Kaynak: bonpurloryan.com
Bir grubun üyesi olduklarında ya da hiyerarşik bir yapılanma içerisindeyken insanların ahlak ve sağduyuyla olan bağlarını koparan şey nedir?
Katilleri ve masum insanlara acı çektirenleri canavar, sadist ya da sapkın olarak görmek kolay olurdu. Fakat bu insanlar aslında bizden o kadar da farklı değiller. Birer eş, evlat ya da anne ve baba kimlikleriyle karşımıza çıkabilen bu insanların hayatları sıradan olabiliyor; bu insanlar da tıpkı diğer insanlar gibi âşık olabiliyor, şakalara gülebiliyor ve ağlayabiliyorlar. İyi ve kötünün ne olduğunu ve bu iki kavram arasındaki ayrımı biliyorlar.
Bu konuyu irdeleyen Hannah Arendt, Nazi Almanyası‘nın Yahudi politikalarında etkin bir rolü olan subay Adolf Eichmann’ın Kudüs’teki yargılanışının üzerine Kötülüğün Sıradanlığı / Eichmann Kudüs’te kitabını yayımladı. Bu kitapta Eichmann ve onun gibi olanların cani ya da sadist olmadıklarını belirtti. Eichmann sadece ona verilen görevleri yerine getiren, üstüne itaat eden bir subaydı. Peki, gayet “normal” görünen Eichmann ve onun gibiler, neden istenmeyen ya da benimsenen ahlakın dışında kötü davranışlar sergiler? Ya da ne zaman bu davranışlara sahip olanlara itaat ederler?
Bu soruları cevaplamak için psikolojiye bakmamız gerekecek. Psikolojiye göre insanlar sosyal varlıklardır ve insanların çoğu yalnız olmayı sevmez, başkalarıyla vakit geçirmek ister. Bunun yolu ise diğer insanlarla iletişim kurmaktan geçer. Hayatımızın bir parçası olan sosyalleşme için beyin bir takım grup davranışlarını benimser. Bunlardan bir tanesi ise uyma davranışıdır. Uyma davranışı; sosyal ya da grup baskısı karşısında davranışlarımızı değiştirme ve diğerleri gibi davranma anlamına gelir.
İtaat ise uyma davranışı ile yakından alâkalıdır. Uyma davranışı ve itaat etme ile insanlara iyi ya da kötü pek çok eylem yaptırılabilir. Philip Zimbardo ve Stanley Milgram tam da bu konuyu araştırdılar. Uyum sağlama ile itaat etmenin insanları nasıl değiştirdiğini ve böylece istenmeyen rollere nasıl büründüklerini açıklamak amacıyla deneyler yaptılar. Yaptıkları psikolojik deneyler, insanların ne kadar ileri gidebilecekleri konusunda beklenmeyen sonuçlar verdi ve dünya çapında ses getirdi.
Stanley Milgram / Fotoğraf: Aeon.Co
Stanley Milgram: Bir otorite/yetkili sizden bir başkasını acıtmanızı istiyor; yapar mısınız?
İkilinin yaptığı araştırma kapsamında gazetede gördükleri bir ilana cevap veren 20 ile 50 yaş grupları arasından 2 katılımcı seçildi. Katılımcılar deneyin ‘cezanın insan hafızasının üzerindeki etkileri’ hakkında olduğunu düşünüyorlardı. Katılımcılardan birine diğer katılımcıya kelime çiftlerinden oluşan bir listeyi öğretmekle yükümlü olan öğretmen görevi verildi.
Deney, birbirlerini duyabilecekleri ama göremeyecekleri iki odada gerçekleşti. Deneyi yürüten kişi, öğrenciyi kayışla sandalyeye bağladı ve bileklerine elektrot yerleştirdi. Öğretmen ise yan odada 15‘ten 450 volta kadar çıkan şok jeneratörünün yanında durdu. Deneyi yürüten kişi öğretmene öğrencinin her bir hatasında şok vermesini söyledi. Her yanlış cevapta daha güçlü şokun verileceğini belirtti. Fakat öğretmen rolündeki katılımcının bilmediği bir şey vardı: Öğrenci olan gönüllü aslında seçilmiş bir gönüllü değil, deneyi yürüten kişinin asistanıydı ve aslında şok jeneratörüne bağlı değil, şok jeneratörüne bağlı bir ses kayıt cihazına bağlıydı. Öğretmen her şok verdiğinde ses kayıt cihazından çığlık sesleri çıkıyordu.
