Odası sır geçirenler namussuzdur, bu mesleği bırakmaları gerekir. Bu odalardan hiçbir sırrın bir başka insana ulaşmamasıdır. İnsan burada konuştuğu şeyi eşiyle bile konuşmamalıdır.
- Yeni kitabınızda neden terapi teorilerini eleştirme gereği duydunuz?
- İnsanlar terapistlere gidiyorlar, terapinin dilini öğreniyorlar, mutsuzluklarının kaynaklarını kendilerince bulduklarını zannediyorlar ama mutsuzlukları yerinde duruyor. Gayet tahripkar bir terapinin sonucunda pek çok şeylerini kaybediyorlar. Bana bu kitabı yazdıran şey, insanların yaşadıkları yoğun hayal kırıklığıdır.
- Terapi almak bizim ülkemizde pahalı bir şeydir biliyorsunuz. Aslında bunu terapistler mi belirliyor?
- 1970'li yıllarda ABD'de geliştirilen bir slogan var: Zenginler için psikoterapi, fakirler için şok tedavisi, diye. İstanbul'da özellikle Nişantaşı civarında bu iş çok pahalı, çok zor satın alınabilen, hatta statü göstergesi olan, alınan şeyin tüketim nesnesi olarak başka insanlara gösterildiği bir şeye dönüştü. Nasıl pahalı bir çantayı bazı kişiler diğerine göstermek istiyorsa, gidilen bazı terapistler de övünç kaynağı olmaya başladı. Burada modern insanın her şeyi tüketim ideolojisinin bir parçası kılma tarafıyla karşılaşıyoruz. Gittiğimiz doktorlar bile bizim alım gücümüzün, statümüzün bir nişanesi haline getirilebiliyor. Halbuki insan terapiye ruhen çıplak olarak gitmeli ve kendi yaralarını göstermekten kaçınmamalı.
- Statü göstergesi olarak gidenlerin böyle gittiğini düşünmüyorsunuz.
- Bir kısım insanın orada gerçekten kendi olabildiklerini zannediyorum ama bir kısım insanın da tamamen kendilerini teyit etmek üzere, yaşadıkları hayatla ilgili onay almak üzere yahut çene çalmak üzere gittiklerini görüyorum. İçinde yaşadığımız kültürü, toplumsal gerçekliği ve içinden geldiğimiz tarihi önemsemeyen bir terapi ekolü insanı derinlemesine kavrayamaz. İnsan tarihe gömülüdür ve hepimiz tarihe aidiz. İyi terapistler olabilmek için içinde yaşadığımız toplumun kültürel kodlarını çözmeye gayret etmemiz gerekir. Hiçbir kültürel süzgeçten geçirmeden Amerikan mahreçli terapi ekollerini İstanbul sokaklarına ithal etmek, bizi hayatı Sex and the City'den ibaret zannetme kolaycılığına düşürebilir. Bu ülkede Nişantaşı veya Bağdat Caddesi'nin hemen arkasında çok daha farklı dünyalar var. Yoksulluk ve eşitsizlik var. Psikoterapi kişiyi sadece geçmişin baskılarından kurtarma iddiasıyla yetinemez, politik olanı terapi odasından kovamaz. Böyle yaparsa sadece statükonun bir taşıyıcısı haline gelir, tüketim ideolojisinin basit bir aygıtına dönüşür.
'Sevgilimi seç' diyenler var
- Terapi-Kültürel Bir Eleştiri adlı son kitabınızda ahlaki çelişkilere de dikkat çekiyorsunuz...
- Mesela bir genç kız geliyor. Diyor ki: 'İki tane sevgilim var. Bir tanesi çok zengin, fakat pek sevemiyorum onu. Diğer sevgilim ise daha fakir ama daha çok şey paylaşıyoruz. Ve terapiste aynen şunu soruyor: Sizce hangisini seçmeliyim?' Terapist odalarına ahlaki açıdan yüklü konular çok geliyor. Bir insan gelip size hayatınızın sırrını ifşa ediyor ve sizi bir kiralık kasa gibi görüp o ahlaki ikilemini sizin beyninize kilitleyip gidiyor. İlişki sorunları ve ilişkide sadakatsizlik özellikle metropollerde ciddi bir problem halinde. Boşanan bir kadın danışanımın bir sözünü hiç unutmuyorum: 'Kocamı multinational (çok uluslu) şirketlere kurban verdim,' demişti.