Dünyanın birçok yerinde ekonomik krizin etkileri devam ederken Avrupa'nın geleceğine dair tartışmalar hız kazandı. Dünyanın diğer ucunda ise George W. Bush sonrası iktidara yürüyen Obama'nın yarattığı iyimser hava dağıldı ve Amerikan aşırı sağının yükselen itibarı tansiyonu yükseltti. Japonya ve Uzak Asya bir yandan depremlerle ve doğal afetlerle boğuşmaya devam ederken, diğer yandan yeni ekonomiye adaptasyon süreci başladı. Ortadoğu ise Arap Baharı ile çalkalanmaya devam ediyor. Ortada fazlaca bir bahar havası olmadığı gibi yalancı baharın kazma kürek yaktırma olasılığı da artıyor.
Tüm bu sarsıcı ve radikal gelişmelerin toplumların psikolojisinde olumsuz etkiler yaratması kaçınılmaz. Ekonomik koşullar nedeniyle işini kaybetmiş bir İspanyol da, kendisine daha önce verilmiş olan bazı sosyal hakları geri istenen Yunanlı da, Suriye'de ateş altında yaşayan muhalifler de, Kaddafi'nin yanında yer aldığı için kendisinden nasıl bir intikam alınacağını bilemeyen Libyalı aşiret üyesi de, ülkesindeki devrim atmosferi bir türlü bitmeyen Mısırlı da farklı düzeylerde ve biçimlerde travma yaşıyorlar. Tüm olumlu ya da olumsuz siyasal değişimler içerisinde psikolojik süreçleri barındırıyor. Neler olup bittiğini anlamanın yolu ise bu süreçleri izlemekten geçiyor.
Geçtiğimiz 2 gün boyunca IDI (International Dialog Initiative) grubumuzla birlikte dünyadaki bu dönüşümlerin yarattığı psikolojik yansımaları Vamık Volkan Hoca'nın liderliğinde analiz etmeye çalışıyoruz. Dünyanın farklı bölgelerinden gelen katılımcılarla birlikte hem içeriden hem de dışarıdan görünenleri değerlendiriyoruz. Kaynayan bir dünyanın odak noktasında ise İsrail- Türkiye anlaşmazlığı var. Bu konudaki tartışmalar durumun nasıl geliştiğini anlamak bakımından ufuk açıcı olabilir. Özet olarak sizlerle de paylaşayım.
1- İsrail'in Filistin konusunda tarihindeki en zorlu döneme girdiği söylenebilir. Bu konuda tüm Müslüman coğrafyasında ortak bir kanaat var ve bu defa İsrail'in müttefikleri konumundaki Türkiye ve Mısır, Ahmedinejat'tan bile öne geçmiş durumdalar. Başbakan Erdoğan'ın Birleşmiş Milletler'de yaptığı konuşmanın Türkiye'nin kendi sorunlarından ziyade bu konuya konsantre olması, önümüzdeki dönemde Türk hükümetinin nasıl pozisyon alacağının işaretlerini veriyor. Bu konu Obama açısından da zor geçecek bir süreci başlatmış durumda. Zira iktidara gelirken temel dış politika amaçlarından birinin 11 Eylül sonrası İslam dünyası ile ilişkileri düzeltmek olduğu biliniyor. Filistin'in BM tarafından devlet olarak tanınmasını veto etmesi sadece öfke değil hayal kırıklığı da yaratacağından zaten var olan düşmanlıkları beslemesi çok mümkün. ABD Başkanı göreve başlangıcını İstanbul ve Kahire'de yapmıştı ama bugüne dek bir başarı hikayesi yazamadığı da aşikar.
2- İsrail'in son dönemlerdeki Gazze ablukası ve İHH gemisine yönelik saldırısı dünya sathında önemli etki yaratmış görünüyor. IDI Katılımcıları bu konuda kendi ülkelerinde de kitlesel tepki oluşmaya başladığını ifade etmekten kaçınmadılar. Özellikle Lord Alderdice'in bugüne kadar hep İsrail'in yanında olmaya çalışan Britanya halkının artık farklı düşünmeye yöneldiğini söylemesini önemli buluyorum. Uluslararası platformlarda hep aynı safta yer alan ABD ve İngiltere'nin Filistin meselesinde yollarının farklılaşmaya başlaması oldukça anlamlı. 11 Eylül'ün yarattığı 'İslamcılar teröristtir' imajının Arap Baharı'nın etkisiyle sempatiye dönüşmesi bu konuda İsrail'in işini daha da zorlaştıracak gibi.
3- İHH gemisi sonrası Türkiye'nin İsrail hükümetinden özür beklemesi ve Netanyahu'nun buna yanaşmaması konusu ise sadece politik analizi değil, derin bir psikolojik tahlili de gerektiriyor. Bu açıdan bakıldığında, özür beklentisi aslında bir ilişkinin sürdürülmek istendiğinin göstergesi. Yani 'bizi hayal kırıklığına uğrattınız, buna karşılık gönlümüzü almak zorundasınız' demek isteniyor. Buna mukabil İsrailliler ise her daim 'masum ve mazlum' kimliğini benimsediklerinden hata yaptıklarını kabul etmekte zorlanıyorlar. Yaşadıkları derin travma onları 'bir daha asla' tavrına sokuyor ve en ufak bir tehdit hissettiklerinde en sert tepkiyi göstermekten kaçınmıyorlar. Korku, onların temel motivasyonu. Şu sıralar etraflarını düşmanlarla ve istikrarsız yapılarla çevrili gördüklerinden saldırganlıkları da artıyor. Korku agresiviteyi körüklüyor.
4- Türkiye'nin çevreye karşı giderek sertleşen tavrı ise özgüvenine paralel olarak gelişiyor. Hem içeriden hem de dışarıdan pompalanan 'büyük ve lider devlet rolü' yöneticilerin egolarını fazla şişirirse sakıncalı sonuçlar yaratabilir. Lakin kontrollü bir güç politikasının getirilerinin oldukça yüksek olacağını da söyleyebiliriz. Şu sıralar hem Suriye ve İran ile hem de İsrail ile aynı anda çatışmayı başarmış durumdayız. Güney Kıbrıs ise görüldüğü kadarıyla İsrail politikasının bir uzantısı olarak değerlendiriliyor. Doğu Akdeniz'deki etkinliğin Mısır ile ittifak içerisinde geliştirileceği anlaşılıyor. İHH gemisine karşılık özür paketine Gazze ablukasının kaldırılmasının dahil edilmesi konunun politik yönünü öne çıkartıyor. Türkiye kendi kişisel meselesi ile küresel meseleyi aynı pakete koyarak bölgesel liderlik rolünü pekiştirmeye çalışıyor. Filistin meselsinin bizim iç meselemiz olduğunun ilanı da bunun bir parçası. Ortadoğu artık arka bahçemiz değil, oturma odamız konumuna ilerliyor. Bu rolü hazmedebilecek sağlıklı bir psikolojinin yaratılması ise temel mesele.
Akşam Gazetesi