Tasavvufi anlayışta önemli bir yer teşkil eden sabır, üzücü bir olay karşısında kendine hakim olmak, kızgın davranışlarda bulunmamak; dili şikayetten, azaları yanlış hareketlerden korumak[1], elem, sıkıntı ve belalara sızlanmayı terk etmek[2] şekillerinde tanımlanmaktadır.
Din sabır, fedakarlık, mücadele v.b. duyguları kuvvetli tutmak suretiyle hayatın acı ve ızdıraplarını hafifleten, yaşam gücünü besleyen motive edici bir güç olarak kişiyi psikolojik olarak koruyabilmektedir.[3]
“Aynı şekilde dini inancın tavsiye ettiği sabır inanan insanın hayatın fırtınalı ikliminde sığınabileceği bir başka limandır. Sabır bireyin arzu etmediği bir durumla karşılaşması halinde ona tahammül göstermesidir. Bu tahammülü gösterdiği takdirde bunun mükafatının Allah tarafından fazlasıyla verileceği, sabır ve tahammüllün karşılığının cennet olacağı inancına sahip olan bir kimse güven duygusu içerisinde olur, ruhu sıkıntıyla değil, genişlik, ferahlık ve huzurla dolar.[4] Nitekim sabır Allah’a beslenen hakiki imanın esaslı bir cephesini oluşturmaktadır.[5]”[6]
Depremzedeler üzerine yapılan araştırmalarda sabrın yaşanılan olayı aşmada olumlu etkileri olduğu gözlenmiştir.[7] Depremzedelerin kendilerinden daha zor durumda olanlara bakarak, yaşamış oldukları olaya sabrettikleri ve kendilerini teselli ettikleri gözlenmiştir.[8]
İslam inancında derdini diğer insanlara anlatıp, sızlanmak sabra uygun bir davranış değildir. Fakat Allah’a şikayet edip ondan yardım dilemekte bir beis yoktur.[9] Nitekim Yusuf Suresi, 86. ayet-i kerimede geçtiği üzere Yakub (a.s.)’ın “Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arzederim…” şeklindeki ifadesi bu hususa delil olarak gösterilmektedir.
Karşılaşılan bela ve musibetlere karşı sabır gösterilmesiyle ilgili olarak kaynaklarda pek çok hadis nakledilmektedir:
“Mü’min kula isabet eden hiçbir hastalık, tasa, ya da küçük bir olay yoktur ki Allah, o musibet ile kulun günahlarından bir kısmını silmesin”[10]
“Kim başına gelen musibete O’nun buyurduğu gibi “Allah’tan geldik ve yine ona döneceğiz” deyip sonra da, “Allah’ım, bu musibetimden dolayı bana sevap ver, bunun peşinden bana hayır ver diye dua ederse, Allah öyle yapar”[11]
“Mü’min kul, yeryüzü ahalisi içindeki en sevdiği evladı elinden alındığı zaman sabreder ve mükâfat umarsa Allah o kulu için cennetten aşağı bir mükâfata razı olmaz”.[12]
Hz. Ali çocuğu ölen birisini şöyle teselli etmiştir: “Kader üzerinden geçti, sabredersen sevap alırsın. Eğer sızlanırsan kaderi geri döndürmen mümkün değildir, üstelik günahkar olursun.”[13]
Hadis kaynaklarında nakledilen bir olay insanın Ruh sağlığı açısından sabrın önemi ile ilgili oldukça dikkat çekicidir.
Çocuğu öldüğü için ağlamakta olan bir kadını Hz. Peygamber teskin etmek istemektedir. Fakat kendisini teskin etmek isteyen kişinin Hz. Peygamber olduğunu bilmeyen kadın ters bir şekilde karşılık verir. Daha sonra O kişinin Hz. Peygamber olduğunu öğrenince büyük pişmanlık duyarak kendisinden özür dilemeye gider ve özür beyan eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk ankidir” der.[14] Böyle bir dini inanca sahip olan ve gerçekten bunu içselleştiren bir kişinin beklenmedik olağanüstü durumlarda karşılaşacağı maddi manevi kayıplar karşısında büyük ruhi çöküntüler yaşamayacağı ve yaşanan olayı metanetle karşılayacağı bir gerçektir.
Sabır ve kader anlayışında ortaya konması gereken önemli husus, bu davranışların yanlış kullanılarak insanı pasifleştirip olaylara karşı duyarsızlaştırmasına müsaade edilmemesidir.
