Bir kez daha anladım; bu dünyada ayakta kalabilmek için çok çalışmak fakat elde edilenlere de fazla bel bağlamamak gerek. Gençlik, güzellik, makam, şöhret, para hepsi geçici. Kalbimizde yaşattığımız güzellikler ise verdiğimiz son nefese kadar yerinde kalıyor…
Ailemin bana yaptığı en büyük kötülüğün, kötülüğü öğretmemeleri olduğu kanısındayım. Çocukluğumdan itibaren, dünyanın sadece iyilik ve güzellikten ibaret olduğunu zannettiğim için, ileri yaşlarda daha yıpratıcı deneyimlerle haberdar oldum varlığından kötülüğün. Oysa sadece filmlerde olduğunu zannederdim kötü insanların. Senaryoların da hayal ürünü olduğunu düşünürdüm. Öyle değilmiş. Filmlerdeki tiplemeler ve hikâyeler, gerçek hayattan kesitlermiş! Düşe kalka, aldığım darbelerden sonra kendi yaralarımı sara sara, tarihteki önemli bir şahsiyetin dediği gibi ‘Yenile yenile yenmesini de öğrendim.’ ‘Ne yani fena mı oldu?’ diye sorabilirsiniz. Tabii ki öyle olmadı fakat bazı şeyleri zamanında biliyor olsaydım bu kadar mücadele etmek zorunda kalmayabilirdim. Ama kabul etmeliyim ki bu durumun kazandırdığı bazı avantajlar da var. Mesela kalbimde hâlâ bir nefeslik korunaklı bölge var!
O bölgenin girişindeki kocaman tabelanın üstünde sahibinin adı yani “Meloş’un Dünyası” yazıyor! Orada, güneş hiç batmıyor; manzara ise ancak tablolarda görülebilecek kadar eşsiz niteliklerde. Gökyüzü masmavi, her taraf yemyeşil, havada kuşlar, kelebekler uçuşuyor... O bölgenin sınırları dâhilinde sadece güzellikler, iyilikler var. Tıpkı çocukluğumda tüm dünyanın öyle olduğunu zannettiğim gibi…
Biraz zor olduysa da çok şükür çocukluğumdan beri sınırlarını korumayı başardım bahsettiğim yerin. Gerçi büyümeye başlamamla birlikte girdiğim bazı ortamlarda karşılaştığım insanlar, o alana girip etrafı talan etmeye çalıştılarsa da onlara izin vermedim! Hele oyuncu olarak tanınmanın ardından sunulan imkânlar o kadar cezbediciydi ki ne yalan söyleyeyim birkaç kez aklımdan geçirdim etrafındaki çitleri kaldırıp kapılarını açmayı ama yapamadım. Gerçek dünyada kilometrelerce alana bedel olan imkânlara, kalbimdeki o bir nefeslik yeri değişmeyi beceremedim; çünkü bu ihanet etmek olurdu öz benliğime. İyi ki de yapmamışım; gün gelip devran dönüp yine o imkânlar beni bir köşeye sıkıştırmaya çalıştığında, yana yakıla derin bir nefes çekerek o bölgeye sığındım, orada huzur aradım…
Bir röportaj esnasında kendisine, hayatının en mutlu dönemi sorulduğunda “Ben çocukken bütün gün evde kâğıttan uçaklar yapar, onları uçururdum. Hayatımda en çok o zamanlar mutluydum...” şeklinde cevap veren Cem Yılmaz’ın anlattıklarına kendimi çok yakın hissetmiştim. Ben de hayatımda en çok çocukken içinden hiç çıkmadığım Meloş’un Dünyası’nda mutluydum.
Biliyorum, son zamanlarda üst üste yaşanan badirelerin ardından medyada çıkan haberler, duyduklarınız, gördükleriniz o kadar karamsar bir tablo çiziyor ki yarınlara, gelecekte çocuklara bırakacağımız dünyaya dair umutsuzluğa kapılıveriyor insan. Böyle durumlarda, sizlere bir solukluk dahi kalmış olsa, sahip olduğunuz en büyük hazine olan kalbinizdeki güzelliklerden asla taviz vermemenizi tavsiye ediyorum. Bakın daha düne kadar servetleri ile isimleri dünyanın en zenginleri listesinde yer alan milyarderler, Rus oligarklar, bugün devletten güvence istiyorlar. Finans merkezi New York’ta yolda yürürken kolunu sallayan işsiz bir borsacıya değiyor…
Bir kez daha anladım; bu dünyada ayakta kalabilmek için çok çalışmak fakat elde edilenlere de fazla bel bağlamamak gerekiyor. Gençlik, güzellik, makam, şöhret, para hepsi gelip geçici. Kalbimizde yaşattığımız güzellikler ise verdiğimiz son nefese kadar yerinde kalıyor.