NİHAT HALICI YAZDI / Bianet.org
Arnold Schwarzenegger'in başrolünü oynadığı Terminatör-2'de, geleceği değiştirmek için Miles Bennet Dyson isimli bilim insanının peşine düşülür. Araştırmacı, Skynet isimli programı başlatmış ve böylece makinelerle insanlar arasında patlak verecek savaşın fitilini ateşlemiştir.
İnternet ve genel olarak bilgi teknolojileriyle ilgili bir tartışmaya ilişkin değerlendirmeleri okudukça film tekrar aklıma geldi. Çünkü tartışmanın ayrıntılarına daha dikkatlice bakınca, filmde olduğu gibi burada da belli bir kişinin sivrildiğini görüyoruz.
İsmi Nicholas Carr. 1959 doğumlu. Harvard Üniversitesi'nde edebiyat okuduktan sonra Harvard Business Review'in yayın kurulunda görev almış.
Beynimiz tarumar olurken
Edebiyat okumuş olması Nicholas Carr'ı teknoloji üzerine yazılar kaleme almaktan alıkoymamış. Atlantic Monthly'nin 2008 Ağustos nüshasında yayımlanan "Is Google making us stupid?" başlıklı makalesi büyük yankı yaratmış. Nicholas Carr'ı o da kesmemiş olacak ki, makalesinde savunduğu tezleri bu yıl içinde bir de 240 küsur sayfalık, "The Shallows: What the Internet Is Doing to Our Brains" başlıklı kitabında yayınlamış.
Nicholas Carr, özetle, "internet iyi güzel, ama zararlı yanları daha ağır basıyor, beynimizi tarumar ediyor" diyor. Tezini savunurken bir takım araştırmaların sonuçlarını adres gösteriyor. California Üniversitesi'nden Prof. Michael Merzenich bunlardan biri. Nöroloji uzmanı Merzenich, "İnternet beynimizi önemli ölçüde ve olumsuz yönde değiştiriyor" tesbitinde bulunuyor.
Nicholas Carr'ın öne sürdüğü bir başka isim Patricia Greenfield. O da İnternet'in bazı öğrenme becerilerimizi geliştirdiğini, buna karşılık diğer becerilerin gerilediğini belirtiyor. Bir taraftan bir uçuş kontrol görevlisi gibi aynı anda birçok ekranı birden gözleyebilecek becerimiz gelişiyor. Ama aynı zamanda dikkat, refleks, muhakeme gücüne dayalı problem çözebilme, eleştirel düşünme ve hayal kurma becerilerimiz zarar görüyor. Bir başka deyişle, Greenfield İnternet kullanımının insanı yüzeysel yaptığını savunuyor.
Multitaskingciler nerede?
Stanford Üniversitesi'nde Clifford Nass başkanlığında yapılan bir araştırmanın sonuçları, Nicholas Carr'ın önemsediği bir başka bulgu. 49'u multimedyal, 52'si klasik öğrenme metodlarına yatkın denekler üzerinde bir dizi testin sonucunda elektronik medyayı yoğun şekilde gündelik hayatında kullananların dikkatlerini toplamakta zorlandıkları, bilgiyi önemli ve önemsiz diye sınıflandırmakta güçlük çektikleri ortaya çıkmış.
Hatta ve hatta ağırlıkla klasik medyayı kullananlar, çoklu işlemde (multitasking) "İnternetçiler"i sollamışlar.
Nicholas Carr, "İnternet dikkatimizi alıp götürüyor" deyip bir başka nöroloji uzmanına, Nobel Ödüllü Eric Richard Kandel'e işaret ediyor. Kandel, "Yalnızca bilgiye tam anlamıyla dikkatimizi verdiğimiz sürece onunla hafızamızda yerleşik diğer bilgiler arasında bağlar kurulup kalıcı olmasını sağlayabiliriz" diyor.
Bunlar da Nicholas Carr'ın bizzat kendi ifadeleri: "Günlerimizi durmaksızın birbiriyle irtibatsız bilgi kırıntılarını kısa vadeli hafızamıza doldurup boşaltmakla geçiriyoruz. Yeni bilgiler üzerine kafa yorma ve ayrıntılı şekilde düşünme becerisini kaybediyoruz."
