Osmanlı entelektüel tarihinin, hiç şüphesiz en büyük fikir adamlarından biri Katip Çelebi'dir. Prof. Hilmi Ziya Ülken, 'XVII. Yüzyıl Osmanlı fikir tarihinde (...) mümtaz bir yeri' olduğunu söylediği Katip Çelebi'yi, 'Garb'a [Batı'ya] çevrilmiş düşünceyi hazırlayan sağlam realist görüşe sahip' bir fikir adamı olarak niteliyor.
Bana göre, Çelebi için, 'realist' değil, 'rasyonalist' demek daha doğru olur. Çünkü Çelebi'nin öteki eserlerinin yanı sıra, Mizanü'l-Hakk fi İhtiyari'l-Ehakk'ı, Osmanlı düşüncesine rasyonalist bir dönüşüm edindirme bağlamında yapılmış en önemli katkıyı içerir. Mizanü'l-Hakk'ın ilk defa Tanzimat döneminin (Prof. Dr. Şerif Mardin'in deyişiyle) 'ilk rasyonalisti' olan Şinasi tarafından Tasvir-i Efkar gazetesinde, 1864 yılında tefrika edilmiş olması da, Şinasi'nin Katip Çelebi'ye karşı hissettiği entelektüel yakınlığın kanıtı olmak gerekir.
Kabalcı Yayınevi, Katip Çelebi'nin bu büyük eserini yakın bir tarihte yeniden yayımladı. Kitap, ilki rahmetli Orhan Şaik Gökyay hocamıza, ikincisi Prof. Dr. Süleyman Uludağ'a ait iki ayrı Türkçeleştirmeyi içeriyor. Gökyay, çevirisine 'En Doğruyu Seçmek İçin Hak Terazisi', Uludağ ise 'En Doğru Olanı Tercih Konusunda Hak Ölçü' başlığını yeğlemiş. Prof. Uludağ, ayrıca Gökyay çevirisinde bulduğu yanlışları da zikretmek gereğini duymuş (Ayraç içinde belirteyim: Bu etik bakımdan doğru bir tavır mıdır;- Gökyay'ın bu eleştirilere cevap verme imkanı bulunmadığına göre?)
Mizanü'l-Hakk'ın 'Giriş' bölümü Akli ilimlerin (Akla dayanan bilimlerin) gerekli oluşuna ilişkindir. Çelebi, Prof. Ülken'in de belirttiği gibi, İslam dininin felsefi ve akli ilimleri ('Yunan kökenli rasyonel bilimler') 'mutlak olarak hiçbir zaman reddetme[diğini], tam tersine, din ve felsefe ile aklı uzlaştırmaya çalış[tığını]' göstermeye çalışmıştır: Çelebi için, Şer'i ilimlerin, Akli ilimlere ihtiyacı vardır: Bu konuda geometri bilmenin şer'i hukukun Adalet ilkesine göre hüküm vermede ne kadar zorunlu olduğunu gösteren örnekler de verir: Hendese (Geometri) bilen müftü ile hendese bilmeyen müftünün fetvalarını karşılaştırır: 'Bir kimse boyu, eni ve derinliği dört zira bir kuyuyu kazmak için birini sekiz akçeye tuttu. O da boyu, eni ve derinliği iki zira olan bir kuyu kazdı; karşılığında dört akçe istedi. Fetva ettirdiler, hendese bilmeyen müftü dört akçe hakkıdır, dedi. Hendese bilen müftü, hakkı bir akçe, diye fetva verdi; doğrusu da budur, çünkü iki zira kuyu, dört zira kuyunun sekizde biridir, ücretin de sekizde bir olması gerekir.' (Ayraç içinde belirteyim: Gökyay, Katip Çelebi'nin bu örneği Molla Lütfi'den aldığını öne sürer: Gökyay, Molla Lütfi üzerine yazdığı risalede, 'hendese bilmeyen kadının hükmünde hata ettiği hikâyesin[e]' daha önce de bazı metinlerde rastlandığını, Molla Lütfi'nin de Taz'ifü'l-Mezbah'ında bu hikâyeyi tekrar ettiğini bildirir.)
Katip Çelebi'nin, Mizanü'l-Hakk'da sadece Akli bilimlerle değil, aynı zamanda sosyal bilimlerle de yakından ilgilendiği görülüyor. Çelebi'nin, Düsturü'l-Amel adlı eserinde olduğu gibi, rasyonalist düşüncenin temelkoyucu ilkesi olan eleştirel (kritik) aklı, Mizanü'l-Hakk'da da ilke edindiğine tanık oluyoruz. Prof. Ülken, Çelebi'nin 'müşahhas içtimai ve fikri meselelere cesur bir tenkid zihniyeti ile gir[diğini]' belirtir ve Osmanlı medreselerine XVII. yüzyılda hakim olan skolastik zihniyetin dogmatik bağnazlığına karşı savaş açtığını söyler. Ülken'e göre, Mizanü'l-Hakk'ın 'mühim olan ciheti, felsefi yeniliği değil, skolastik zihniyet karşısında aldığı cesur tavır, taassupla mücadeleye verdiği ehemmiyet, bilhassa bir nevi laiklik diye vasıflandırabileceğimiz geniş bir içtimai görüşe sahip olmasıdır.'
Osmanlı'nın kritik düşünce üretmediğini iddia edenlere duyurulur...