İşçi ve işverenin kriz psikolojisi

Kriz genel olarak işçi için bir korku halidir. Bu korku parasız kalma korkusundan çok meşguliyetsiz kalma korkusudur

Avukat Adnan EROL / Radikal


Ekonomik krizler, işverenden çok işçinin psikolojisini rahatsız eder. Böyle süreçlerde işçi olağan krizden olağanüstü kriz sürecine iniş yapar. Başka bir deyişle kölelik halinden, kölelikten atılaBİLME haline geçer. Bu iniş/geçiş hali işçi tarafından tecrübe edilmek istenmeyen bir durumdur. Şartlar ne olursa olsun, yaşamsal standartlar dibe vurmuş, açlık uçurumunun dibine düşmüş çalışan bir işçi; çalışmayan aç bir işsizden daha kıymete değerdir.

Ortada köleliğe eş değer bir meşguliyet olsa dahi bu meşguliyet aile, eş, arkadaş ortamında çaresizlik hali olarak değil bir kaçış veya fırsat kapısı olarak göründüğünden; aile, eş, arkadaş dairesinde özne, iş hayatında kaba bir nesne olan işçi özneden nesneye geçişi görmemek ve hissettirmemek zorundadır. İşçi ile kendi hayat dairesi arasında kurulmuş olan bu soğuk ve üç maymun halinin hakim olduğu antlaşmaya uymak esastır. Çünkü öznenin nesnelliği işçi için kuraldır; bilenen ama dillendirilmek istenmeyen çirkin bir yaradır.

Tehlike ve korkunun olduğu yerde işçilerde sinmeler, pusmalar ve mahcubiyetler artar. Böyle durumlarda çoğu işçi Stockholm sendromuna giriverir hemen. Yani katiline aşık olma hali başlar. İşverence nesnelleştiren ve kar organizasyonun en güçlü “kalemi” ama en zayıf halkası olan işçi, karların azaldığı bir ortamda vazgeçilen ilk “kalem” olduğunu çok iyi bilir. Bu tehlike ve korku ortamında işçi, işvereni hem zayıf hem de çok güçlü olarak görür. Çünkü işveren bir kaptandır, büyükçe bir gemi yapmıştır ve insanlar için “ekmek kapısı” açmıştır. Kendisini hiç düşünmemiştir, derdi tasası insanları ekmek kapsısı olmakTIR(!) İşçi yüzde elli böyle düşünür, geriye kalan yüzde ellilik kısım ise: İşveren, ekonomik olarak çok kötü darbe almıştır, dünya kadar insan çalıştırırken ve karından insanlara ekmek dağıtırken biraz kendi iyi niyetinden biraz da ülkenin içinde olduğu krizden kaynaklı olarak gemiyi kurtarmak için ekmek kapısına kilit vurmadan ekmeği azaltacakTIR(!) Buradan sonra, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın hali sarar işçiyi. Ki genelde kendisi işverence çok sevilen, yanakları sıkılan biricik işidir O. Geriye kalanlar da zaten atılaBİLME hali olmadığı zamanlarda gevşek davranmış, işini aksatmış, işe üç dakika geç kalmış, işverenin esprilerine kahkahayla karşılık verememiş basiretsizlerdir(!)

Kriz genel olarak işçi için bir korku halidir. Bu korku parasız kalma korkusundan çok meşguliyetsiz kalma korkusudur. Çünkü iş dışında yapacak bir işi, iş yerine gitmekten başka gidecek bir yeri yoktur. Bazı işçilerin, çalışmadığım zaman sıkılıyorum, demelerinin temel nedeni de budur. Hayatlarında işlerine ve iş yerlerine alternatif bir hayat kurgulamayı hiç düşünmezler bu da onları meşgul bir köleden başka bir yere kayamıyor. Yanlış anlaşılmasın diye tekrar ediyorum, bu kölelik tercih değildir mecburiyettir. Sadece bu mecburiyetin kaçınılmaz olmadığının üzerine üşüşmek istiyorum o kadar.

Krizler işverenler için bir fırsattır, bu büyük bir klişedir, ama psikolojik açıdan da doğrudur. İşverenler ekonomik krizlerde küçülmezler, heybetleri artar, elleri uzar ve gözleri SALDIRGANLIK satar. Böyle süreçlerde korku ve tehlike işverenin sularında pek gezinmez. Güvende olma hissi, zayıf düşüşlerin çok olduğu zamanlarda çok daha mutluluk verici olur. Aynı zamanda daha fazla hâkimiyet kurma imkânı da verir. Zaten güç denilen şey bir mıknatıs gibidir ve bütün zayıflıkları çevresine toplar. Burada zayıf halka tabi ki işçilerdir ve gücün etrafında toplanan yine işçiler olacaktır. Ki değil makro krizlerde mikro krizlerde bile işçinin işverene karşılıksız SADAKAT gösterişleri birçok vaka ile sabittir. Buna psikolojik olarak negatif gücün yer değişimi denilebilir. Her şekilde güçlü olan işverenin, her şekilde zayıf olan işçiden beklenti olmadan sadakat görmesi şüphesiz ki her krizde işverenin ruhen ve madden can simidi oluyor.

Ters orantının hakim olduğu, psikolojik güce güç; zayıflığa zayıflığın eklendiği ekonomik krizlerde, insan psikolojisi istatistiki verilerle istenildiği kadar görmezden gelinsin, yok sayılsın veya rakamların arkasına gizlenmeye çalışılsın; psikolojik alt-üstler hem siyasal hem de davranışsal tepkilerde kendini bariz bir şekilde hissettiriyor. Çünkü her ne kadar iş yapan bedenler ise de bedenlerin yönetimi psikolojik sinyallerle gerçekleşiyor. Bu sinyallerin varlığını buharın enerjiye çevrilmesiyle birlikte unutan işçiler ve işverenler sinyalleri en kısa zamanda tekrardan keşfetmelidirler. Aksi halde şehirler alternatifsiz ve mecburiyetlerin hakim olduğu hayatlarla dolup taşacak, ki bu da robotlara ihtiyaç duyulmayan bir dünya yaratacak.

Krizler, işverenlere U dönüşlerin mümkün olduğu genişlikte çıkmaz sokaklar vaat ederken işçiye ise sadece çıkmaz sokaklar verip, işverene karşı sadakati ve mahcubiyeti artırır. Öz güven denilen şey zaten ilk iş görüşmesinde eşikte bırakılıp öyle içeriye girildiğinden şu durumda bundan bahsetmek bile çok lüks kaçar. Özgüvenin yerle yeksan olduğu, haksız bir mahcubiyetin ve sadakatin istem dışı doğduğu ekonomik krizler duvara çarpma halinden başka bir şey değildir. Ama bu çarpışma daha doğrusu çarpma hali tasavvurun aksine kötü değildir. Çarpma, işçiyi sarsıp kendine getirişi sağlayacağı gibi işçinin mesai narkozundan kurtulmasına da yardımcı olacaktır. Şüphesiz ki bu da özgüvenin eşikte bırakılmadığı yeni başlangıçlar getirecektir. Aktüel, çarpıcı ve konuyla kardeş olduğu için işaret etmek istiyorum: YUNAN GENÇLİĞİ.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Psikoloji Haberleri