Nicholas Carr'ın görüşleri bir nevi anti-dijital hareket başlattı. Etkisi, İnternet ile teorik ve felsefi açıdan da ilgilenen çevreler açısından neredeyse Samuel Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması" makalesi seviyesinde oldu.
Niyet ettim dijital oruca
Almanya'nın saygın gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung'un yayın yönetmenlerinden Frank Schirrmacher, geçen yılın Kasım ayında yayımladığı kitabında "İnternet'in beraberinde getirdiği olumsuzlukları" bir bir saydı.
İki gazeteci "dijital oruç" için inzivaya çekildi. Süddeutsche Zeitung yazarlarından Alex Rühle 6 ay, serbest gazeteci Christoph Koch 40 gün her türlü ekran temelli elektronik araçtan uzak durdular. "Dijital oruç"un sonunda üşenmeyip deneyimlerini sıraladıkları birer kitap kaleme aldılar.
İnternet'e bakışın ülkeden ülkeye değiştiği kesin. Zengin Batı birey için titizlenip dijital oruca yatma lüksüne sahipken, Çin gibi ülkelerin aydınları konuya özgürlükler açısından yaklaşıyor.
Çinli sanatçı ve blog yazarı Ai Weiwei: "İnternet'ten önce başka insanlardık. İnsan artık çok farklı şekiller kazanabiliyor. Haklarımızı da artık değişik kanallardan algılıyoruz. Bu çok yönlülük, bireyin ve toplumun yeniden tanımlanmasını gerektiriyor."
İnternet+sosyal stres=psikopati,
İtalyan Marksist geleneğinin önemli düşünürlerinden Franco Berardi, 2009 tarihli "Precarious Rhapsody" kitabında konuya şöyle yaklaşıyor: "Psikopati (kişilik bozukluğu), günümüzde yaygın bir sosyal epidemi, daha kesin bir ifadeyle söyleyecek olursak, sosyo-iletişimsel bir epidemi olarak öne çıkıyor. Hayatta kalmak istiyorsan rekabet edebilir durumda olmalısın. Rekabet edebilmek için ise ağa bağlı olmalısın, giderek daha fazla büyüyen, muazzam miktarlarda veriyi yükleyip işleyebilmelisiniz. Bu, bir yandan sürekli strese yol açarken diğer yandan duygusal hayatımız için ihtiyaç duyduğumuz zamanı daraltır."
Ancak İnternet denince bir kapının kapanıp bir kapının açıldığı unutulmamalı. Amerikalı yazar Ann Cotten'ın "Bilgisayar dünyasında kendimi daha güvende hissediyorum. Bilgisayar dünyasında tek engel benim" sözleri bana Second Live tutkunu bir tanıdığımı hatırlatıyor.
Internet Corporation for Assigned Names and Numbers (ICANN) eski direktörü Esther Dyson'ın tesbiti de hiç yabancı gelmiyor. Sabrın önemsendiği bir kuşağın mensubu olmama rağmen artık dolu dizgin akıp giden gündelik hayatta bu unsurun geri planda kalmasını anlayabiliyorum:
"İlişkilerimiz de dahil fazlasıyla hızlı yaşıyoruz. Bir e-posta gönderdiğimizde hemen cevabının gelmesini bekliyoruz. Her şeyi ölçüp biçiyor ve sayıyoruz: Dakikaları, arkadaşlarımızı, kan basıncımızı...Kullanmadığımız her dakika bize kaçırılmış bir fırsat gibi geliyor."
Enformasyon işlemede sınıra ulaştık
Hollandalı yazar Geert Lovink, "Slow food'dan sonra sıra slow iletişime geldi" sözleriyle modern zamanların süratinden dert yananlar arasında yer alıyor. Alman düşünür Mike Sandbothe, "Burn-out ve depresyon, vücudun enformasyon işlemede sınırlarına eriştiğinin sinyalleridir" diyor ve günümüzde yaygın bir başka rahatsızlıkla dijital dünyadaki gelişmeler arasında paralellik kuruyor.
