Bugün nereye bakarsak bakalım bir bölünmüşlük görürüz. İngiltere'de Brexit yanlıları ile AB'de kalmak isteyenler, ABD'de Trump yanlıları ile Trump karşıtları arasındaki bölünme gibi… Ne kadar tartışırsak tartışalım kimse fikrini değiştirmiyor gibi görünür. Görüşlerimiz sanki her zamankinden daha sabit hale gelmiştir.
Ancak yeni araştırmalar fikirlerimizden vazgeçebileceğimizi, bir fikre muhalif olmanın kabule dönüşebileceğini gösteriyor.
'Doğrulama sapması' konusunda uzun yıllardır yapılan araştırmalar, herhangi bir konuda sahip olduğumuz fikirleri onaylayan ve destekleyen verileri ve olayları fark etme, arama ve hatırlamaya daha eğilimli olduğumuzu gösteriyor. Örneğin şarap içmeyi seviyorsanız, alkolün yararları ile ilgili araştırmaları hatırlama ihtimaliniz, zararları üzerine yapılan araştırmalardan çok daha fazladır.
Ayrıca beynimiz hemfikir olduğumuz düşünceleri işleme koymada daha hızlıdır. Örneğin deneklerden "İnternetin insanları daha sosyal kıldığını düşünüyorum" veya "İnternetin insanları izole ettiğine inanıyorum" gibi ifadelerin dilbilgisi kurallarına uygun olup olmadığına karar vermeleri istendiğinde, ifade edilen düşünce ile hemfikir değillerse buna karar vermelerinin daha uzun zaman aldığı görüldü. Yani farkına varmadan fikirlerimiz otomatik tepkilerimizin önüne geçebiliyor.
Tüm bunlar kendi fikirlerimize önem verdiğimizi gösteriyor. Bu doğru; ama bu fikirler sonsuza dek sabit kalmayabiliyor. Aslında sandığımızdan daha değişkeniz.
'Psikolojik bağışıklık sistemi'
Örneğin San Francisco'da plastik şişe yasağı getirilmeden önce bu yasağa tepki gösterenlerin fikri yasak geldikten sonra değişmiş, uyum sağlamışlardı. British Columbia Üniversitesi'nden Kristin Laurin bu durumu "psikolojik bağışıklık sistemi"ne benzetiyor. Beynimizde bir alan açılmaya başlıyor ve bu değişimin aslında çok da kötü olmadığını düşünmeye başlayıp hayatımızı sürdürüyoruz.
Laurin, 2015'te Ontario'daki sigara yasağı konusunda halkın sadece fikirlerini değiştirmekle kalmadığını, geçmiş fikirleri konusunda hatırladıklarının da değiştiğini gördü.
Benzer bir gelişme Başkan Trump'ın göreve başlamadan önceki ve sonraki kamuoyu düşüncesinde de görüldü.
Trump, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD başkanları içinde en düşük kamuoyu desteğine sahip. Ona oy vermeyen insanların bugün ondan daha fazla memnuniyetsiz olduğunu sanabiliriz. Ama öyle olmadı. Bu insanların, göreve geldikten sonra Trump hakkında daha olumlu düşünmeye başladığı görüldü.
Bunun nedenini, "sizin daha iyi hissetmeniz ve yaşantınıza devam etmeniz için beyninizin gösterdiği çaba" olarak açıklıyor Laurin. Aslında insanlar Trump'ı sevmeye karar vermemiş, ama ona karşı hoşnutsuzluk hisleri biraz daha azalmıştı.
Yani insanlar yeni duruma alışmıyor, ama düşünce sistemlerini değiştiriyordu. Sanki bu konuda sürekli öfkeli olma hissine katlanamayacakları için, bilinçaltı olarak her şeyin yoluna gireceği konusunda kendilerini ikna ediyorlar. Laurin bunun kasıtlı olarak yapıldığı düşünmüyor. Tersine, hayatı sürdürmek için gerekli bilişsel kaynakların akılcı kullanılmasıdır. Zira her konuda öfkeli olmaya zamanımız yoktur.
Algısal sapma
Bu psikolojik işlem, geçmişte karanlık bir işlev de görmüş olabilir; hiç katılmadıkları bir rejime katlanmaları konusunda onları teşvik etmek gibi.
Daha az uç noktalardaki durumlarda ise bu düşünce değişimi, etki sapması konusunda yapılan eski araştırmaların verileriyle uyumluluk gösteriyor. Bu, gelecekte yaşanacak bir deneyimde kendimizi duygusal olarak ne kadar kötü hissedeceğimize dair öngörüde bulunmadaki algısal sapmayı ifade eder.
Harvard Üniversitesi'nden bir araştırma ekibinin yaptığı onlarca deneyde, gelecekteki olaylara dair öngörülerimizde, kötü olaylarda en kötü senaryoyu, iyi olaylarda ise en iyi senaryoyu öne çıkardığımız görüldü. Aslında kötü olaylar bizim o kadar da kötü hissetmemize neden olmadığı gibi, iyi olaylar da o kadar iyi hissetmemize neden olmuyor.
Oysa gelecekte bir olayı kafamızda canlandırırken sadece en önemli unsurları üzerinde durma eğilimi gösteriyoruz. Olumsuz bir olayda bu en kötü şeylerdir. Oysa örneğin doktora muayene için gitmek çok hoş bir tecrübe olmasa da, bu ziyaret sırasında bazı nötr deneyimlerimiz de olur: bekleme salonunda dergi okumak, ceketinizi asmak vb.
Değişim çabası ne zaman gösterilir?
Başımıza kötü bir şey geldiğinde onunla baş edemeyeceğimizi veya iyi bir şey olduğunda hayatımızda önemli dönüşümler olacağını sanırız. Oysa her iki durumda da aynı kişiyizdir. İlk etkinin ardından duygularımız yatışacak ve eskiye oranla biraz daha iyi veya kötü hissetmeye başlarız. Aynı şey hoşumuza gitmeyen herhangi bir siyasi politika veya durum açısından da geçerlidir. Mümkün olduğunda, daha önce negatif gördüğümüz şeyi o kadar abartmamaya başlarız.
Bu aslında bir yönüyle oldukça umut verici: Her durumda iyi olan yönü bulmaya çalışıyoruz. Ama bu, nasılsa sonunda kabulleneceğiz diye politika belirleyenlerin istedikleri her şeyi yapabilecekleri anlamına gelmiyor. Öyle olsaydı seçim yoluyla veya devrimlerle hükümetler düşürülmezdi.
Değiştirmesi zor olan şeyleri kafamızda rasyonalize etmeye çalışırız; ama herhangi bir davaya dair kritik kitleselliğe ulaşıldığında, insanlar statükoyu rasyonalize etmeyi bırakıp bir değişim yaratabileceklerini, böyle düşünen insanların olduğunu görecek, bu değişim için çaba göstermeye başlayacaktır.
Ama her şeyi değiştirmek mümkün olmadığında, durumu kabullenmeye çalışmak sağlık açısından gereklidir denebilir.