Deneyi yürüten kişiyle işbirliğinde olan öğrenci, deney başladıktan belli bir süre sonra hata yapmaya başladı. Deneyi yürüten, otorite sahibi kişi, öğretmene şok uygulamasını söyledi. Öğretmen şok uygulamaya devam ettiğinde ise 75. voltta öğrenci acıdan ötürü şikâyet etmeye ve voltaj arttığında çığlık atmaya başladı. Kimi öğretmen rolündeki denekler, belli bir süre sonra durmak istediklerini belirttiler ama oluşabilecek herhangi olumsuz bir sonuçtan kendilerinin sorumlu tutulmayacağının güvencesi verilince deneye devam ettiler.
Milgram deneyin sonucunda deneklerin %65’inin 450 volta çıktığını gördü. Sonuçlardan rahatsızlık duyan Milgram birkaç kez daha deneyi tekrarladı. Fakat sonuçlar aynıydı: Katılımcılar bir otoriteden talep aldığında başka bir insana acı çektirebiliyorlardı.
Fotoğraf: Esdaw.eu
Zimbardo, gardiyan ve mahkûmların hapishanedeki davranışlarıyla ilgileniyordu ve bunu incelemek için Standford Üniversitesi’nin bodrum katını sahte bir hapishaneye çevirdi. 21 kişiden oluşan katılımcılar “mahkûm” ve “gardiyan” olmak üzere iki gruba ayrıldılar. Küçük hücrelerde kalan mahkûmların fotoğrafları çekildi, parmak izleri alındı ve numaralı hapishane kıyafeti verildi. Gardiyanlar ise 3 kişilik gruplar halinde çalıştılar, üniforma ve güneş gözlüğü taktılar; böylece kendileriyle göz kontağı kurulamayacaktı. Gardiyanlara fiziksel şiddet dışında yasa ve düzeni korumak adına her şeyi yapabilme izni verildi.
Zimbardo, deney başladıktan birkaç saat sonra gardiyanların davranışlarının değişmeye başladığını gözlemledi. Bir grup gardiyan mahkûmları taciz etti, ilerleyen vakitlerde diğer gardiyanlar da sadistçe ve acımasızca davranmaktan keyif alan öteki gardiyanlar gibi davranmaya başladı. Kendilerine insanlık dışı davranılan mahkûmlar, belli bir süre sonra kuralları benimseyip içselleştirdiler, koyulan hapishane kurallarını ciddiyetle yerine getirdiler. Deneyin ikinci gününde birinci hücrede kalan mahkûmlar gardiyanların kurallarına uymayacaklarını belirtip hücre kapısının önünü yataklarla bloke ettiler. Gardiyanlar yangın söndürücüyü mahkûmların üzerlerine sıkıp mahkûmları tecrit altına aldılar. Gardiyanlar mahkûmlarla alay etmeye, onları küçümsemeye başladılar ve belli bir süre sonra mahkûmlar hızlı bir şekilde itaatkâr ve teslimiyetçi olmaya başladılar. 2 hafta sürmesi gereken deney, mahkûmların duygusal olarak etkilenmelerinden dolayı 6 günde sona erdirildi. Deney sonrası yapılan röportajlarda katılımcılar, deneydeki davranışlarından ötürü şaşkın olduklarını belirttiler.
Kısacası Milgram ve Zimbardo yaptıkları deneylerde düzgün insanların dehşet verici davranışlarda bulunabileceklerini ortaya koydular. İnsanların emir aldıklarında ahlak anlayışlarını kaybedebildiklerini bu deneylerle kanıtladılar.
Özellikle Milgram’ın deneyi “emir kulu” olan subay Eichmann’ın durumunu da destekler nitelikte. Fakat bu itaat bence aslında insanlar düşünmeden hareket ettikleri ve bürokrasiye pasifçe boyun eğdikleri için gerçekleşmiyor. İtaatin gerçekleşmesini sağlayan itici güçlerin başında toplumda paylaşılan kolektif kimlik geliyor. “Onlar”a yer bırakmayan bir “biz” algısı… Yani, kötülüğün bayağı olmasının kaynağı hep altı çizilen biz anlayışı olabilir. Zimbardo’nun hapishane deneyi ise kötülüğün kolektif kimlikten doğabileceği görüşünü kanıtlıyor.