İnsanın beklenmedik bir şekilde maddi manevi bir takım kayıplara uğraması durumunda kendini paralama şeklinde abartıya kaçmayacak bir biçimde ortaya koyacağı üzüntü ve keder normal insani bir davranıştır. Nitekim Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim’in ölümünden dolayı ağladığını gören sahabilerin bu duruma göstermiş olduğu şaşkınlık karşısında, O’nun “Göz ağlar, kalp hüzünlenir”[15] şeklindeki cevabı bu duruma örneklik teşkil etmektedir.
Bakara Suresi 2/155-157. ayeti kerimeler başa gelebilecek olumsuzluklar karşısında sabırlı olmak gerektiğiyle ilgili en güzel örneği sunmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.”
Sabır’ın kaderle yakın ilişkisi vardır. Kader anlayışı güçlü olan bir kişide ancak gerçek anlamda sabırlı olabilme durumu meydana gelebilir.
Kur’an-ı Kerim’de En’am Suresi, 6/53: insanların birbiriyle ; Bakara Suresi, 2/155: can kaybıyla; Mülk Suresi, 67/2: hayat ve ölümle; Bakara Suresi, 2/155: açlıkla; Bakara Suresi, 2/15: korkuyla; Ankebut Suresi, 29/10: insanlardan gelecek sözlü ve fiili saldırılarla; Enbiya Suresi, 21/35: hayır ve şerle; Bakara Suresi, 2/155; mallarla; Enfal Suresi, 8/28: çocuklarla; Cin Suresi, 72/16; nimetlerle; Bakara Suresi 2/124; Allah’ın indirdiği hükümlerle sınanacağı belirtilmiştir. Verilecek olan dini hizmette bu ayetler bağlamında sabrın önemi vurgulanabilir.
Ayrıca sabır olgusuna sahip bir insanda, sabır anlayışının da bir neticesi olarak, bazı insanların baş edemedikleri sorunlarıyla karşı karşıya kaldıkları zaman bir çözüm olarak görmüş olduğu intihar gibi olumsuz vak’alara rastlanılması beklenemez. Nitekim Stack’ın yapmış olduğu bir çalışmada endüstrileşmiş toplumlarda dindarlık oranını yüksek olduğu kesimlerde intihar oranının düşük olduğu gözlenmiştir.[16] Durkheim İslam’da intiharın yasaklanması ile ilgili Kur’an ayetlerini belirttikten sonra şu yorumda bulunur; “Gerçekten hiçbir şey, İslâm uygarlığın genel ruhuna intihardan daha ters düşemez; çünkü bütün erdemlerin üstünde tutulan şey Tanrısal istence kesinlikle uyma, “her şeye sabırla katlanma sağlayan” uysal tevekküldür. Boyun eğmeme, baş kaldırma davranışı olan intiharın, bu bakımdan, temelde ödevde ağır bir kusur sayılması doğaldır.”[17]
Netice itibariyle karşılaşılan olağanüstü durumlarda yaşanılan krizle başetmede gerçek anlamda içselleştirilmiş bir sabır inancının çok büyük önemi vardır.
* Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Psikolojisi Anabilim Dalı.
[1] Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Yay., İstanbul, 300.
[2] Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yay., İstanbul, 1999, s., 170.
[3] Veysel Uysal, Din Psikolojisi Açısından Dini tutum, Davranış ve Şahsiyet Özellikleri, İstanbul 1996, s. 123.
[4] Peker, a.g.e., s. 169.
[5] Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, çev; Selahattin Ayaz, Pınar Yay., İstanbul , s. 150
[6] Cengil, a.g.m., s., 143.
[7] A. Köse, T. Küçükcan, Doğal Âfetler ve Din, Marmara Depremi Üzerine Psiko-Sosyolojik Bir İnceleme, s., 144-146.
[8] Köse, Küçükcan, a.g.e., s., 140-141.
[9] Ateş, İslam Tasavvufu, s., 308.
[10] Buhari, Marda:1; Müslim, Birr: 5, Tirmizi, Cenaiz:1: Müsned: 2/303.
[11] Müslim, Cenaiz: 3,4.
[12] Nesai, Cenaiz 23.
[13] Ateş, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1992, s., 304.
[14] Buhari, Cenaiz 43: 7, 32, Ahkâm 11; Müslim, Cenaiz 14; Ebu Davud, Cenaiz 27; Tirmizi, Cenaiz 13.
[15] Buhari, Cenaiz 32, Marda 9; Müslim Cenaiz 11; Ebu Davud, Cenaiz 24; İbn Hanbel, Müsned 5/204, 206.
[16] Stack Steven, “Dindarlık, Depresyon ve İntihar”, çev.; Talip Küçükcan, Akademik Araştırmalar Dergisi, s., 8.
[17] Emile Durkheim, İntihar, çev; Özer Ozankaya, Cem Yayınları, İstanbul, 2002, s., 380.