Ama bu kadar karamsarlık yeter. Hiç mi konuya daha farklı, daha iyimser yaklaşan yok. İyimserlerin başında, hiç kuşkusuz Toronto Üniversitesi'nde de dersler veren, yazar Don Tapscott geliyor. 2008'de Grown Up Digital: How the Net Generation is Changing Your World" başlıklı kitabını yayımlayan Tapscott, "İnternet Kuşağı" kavramı çerçevesinde özellikle eğitim ve iş hayatının değiştiğini savunuyor:
"İnternet denince sadece Youtube'a bir video yüklemek ya da fiyakalı bir web sitesi tasarlamak akla gelmemeli. İnternet'te yeni bir üretim tipi şekil kazanıyor. Bu tarz, sınai imalatınızı, yönetim anlayışınızı ve eğitim yöntemlerinizi temelden değiştirecek. İnternet'in asıl anlamı işte burada."
Çinli sanatçı Ai Weiwei, değişimi doğruluyor, ama belirsizliğe işaret ediyor: "Giderek daha fazla insan dijital teknolojiye güven duyacak, bağımlı sayısı da artacak. Kimileri bu işten çok kârlı çıkacak, bazıları da tersine kaybedecek. Bu sürecin sonunu kestirmek şimdilik mümkün değil."
Genç ve ferah beyinler bilgiyi emiyor
Yazar Geert Lovink, dijital dünyadaki gelişmeler nedeniyle kuşaklar arasında ortaya çıkan uçurumu vurguluyor: "Genç ve ferah beyinler İnternet'ten akan cigabaytlar dolusu veriyi emebilirken yaşlı kuşaklar er ya da geç çöküyor. Çoklu işlem (multitasking) yapabilme konusunda daha az beceriye sahip erkekler, burada ilk sırayı alıyor."
Don Tapscott'ın itirazı var: "Dijital teknolojiler ile insanın entelektüel gelişimini birbirini köstekleyen iki ayrı alan olarak algılanmasına karşıyım. Tersine doğru yapıldığında her ikisi de birbirini destekleyecektir. Günümüzün 'multitasking uzmanları' enformasyon yüklenmesiyle baş etmeyi öğrendiler. İnternet sayesinde aktif ve iddialı sorgulayılara dönüştüler."
1800'lü yılların ilk yarısından itibaren başlayan sanayileşme dönemi, insanlığın gelişimine damgasını vurdu. Bu süreçte birçok şey değişti. Henüz daha başında olduğumuz dijital çağ da kaçınılmaz şekilde insanlığı değiştirecek. Bunun başka bir alternatifi yok. Microsoft'un fikrinin tükendiği yerde Google ortaya çıkacak.
ABD'nin soluğunun kesildiği bir aşamada belki Çin, belki bir başka ülke sürükleyecek. Kesin olan, işin daha başında henüz başında olduğumuz. Bilgisayarlarla haşır neşir ilk kuşaklar 30'lu yaşlarını devirdi. Birkaç yıl önce bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz birçok yenilik gerçek oldu, günlük hayatımızın bir parçasına dönüştü. Skynet'lerden, insanı köleleştiren makinelerden ya da makineleşen insanlar fikrinden ürküntüye kapılmak yersiz.
Son söz Geert Lovink'ten: "Ekrandan kopabilmek çok önemli. Onu kullanabilmenin yanı sıra ne zaman bir kenara kaldıracağınızın bilincindeyseniz cihaza hakimsiniz demektir."
***
Konuyla ilgili biraz daha "eşinmek" isteyenler için aşağıdaki bağlantıları çıkardım. Yeterince soluklandık, haftaya uygulama tanıtımına devam edeceğiz:
http://networkcultures.org/wpmu/portal/
http://iorgforum.org/
http://www.sandbothe.net/
http://nicholasgcarr.com/
http://chime.stanford.edu/index.html
http://www.cdmc.ucla.edu/Welcome.html
http://dontapscott.com/
http://telehealth.ukzn.ac.za/HpmePage10795.aspx
http://posthumanblues.blogspot.com/
http://www.manovich.net/
http://infosthetics.com/
http://www.visualcomplexity.com/vc/
http://matteopasquinelli.com/
http://evgenymorozov.com/